Türk Dünyasında Misyoner Faaliyetleri

97

 

Hıristiyan batılılar, Müslüman Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden tedirgin oldular.  Hazret-i İsa’nın ölümünden hemen sonra 12 havârinin, Hıristiyanlığın tanıtımı ve yaygınlaştırılması için başlattığı misyonerlik çalışmaları, Müslüman Türkler üzerinde yoğunlaştırıldı. Çalışmalar, günümüze kadar artarak devam etti. Özellikle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB)’nin dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleri misyonerlerin en fazla çalıştıkları alanlar oldu.  
İslâmiyet’te yalnızca tebliğ vardır. Baskı ve zorlama sınırlarının nerede başlayacağı bilinemediğinden İslâmiyet’e dâvet konusu bile tartışmalıdır. Özetle, misyonerce davranışlar, İslâmiyet’te yasaklanmıştır. Buna rağmen; temiz ahlâkı ve yaşayışı ile örnek teşkil eden Müslüman Türklerin bulunduğu yerlerde Hıristiyanlar, gruplar hâlinde İslâmiyet’e yönelmektedirler.   Son 25 – 30 yıl içerisinde misyonerlik faaliyetlerinin Türk dünyasında daha etkin hâle gelmesinin sebebi; hiç şüphe yok ki bu yönelmelerdir. Hıristiyanlıkta aradığı huzuru bulamayanlar, tahrif edilmiş İncillerde okuduklarını mantık süzgecinden geçiremeyenler… Hak Din olan İslâmiyet’e ilgi duymaktadırlar. Bu gelişmeler, Hıristiyan çevrelerde, tehdit olarak algılanmaktadır. 
MİSYONERLİK NEDİR, MİSYONERLER NASIL ÇALIŞIRLAR?
Misyoner, görevli olan kişi demektir. Onun görevi İncil’i Hıristiyan olmayanlara tanıtmak, insanlara Hıristiyanlık propagandası yapmaktır. Bir misyoner; ‘Ben köle değilim. Fakat Hıristiyanlığa adam kazandırmak için herkesin kölesi olmak bana şeref verir.’  Düşüncesiyle doludur. Onlar için amaca giden her yolu kullanmak serbesttir. Olmayacak vaatlerde bulunmak, para ile kandırmak, tehditle korkutmak … dâhil.  Serçe kadar yumuşak, tilki gibi kurnaz hareket ederler. 
İnsanoğlunun üç büyük zaafı vardır: Servet, şöhret ve şehvet. Bu üç zaafa veya bunlardan yalnızca birine yenik düşebilecek zayıf karakterli insanlar, misyonerler için kolay yutulur lokma olurlar. Okullar, hastahâneler, fakir mahalleler, millî ve mânevî değerlere ilgisiz kalmayı entelektüel olmanın şartı olarak kabul eden üst tabaka insanlarının bulunduğu çevreler… misyonerlerin en verimli çalışma alanlarıdır. 
Türk dünyasında,  1992 yılından bu yana yüzlerce misyoner çalışıyor. Merkezde hazırlanan kitapçıklar ve broşürler, köy-köy dolaşılarak,  defter-kalem gibi okul malzemeleriyle birlikte dağıtılıyor. 2000 yılından itibâren Vahhabiler geldiler. Onlar da para gücüyle, Rus görevlilerden sağladıkları yan desteklerle hedefe ulaşmaya çalışıyorlar. Her iki grubun da arzuladıkları hedefe ulaşamadıklarına dâir sevindirici haberler geliyor. Bu haberler, misyonerleri daha etkili ve gayretli olmaya yönlendirecektir. 
Misyonerlerin, özellikle Müslüman Türklere yönelik çalışmalarında, son yıllarda farklı bir taktik uyguladıkları gözleniyor. Yeni çalışma metoduna göre Müslümanların; millî kültürlerden ve bu kültürün tamamlayıcısı olan örf, âdet ve geleneklerden uzaklaşması için çalışılmaktadır.  Bilinmektedir ki, millî kültürler yok edilmedikçe insanlar, inançlarından uzaklaşmıyorlar. İster Müslüman olsun, ister Musevî… hatta Şâman veya Budist… millî kültürüne bağlı inançlı insanlar, din değiştirmiyorlar. Çünkü her millî kültürün temelinde, az veya çok o millî kültürü yaşayan insanların inançlarına dayalı önemli unsurlar vardır. Millî kültürden, örf-âdet ve geleneklerden arındırılmış insanların inançlarında sarsıntılar oluşturmak, sonra da inançlarından tamamen koparmak… hedefe ulaşmak için en uygun yol olarak seçilmiştir. Sonrası kolaydır: Sıfırlanan millî kültür yerine, kendi kültürlerini ve inançlarını yerleştirmek. 
