Lise yıllarımızda komşu köy Yeniköy‘ün kahvelerine oyun oynamaya giderdik. Bir defasında adı aklımda Hüseyin diye kalmış bir arkadaş öğle ya da ikindi ezanı okunur okunmaz oyun masasından kalkıp camiye gitti. Biz oynamaya devam ettik ama gidişi de hoşumuza gitmedi değil. 10-15 dakika sonra geldiğinde “Sana helal olsun, ne zaman başladın?” dediğimizdeyse “Küçükten beri giderim, bu âdeti devam ettirmemiz lazım” diye cevap vermişti. Biz âdet olsun diye kılmayacaktık.
Üniversite yıllarımızda ise dinî teşekküllerin İstanbul‘daki yurtlarında kaldık. Hesapta dini, imanı burada öğrendik. Çok kitap okuduk, çok sohbete katıldık. İçerisindeyken fark edemesek de tarikat âdabı / cemaat âdeti adı altında muhtelif ebatta dinsel gelenek oluşturulduğuna tanık olduk.
İlk öğretmenlik yıllarımızda ise Konya Akşehir‘de mezhepsiz (mezhepleri kabul etmeyen) ama Kuran‘ı bilen bir arkadaşla aynı evde kaldık. Kuran sorgusuna çekildiğim her tartışmadan mağlup ayrıldım. Ve o günden beri döne döne hem Arapça metninden hem Türkçesinden Kur’an okurum.
İlk aldığım Kur’ân-ı Kerîm ve İzahlı Meâli‘nin ilk sayfasına 19.08.1993 tarihini düşmüşüm. Ahmed Davudoğlu‘na (Ahmet Davutoğlu değil) ait mealli Kuran’ın sayfalarını kıvırmışım, renk renk fosforlu kalemlerle içindeki âyetlerin altlarını çizmişim, yanlarına işaretler koymuşum.
Onu kaç kere hatmettim bilmiyorum ve ondan sonra kaç farklı kişiden metinli meal okumuşum, hatırımda değil. Tek bildiğim ve tam hissettiğim bize İslâm diye öğretilenle Kuran’ın mesajlarının örtüşmediği idi. Kâinatın Kullanma Kılavuzu‘na hâlâ her gün bakarım ve aldığım birinci etki mücadele azmidir.
72,5 fırkayı içinde barındıran 77,5 milyonluk milletimin Müslümanlığı bana göre 4 âdet ve siyaset meydanında kısmen kavgası yapılan 1 kıyafetten ibaret. Hatta bunları önem / önemsetme sırasına göre Namaz Müslümanlığı, Oruç Müslümanlığı, Kurban Müslümanlığı, Mevlid Müslümanlığı ve Tesettür / Başörtüsü Müslümanlığı olarak nitelemek bile mümkün.
Halkımızın haftada bir yada günde birkaç kere namaz kılanların oranı yüzde 77 civarında. Oruç tutanların oranı yüzde 84‘lerde, Kurban kesenlerin oranı yüzde 74‘lerde.. İyi-kötü başını örtenlerin oranı ise yüzde 71‘lerde.. Sebepli (düğün-dernek, cenaze vs.) veya sebepsiz lafzen Kuran ve mevlid okuyan – dinleyenlerin oranı da yüzde 77‘lerde..
Son yıllarda bu oranlarda düşüşler yaşanmasına ters orantılı bir vaziyette bir siyasî partiye oy verme de gayri resmi olarak Türkiye Müslümanlığı için 6’ncı şart sayılma eğilimdeydi. Belki de o düşüş rakamlarından yeni bir yüzdelik dilim ihdas edilmiştir.
Sonuçta 100 yıl önce Mehmet Âkif Ersoy‘un yazdıkları ve yakardıkları ile bu işin bu asra bakan tarafı arasında pek fark yok. Yine yoksulluk, yine cehalet, yine kan, yine şiddet… Ve işgaller – izmihlâller.. Ve tembellik – gayretsizlik.. Ve israf – şatafat.. Ve, ve, ve…
Ve ilk âyettir “oku” ama kime dokunur? Kime sorsanız ‘Okumak iyi bir şeydir‘ der ama kimse okumaz. Sanki okumak namaz kılmaktan daha zor; aslında okuyup anlamak istemiyorlar.
Nüzul yani Allah’tan Elçisine inen vahiy sırasına göre Kuran’ın ilk sûresi “Alâk” yaratılış ve hilkatle ilgili. İlk emir ise 2 kere tekrarlanan “ikra! / oku!”
İkinci sûre ‘Kalem’, adı üstünde.. “Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun!” diyor. Üçüncü sûre “Müzzemmil” yatağa-yorgana bürünüp yatanları gece gece kaldırıyor, uyandırıyor. Dördüncü sûre “Müddessir” kenara çekilenleri, pijamasıyla evde oturanları sahaya sürüyor; “Kalk ve uyar!” emrini veriyor.
Bir millet, bir dilin (meselâ İngilizce) telaffuzunu öğrense ve elinde bulunan yabancı dildeki bir kitabı (meselâ The Holy Quran) bilmeden ve anlamadan ezberlese ne olur? Cevap: Şimdi olanlar.
Dünyayı, ülkesini ve olan bitenleri değiştirmek isteyenler bence Peygamber‘in vahyi yudumladığı o kutsal sıradan okuyup yaşamlarını anlamlandırmayı denesinler bir kez.
İstemeyenler, vahyin beşinci sûresi ve klasik dizilişin ‘başlangıç‘ sûresi olan “Fâtiha”yı hitame olarak okurken ne demek istediğini bir düşünsünler bari. Allah rızası için..