Gerçek vatan aslında dildir. Vatandan en hızlı, en kolay uzaklaşma, dil yolu ile olur ve hatta en sessizce gerçekleşen yol da budur.
Bir süredir, Türkçe dışındaki dillerin kamu alanında serbestçe kullanımı, özellikle eğitim dili olması yönündeki tepkiler bir kimlik ve demokrasi meselesi olarak öne sürülmektedir. Etnik grupların, kendi dillerini her alanda serbestçe kullanma iddiası bir yandan hukuken yeni azınlık yaratma diğer yandan da her etnik grubun dilinin resmi dil olan Türkçeye eş değer rol üstlenmesinin demokrasi için bir zorunluluk olduğu iddialarına hizmet etmektedir.
Türk Milletinin varlık meselesi olarak kabul ettiğimiz güzel Türkçemizin nasıl ve kimler tarafından yozlaştırıldığını araştırıp sizlere bu konuda bilgi sunmak istedim. Öz Türkçe diye uydurukça kelimeleri dilimize yerleştirmeye çalışanlar kimlermiş biliyor musunuz? Türkiye’de yıllarca beynelmilelci geçinen solcu komünist yazarlar, üniversite hocaları ve onların hempaları.
Bunu iki sebepten yapıyorlardı; birincisi güzel Türkçemizi bozmak ve bu sayede eski ile yeni arasındaki bağları koparmak yani milleti birbirinin dilinden anlamaz hale getirmek, ikinci sebep de dinimiz, inancımız sebebiyle dilimize yerleştirilmiş Arapça kelimeleri atarak onların yerine Frenkçe kelimeler koymak.
Bir millet dilini kaybederse kültürünü, tarihini kaybeder. Bu araştırmayı yaparken Yağmur Atsız’ın “Meçhul Genç Gazeteciye Mektuplar” kitabı elime geçmişti. Kitabı Türk Edebiyatı Vakfı yayınlamıştır.
Yağmur Atsız’ı hiç tanımam. Ancak babası Nihal Atsız’ın eserlerini okuyarak fikri yapımı geliştirdim. Kendisini basından tanıdığım kadarıyla solcu bir yazardır. Ancak değişen dünyada vatanseverliğin, milliyetçiliğin, devletin bölünmez bütünlüğünün ve Cumhuriyetin temel ilkelerine sahip çıkmanın solcusu, sağcısı olmayacağını da öğrendim. Vatan ve millet sevgisi bir ideoloji değildir. Vatan sevgisi imandandır.
Yağmur Atsız’ı da Türk Milletine böyle bir eser kazandırdığı için kendisini kutluyorum.
Yağmur Atsız diyor ki;
“Anadilini bilmeyen hiç kimse yabancı dili de öğrenemez. Zira o şahıs her dilin yabancısıdır. Bundan ötürü ben hep yabancı dilde eğitim veren okulların aleyhinde olmuşumdur. Hazırlayıcı sınıflar diye uygulamaya önce on bir yaşındaki yavruların zihinlerini iğdiş ederler. Daha sonra da Türkçeyi el yordamıyla konuşan körpe diğmalara beş-altı yüz İngilizce, Fransızca, Almanca “kalıp” zerk ederler ve ondan sonra da asıl “tedrisat” başlar.
Böylece daha kendi anadilini öğrenmeksizin bir ecnebi dilin girdisi çıktısı bilinmez caddelerine, meydanlarına ve ara sokaklarına fırlatılıp atılan on-on iki yaşlarındaki çocuklarımız aradan sekiz-on yıl daha geçince hiç değilse kısmen ne oluyorlar bilir misiniz? İri kıyım gazetelerimizin dış haberler servisine mütercim.