Günümüz misyonerleri; 12 havâriden daha tehlikelidir. Havariler, hak din kalıbındaki Hıristiyanlık için çalışıyorlardı. Bu günküler, aslından uzaklaştırılmış İncil öğretilerini yaygınlaştırıyorlar. Son derece tesirli iktisâdî imkânlarla donatılmış durumdalar. 
Misyonerlerin amaçlarını ve kullandıkları metotları bilmeyenlerin, onlara kanması kolay olmaktadır. Kullandıkları çekici ifâdeler şöylece özetlenebilir: *Karşılanmayan ihtiyaçların altında ezilenler! Bize gelin. Biz sizleri rahata ve refaha kavuştururuz. * Bizim çevremizde olanların dertleri azalır, tatmin araçları artar. * Bizimle tanışan esenlik bulur. *Bizimle duâ edin, korkularınızdan korunun, umduklarınıza kavuşun. Bu sloganlarla harekete geçen misyonerler, telefonda veya toplantı yerlerine gelenlere; İncil, Tevrat ve Zebur’dan seçtikleri duâları okumakta ve tekrar edilmesini istemektedirler. Duâlar için Kur’an-ı Kerim’den kesinlikle yararlanılmamaktadır. Propaganda aracı olarak dernekler, vakıflar, kitaplar, broşürler, dergi ve gazeteler, CD, VCD, DVD ile sesli ve sesli-görüntülü yayın organları, internet siteleri, konferans ve seminerler, özel toplantılar ve telefon bağlantıları kullanılmaktadır. 
YEHOVA ŞÂHİTLERİ
Türk yurtlarındaki misyonerlik faaliyetlerinin bir başka grubu da Yehova (veya Yahova) Şâhitleri olarak anılan ekiplerdir.  
Bu teşkilât 1872 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde kuruldu. Ölen liderlerin yerine geçenlerle, teşkilâtın prensip ve amaçlarında değişiklikler oldu. Hz. İsa’ya inanmakla birlikte; Musevîlik ve Hıristiyanlıktan ilham alınarak yeni bir inanç sistemi oluşturuldu. Onlar kendilerini yeni millet olarak tanımlıyorlar. Askerlik aleyhinde konuşurlar, insanlara askerlik karşıtı düşünceler aşılarlar. Bayrağa ve millî kültüre saygı göstermezler. Cennet ve Cehenneme, öldükten sonra dirilmeye, meleklere, kazâ ve kadere, kıyâmet gününe ve rûhun varlığına inanmazlar. Gelecekle ilgili kehânetler anlatırlar ve bunların mutlaka gerçekleşeceğini iddia ederler. Her şeyin insan ömrü ile sınırlı kalması anlayışını câzip bulanlar, Yehova Şâhitleri’nin en kolay avladıkları insanlardır. Dünya cenneti vaadi ile bir anlamda Siyonizm’e hizmet etmektedirler. Onlar da misyonerler gibi millî ve mânevî değerleri zayıflatmaya çalışırlar. Yehova Şâhitleri, yalnızca Müslümanlık ve Hıristiyanlığın değil, insanlığın da düşmanıdır. 
Yehova Şâhitleri teşkilâtının merkezi New York’un Brooklyn semtindedir. Çok güçlü para desteği ile etkili olmaktadırlar. İkinci Dünya Savaşı yıllarından önce Almanya ve sonraki yıllarda bâzı Avrupa ülkelerinde yasaklandı. Buna rağmen etkili olmayı becerebildiler.  Türkiye’deki faaliyetleri 1950’den, Türk yurtlarındaki çalışmaları 1990’dan sonra arttı. 216 değişik ülkede, 2.000.000 aktif görevli ile faaliyet gösteriyorlar.. 
UYANIK OLMAK…
Misyonerler ve Yehova Şâhitleri… biri-birlerini sevmeyen ve farklı metotlarla çalışan bu iki grup;  insanları millî ve mânevi değerlerden soyutlamak konusunda gizli bir işbirliği hâlindeler. Papa’nın; ‘İlk 1000 yılda Avrupa’yı, ikinci 1000 yılda Afrika’yı Hıristiyanlaştırdık. Üçüncü 1000 yılda hedef Asya’dır !’ sözü, iki grup arasında şiddetli bir çatışmanın işâreti olarak gösteriliyor.  
Hiç kimsenin şüphesi olmamalı: Dünya var oldukça üç semâvî dinden biri olan İslâmiyet  güçlenecek, Musevîlik de Hıristiyanlık da yaşayacaktır. Kaybedenler; misyonerlerin ve Yehova Şâhitleri’nin yalanlarına kanarak, baskılarına boyun eğerek inançlarından uzaklaşanlar, câzip buldukları ekonomik şartlara kültürlerini ve dinlerini satanlar olacaktır. 
Elbette insanoğlu dînini serbestçe seçme hakkına sâhiptir. Sözümüz, insanı insan yapan serbest irâdeyi baskı altında tutanlara… 

