İnsanın milliyetini, konuştuğu dil tayin eder. Kökeni ne olursa olsun, o kimse konuştuğu dilin ait olduğu millet ismiyle anılır. Yani müşterek dilin sahibi olan millet adıyla vasıflanır. Yoksa bu verilen sıfat onun kavmini inkar manası taşımaz ve taşımamalı. Keza mensup olduğu kavmin dilini de reddetmez ve etmemeli. Çünkü bu vasıflanış; sadece millet oluşun kendisine kazandırdığı müşterek bir millet ismini almasından ve genelde bu şekilde nitelenmiş olmasındandır.
İşte, Türkiye’de tek bir millet vardır derken, herkesin müşterek dil olarak Türkçeyi bilip konuştuklarını kastediyoruz. Çünkü millet doğuştan ziyade bir oluşumdur. Yani, bir kimse aslen Türk olmasa da, Türkçe konuşuyorsa o, Türk milletinden sayılır. Öyleyse, “Türk kimdir?” sorusunun karşılığı “Türkçe konuşandır.” ifadesinde kendisini bulmaktadır.
Gelelim sadede: Türkiye’de Güneydoğu halkına rağmen, o halkın davasını güttüklerini iddia edenler, bir kaşık suda fırtına koparıyorlar. Özellikle, Türklerle madde ve manada bir ve bütün olmuş Kürt kardeşlerimizi; “Ana dilde eğitim!” yaftasıyla; zamanla ayrışmayı intaç edecek, ayrışmayla sonuçlanacak ve hatta belki de bölünmeye yol açacak tehlikeli ve dönüşü olmayan bir mecraya sürüklemek istiyorlar.
En az bin yılı geride bırakarak, millet olmayı başarmış olan Türklere ve Türkleşmiş insanlara, bin yıl öncesini hedef olarak göstermek; onları çağların gerisine çekmek demektir. Güler misin ağlar mısın? Şaşarım ben onların akılsız aklına! Çünkü nehri tersine akıtmak isteyenlerin belli ki, akıllarından zoru var!
Halbuki, her şeye rağmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İlkokul eğitiminde muvaffak olmuştur. Türkçeyi hem de en nefis o güzelim İstanbul Türkçesini mükemmel bir şekilde, yöre çocuklarına en güzel bir tarzda öğretmeyi başarmıştır. Üstelik bunu çok değerli Cumhuriyet Öğretmenleriyle sağlamıştır. Yirmi beş senesi Doğu’da geçmiş biri olarak; bu alkışlanacak gelişmeyi bizzat görmüş ve buna kulaklarımla bizzat şahit olmuşumdur.
Bireysel hak, haktır. Türkiye’de hemen herkes bu haklara sahiptir. Eksikler varsa da zamanla giderilir ve zaten tedricen gideriliyor. Fakat resmi haklar devletin tasarrufundadır. Devleti ayakta tutacak şekilde bir dizayna tabi tutulmuştur. Devleti zaafa uğratacak uygulamalardan daima kaçınmak gerekir. Ve zaten Türkiye’de yapılmak istenen de budur.
“(Çünkü) ihmal edilmemesi gereken bir nokta, Doğu’da terör olaylarını besleyen sorunların sadece Doğu ve Güneydoğu’ya has sorunlar olmadığı gerçeğidir. Türkiye’nin genelinde var olan demokratikleşme sorunu, bölgede daha da yoğunlaşarak kanayan bir yara haline gelmiştir. Yani sorunun temelindeki nedenlerin pek çoğu bölgesel değil, ulusal niteliktedir. Sorunun bu özelliği, yapılacak reformların ulusal boyutlarının da bulunduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.” (Köprü – Yaz / 2010, s.9)
Evet, soruna; bölgesel ve yerel sorun olarak bakmamalı. Türkiye’nin mes’ele ve sorunu diye düşünmeli. Problemleri, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne gölge düşürmeyecek şekilde ele almalı.
Şu asla unutulmasın ki, tek bir millet olgusunu kırabilecek en tehlikeli fiil ve hareket tefrikadır, ayrılıktır, ayrı baş çekmektir. Yani ayrı bir çığır açmayı istemektir! Bunun da temelinde, bir buz parçası hükmünde olan kavmiyetçiliğin benlik ve enaniyetini; içinde tam bir fena fi’l – millet olunacak havuzu kazanmak için, o dairedeki ab-ı hayat içiren millet havuzuna atıp eritmemek yatar. Halbuki:
“Kavmiyeti tel’in ediyor (lanetliyor) Peygamber.”