Bunlar genellikle makaslama servisleridir. O servislere batı ülkelerinden gazete ve dergi gelir. Onlar da oradan beğendiklerini makaslayıp genellikle mahreç göstermeksizin derc ederler. İşte ahlaki felaketin yanı sıra zihni ve fikri felaket de o zaman başlar. Zira o bahsettiğimiz genç arkadaşlar Türkçe bilmediği için ellerine verilen metinleri çevirmekten acizdirler. Biz bu çocuklara ne verdik ki ne bekliyoruz? bir memlekette klasik lise eğitiminin canına okunursa kendimize ait ne varsa hepsi hakir görülürse, edebiyat hocası olarak odun kafalar öğrencilerine ilk derste Nihat Sami’nin kitaplarını ( tıpkı hitler gibi ama ilericilik namına) yaktırıp kafanızı ölmüş şeylerle dolduramam derlerse, bir dil bir takım mektep kaçkını haytaların eline kalırsa siz artık o gençlerden ne bekleyebilir siniz? Sorabilirsiniz ki kırk-elli yıl sonra seksen milyon Türk nereye gidecek? Güzel Türkçemiz ne olacak? Sümerler nerede? Hititler nerede? Frigler, Aruslar, Elamlılar, Mayalar nerede? Romalılar nerede? O her karış toprağı şehit kanı ile sulanmış mukaddes Anadolu ise -hiç merak etmeyiniz- o da yeni sahipler bulur. Parselleme çalışmaları çoktandır sürüyor. Zaten taptaze bir umursamazlık ve dipdiri bir ilgisizlik içinde tarih sahnesinden kayıp gidiyoruz. Hem de göbek atarak.
Bu rezillik bu pespayelik elbette bir anda başlamadı. “MESELA” kelimesi Arapçadır. Aman öz Türkçeleştirelim diye yerine “ÖRNEĞİN” kelimesini alanlara soruyorum; iyi ama o da Ermenice “ORİNAK” kelimesinden geliyor. Yani Arapçasını atıp yerine Ermenicesini alarak öz Türkçeleştiriyorsunuz öyle mi? Türk milleti nesiller ve asırlar boyu incelterek, yontarak öbür dillere teatide bulunarak Türkçeyi dünyanın en güzel en renkli dillerinden biri haline getirmiştir. Esasen çok sağlam ve inanılmaz derece ifade zenginliğine sahip bu yapıyı büyük Türk bilgini ve Türkolog Max Müller’in değişiyle “bu sanki bir dil bilginleri heyeti tarafından icat edilmiş muhteşem kavramlar ve saygılar anıtını getirmiş o 1939’ların şahikasına ulaştırmıştır. Arkadan gelenler ise elli senede bir tilcik leşleri toplu mezarına dönüştürdüler. Zaman çiplerinin zenginliği yönünden Türkçe dünya şampiyonudur. Bu alanda bütün dillere fark atar. Türkçenin ilim dili olamayacağını söyleyen zavallılar 1890 basımı Türkçe-İngilizce sözlüğünde 93000 Türkçe kelimenin İngilizce karşılığı olduğunu bilirler mi? Öz Türkçe diye yutturmaya kalkıştıkları kelimelerin çoğu uydurukça ve Ermenice, Fenikece ve eski Cermen dillerinden uydurulmuş kelimelerdir.” Böyle diyor Yağmur Atsız.
Türk Dil Kurumu yeni uydurukça kelimeler üretmeye devam ediyor. Mesela, “grip” kelimesi “paçavra” olarak Türkçeye çevrilmiştir. Fakat Paçavra kelimesi Rum kökenlidir ve Türkçedeki karşılığı, “eskimiş bez veya kumaş parçası, çaput” olarak ifade edilir.
Bir milletin dilini bozmaya ve eskidir diye hiç kimsenin uydurukça kelime üretmeye hakkı yoktur.
Türkiye’deki bütün edebiyatçıları, dil uzmanlarını göreve çağırıyorum. Türk Milletinin dilini bozmak isteyenlerle mücadeleye çağırıyorum. Bir milletin önce dilini bozmaya çalışırlar sonra kavram kargaşası yaratırlar. Dedenin dilinden anlamaz torun, isterler ki bölünsün dün ile bugün.
Büyük düşünür rahmetli Gaspıralı İsmail bütün Türk Dünyası için “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” çağrısı yaparken biz Türkiye Cumhuriyeti içerisinde birbirimizin dilinden anlamaz hale getirilmek isteniyoruz.