Türkiye ve Türk yurtları… Kıbrıs, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan,  Tacikistan, Kazakistan, Tataristan, Kırım, Doğu Türkistan, Kerkük, Çuvaşistan,  Başkurdistan, Altaylar,  Gagauz-eli,  Hakasya, Saha, Tuva, Karaçay-Çerkez toprakları, Kafkaslar, Balkanlar, Güney Azerbaycan, Orta Doğu… bu topraklar,  ABD 1 ve ABD2 olarak adlandırabileceğimiz Amerika  Birleşik Devletleri ile Resmi adı Avrupa Birliği (AB) olan Avrupa Birleşik Devletleri’nin çıkar çatışmalarının kesişme alanıdır. Türkiye ve Türk insanının bulunduğu Türk yurtları, iç işlerine en çok karışılan, karışıklıklar çıkarılan bölgelerdir.  
ABD 1 ve ABD 2 çatışmasından, yalnızca çatışanların zararlı çıkmasını sağlamak mümkündür. Çünkü günümüz savaşlarının galipleri değil, mağlupları olacaktır. Bunun için insanımız uyanık olmalı. Millî ve mânevî değerlerine sıkı sıkıya sâhip çıkmalı. 
Değerlerine sâhip çıkamayanlar, ülkelerine ve bağımsızlıklarına da sâhip çıkamazlar. Misyonerlerin maksadı; insanlarımızı, hiçbir değerine sâhip çıkamayan kalabalıklar hâline getirmektir. 
İnsanımız tercihlerini tek yönlü çıkar ilişkilerine göre değil; akıl, mantık ve vicdana dayalı kanaatlerle belirlemeli. Misyonerlerin ne verdiklerine değil, neleri aldıklarına bakanların, bakabilenlerin şanslı ve kazançlı olacakları şüphesizdir. 
DOĞU TÜRKİSTAN İSLAM KARDEŞLERİ DERNEĞİ BASIN BİLDİRİSİ…
Tarihin en eski devirlerinden günümüze kadar Türk milletinin kadim yurdu olan Doğu Türkistan toprakları, 1759 yılından günümüze, şoven Çin milletinin işgali altındadır. Doğu Türkistan’da 1863, 1933 ve 1944 yıllarında bağımsızlık mücadelesi sonunda kurulan üç bağımsız devlet başta şoven Çin devleti olmak üzere Rus ve İngiliz oyunlarıyla ortadan kaldırılmıştır. 1949 yılında Komünist Çin’in Kıta Çin’ine hâkim olmasından sonra da Doğu Türkistanlı binlerce ırkdaşımız / dindaşımız vatanlarını terk etmek zorunda kalmışlar ve tarihin en dramatik göç hadisesi yaşanmıştır. Binlerce insanın hayatını kaybettiği bu göç olayları sonunda Türkiye’ye gelebilenler ise güzide ülkemizde yerleşen Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin öncülerini oluşturmuşlardır.
Maalesef Doğu Türkistan’da yaşananlar bu göç hadisesinden sonra artarak devam etmiş bu süre zarfında binlerce din ve ırk kardeşimiz Çin’in akıl almaz uygulamaları karşısında hayatlarını kaybetmişlerdir…
Yüzbinlerce Doğu Türkistanlı geç kızımız ailelerinden zorla alınarak Çin’in iç bölgelerine, çalıştırılmak üzere, götürülmüşlerdir. Aileleri kızlarının akıbetlerini öğrenmek istediklerinde ise sürgüne tabi tutulmuşlardı. Birçok genç kızımızın Çin’in farklı şehirlerindeki gece eğlence yerlerinde zorla çalıştırıldıkları haberleri dünya kamuoyu tarafından bilinmektedir…
5 Temmuz 2009 Urumçi olaylarında idam edilenler Çin resmî makamlarında 191 kişi olarak geçse de, aldığımız istihbarat bu rakamın takriben 2000’in üzerindedir. 
Doğu Türkistan’da toplama kamplarında yüzbinlerce Müslüman-Türk kardeşimiz işkence içersinde ölümü beklemektedir…
İnsan haysiyet ve şerefinin ayaklar altına alındığı bu ortamdan canları kurtarabilmek gayesiyle kaçabilen kardeşlerimiz ise yakalandıkları ülkeler tarafından âdetâ öldürülmeleri için Çin’e teslim edilmektedir…
Dünyanın en garip, en mazlum ve sâhipsiz, esâret altındaki tem millet olan Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz canlarını koruyabilmek gayesiyle sığındıkları ülkelerde Çin’e teslim edileceği endişesi yüzünden arkalarında bıraktıkları ailelerinin sıkıntılarını dahi anlatmaya korkmaktadırlar.
Toplumun her alanında akla hayale gelmeyecek asimilasyon politikaları üreten şovenist Çin devleti ayrıca Türk’e ve Türkçeye karşı korkunç bir düşmanlık içerisindedir. ‘Doğu Türkistan’ isimlendirmesi bu ülkede yasaktır, dahası bu tâbiri kullananlar vatan hainliği suçlamasıyla ve terörist oldukları iddiası ile katledilmektedir. 
Doğu Türkistan’da diğer bir yüz kızartıcı durum da doğum kontrolü ve mecburî kürtajdır. Bundan maksat Müslüman-Türk nüfusun azaltılmasını temin etmek ve bir milleti tamamen tarih sahnesinden silmektir…
Kısaca denilebilir ki; Doğu Türkistan’da nükleer denemeler ile çevre problemleri yoluyla soykırım, işkence, tecavüz, kısırlaştırma, fuhşa zorlama, sürgün, gözaltında insanları ortadan kaldırma ve toplu tutuklamalarla soykırım, Birleşmiş illetler Teşkilatı tanımlamasına göre ‘genocide’ yaşanmaktadır. Bu ise Doğu Türkistanlı Müslüman-Türk kardeşlerimiz için günlük hayat biçimine dönüşmüş durumdadır…
Şovenist Çin yönetiminin bütün bu yapılanların maksadı son derece açıktır: Doğu Türkistan’daki Türk nüfusunu azaltmak ve doğal kaynakları daha rahat sömürmektir. Uygulama ise sistemli bir politikadır…
Yaşananlar çok büyük bir vahşet ve dünya tarihinin en büyük Müslüman-Türk soykırımıdır. 
Doğu Türkistanlı Müslüman-Türkler 250 yıldır baskı, zulüm, işkence altında yaşamakta ve bu zulüm artarak devam etmektedir. Bu apaçık bir insanlık suçudur ve bu soykırımın biran önce durdurulması ve yapılanların hesabının sorulması asgarî olarak insanlık görevidir…
Bu duygu ve düşüncelerle konuya göstereceğiniz hassasiyetten dolayı teşekkürlerimizi borç biliriz.                                         
YILMA ŞAHİN Doğu Türkistan İslam Kardeşleri Derneği Başkanı 
DİLAVER CEBECİ’DEN İKİ ŞİİR:
TÜRKİYEM
Baş koymuşum Türkiye’min yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm

Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Emine’m
Mavi boncuk takışına olurum

Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkârım,
Heybelerin nakışına ölürüm

GAZEL
Sükût etsin perişan zülf söyleyen dudag olsun
Bu sinem üzre anin lebleri her dem du dag olsun

Tebessim eyleyub baran döker sahra-yi sevdama
Bulutlar her gece habgahi, seyrangahi bag olsun

Haberdar olmasın varsın benim pinhan sirisgimden
Bu nademsaz gönül ardınca seyreden ayag olsun

Döküp giysularin geçsin güzergah-ı bahtımdan
Niyazımdır güzel başı belalardan ırag olsun

Dilaver razı olmuştur uzaklardan temaşaya
Yeter ki hüsnü var olsun ve şirin canı sag olsun
TÜRK DÜNYASINI AYDINLATAN MEŞALELER:
DİLAVER CEBECİ
Özellikle; bestelenen ‘Türkiye’m’ şiiriyle adını geniş kütlelere duyuran şair, yazar ve akademisyen Doç. Dr. Dilaver Cebeci, 29 Mayıs 2008 tarihinde İstanbul’da geçirdiği kalp krizi sebebiyle yatmakta olduğu hastânede tedâvi görmekte iken 65 yaşında vefat etti. Doğumu: Gümüşhane’ye bağlı Kelkit ilçesinin Dayısı Köyü, 1943
Ailesinin Kırıkkale’ye göçmesi üzerine ilkokulu orada tamamladı. Ortaokulu Merzifon ve Mersin askerî okullarında, Kınkkale’de başladığı lise öğrenimini Erzincan’da tamamladı. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni 1970 yılında bitirdi. Aydın’da öğretmenlik ve Halk Eğitimi Başkanlığı, İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsü’nde öğretim görevliliği, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda neşriyat uzmanlığı, Üsküdar Kız Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde İktisat Tarihi yüksek lisansı ve sosyoloji doktorası yaptı. Marmara Üniversitesi öğretim üyeliğinden, Doçent unvânı ile  emekli olan şairin ilk şiiri 1965 yılında Defne Dergisi’nde çıktı. Şiirleri, hikâyeleri, mensureleri ve mizah yazıları Devlet, Töre, Bozkurt, Türk Edebiyatı, Türk Yurdu, Güney Su, Ortadoğu, Hergün, Yeni Düşünce, Ayrıntılı Haber, Türkiye dergi ve gazetelerinde yayınlandı. 
Dilâver Cebeci, millî ve tarihi motiflerle bezeli lirik şiirleriyle tanınır. Edebiyatımıza ‘Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi’ mizahî tipini kazandırdı. Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi imzasıyla yazdığı yazılarında Türk sosyal hayatına bir 16. yüzyıl Osmanlı vatandaşı gibi bakarak, bu hayatın Türk kültürüne yabancı yönlerini latif bir üslupla hicvetti. Edebiyatımızda uzun ve hikâyemsi mensure türünü denedi ve bu denemelerinde millî romantizmi vermeye çalıştı. 
Yayınlanmış kitapları: A- Şiir kitapları. Hun Aşkı: (1972, ikinci baskısında mensurelerini ekledi, 1984), Şafağa Çekilenler: (1984), Ve Sığınırım İçime: (1992), Kandahar Dağlarında Sabah Namazı: (Kendi sesinden kaset, 1992). Mensureler: Mavi Türkü: (1983). Mizahî yazıları: Devranname:  (Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi imzasıyla, 1984). Oyunu: Büyü (1984). 
İktisat Tarihi ve Sosyoloji konularında makaleleri olan Cebeci’nin ‘Tanzimat ve Türk Ailesi’ isimli bir kitabı 1993 yılında neşredildi. Sözlerini yazdığı ‘Türkiyem’ şarkısı ile gönüllere taht kuran Dilaver Cebeci, vefatından 4 yıl önce düşerek başını çarptığından konuşma kabiliyetini ve hâfızasını kaybetmişti. Zamanla konuşma yeteneğini ve kısmen de hâfızasına kavuşabildi. Ancak, tanıdıklarının hiçbirinin ismini ve kendi doğum tarihi dışında hiçbir rakamı hatırlayamıyor, yazı ve şiir yazamıyordu.   
Edebiyatımızda uzun ve hikâyemsi mensure türünü denedi ve bu denemelerinde millî romantizmi vermeye çalıştı.
Yayınlanmış Şiir Kitapları: Hun Aşkı: (1972, ikinci baskısında mensurelerini ekledi, 1984),  Sitare: (İstanbul, 1997), Şafağa Çekilenler: (1984), Ve Sığınırım İçime: (1992), Kandahar Dağlarında Sabah Namazı: (Kendi sesinden kaset, 1992), Bütün Şiirleri:  (İstanbul, 2007),  Basılmış Mensureler: Mavi Türkü: (1983). Mizahî yazıları: Devranname: (Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi imzasıyla, 1984). Tiyatro Eseri: Büyü: (1984). Diğer kitapları. Türk Şiirinde Kadın: (İstanbul, 1980), Türk’e Dair: (İstanbul, 2001), Ben Kazanga Baremen: (İstanbul, 1999).  Azak’ın Denizatlıları: (İstanbul, 1998), Bahadır Giray’ın Mektubu: (İstanbul, 2000), Kur’an Gerçekleri: (İstanbul, 1996).

 

 

 

Önceki İçerikEritme (Asimilasyon) ve Karışmışlık
Sonraki İçerikÇayırova’dan Dilovası OSB’ye
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.