Türk Dili Davası

86

 

Türk Dili’nin bir çıkmaza sokulduğunu hepimiz biliyoruz. Bu mes’elede söylenmedik söz kalmadığı malûm. Ne kadar söylense yeridir. Bitip tükenecek bir mevzu değil. Hepimizin bir parçası olan dilimizin hakkında ne kadar alâka duysak azdır. Basına bir göz attığımızda, dilimizin hazin hâlini dile getirmeyen neşriyat yok gibi.

Bâzıları üzülmekte, kimileri de, Türk Dili’ni yola yordama sokuyoruz inancıyla bir yol tutturmuş gidiyor. Bu, öyle alâka çekici bir mevzu ki, siyasî dergiler bile dil için, geniş bir yer tahsis etmekten geri kalmıyor. Âdeta buna, kendilerini mecbur hissediyorlar. Şüphesiz yerden göğe haklıdırlar.

Belki millî davalarımızın en başında yer alması lâzım gelen Türk Dili Davası, tazeliğini hiç kaybetmiyen bir mes’elemizdir. Hattâ her gün tazeliğini yenileyen, her gün kendisinden bahsetmekte fayda umduğumuz, üstelik hepimizin durgunlaşmasını dört gözle beklediğimiz bir mevzu.

İşte bunun içindir ki, Türk Dili Davası hemen her gün basında boy göstermekte. Çünkü biliyoruz ki, o istikrarlı bir vaziyete  kavuşmadıkça fikir ve düşüncelerimiz, ifade gücünü bulamaz. Bu durumda, birlik de hâsıl olmaz. Birlik olmayınca, yani gaye ve hedefte yekvücut olmayınca; ileriye sağlıklı bir biçimde hamle etmemiz de imkânsızdır.

Değil ileriye gitmek, bu şekil devam ederse yerimizde bırakılmıyacağımız dahi kulağımıza küpe olmalı. Zira dilimiz keşmekeş bir vaziyette. Demek ki, teşhiste her fikir sahibi ittifak hâlinde. O halde alıp veremediğimiz nedir? Önce bunu bilelim. Bu ise, “Türk Dili’nin nasıl bir yönde gelişmesi lâzım?” şeklinde kendini göstermekte.

Teşhis malûm, sebep ne olursa olsun dilimiz bugün, madem ki bir karışıklık içinde. Öyleyse onu bu üzücü halden kurtaracak gidişat ne yönde olmalı? İşte yolların ayrıldığı nokta burası.

Bazıları, dilin arı bir hale getirilmesi fikrindedirler. Bunlar yabancı kaynaklı kelimeleri atmayı, yerlerine kendi buluşları olan kelimeleri koymayı istiyorlar. Bunda küçümsenmiyecek derecede başarılı  da olmuşlardır.

Büyük bir kısım ise, dilin mevcut şekliyle muhafazasını düşünüyor. Şayet bir değişiklik olacaksa, dilin kendi tabii gelişmesiyle olmalıdır tezini ileri sürüyorlar.

Birinci tezi, yani dili arı bir şekle sokmak, yabancı kelimeleri dilden uzaklaştırmak istiyenlere gelince; dilin anlaşılır hale gelmesine bir diyeceğimiz yok. Fakat bunun için dili zorlamamalı, sun’î müdahalelere kalkışmamalıyız. Aksine, lisanın kendi başına kozasını örmesine fırsat vermeliyiz. Bu fırsat yabancı menşeli kelimeleri dilimizden atmak şekline bürünmemeli. Zaten son büyük şair ve yazarlarımız, aynı dil siyasetini gütmüşler ve bizler henüz bu fecî dil keşmekeşine düşmeden evvel onlar; Türk Lisanı’nı kendine has, tabii bir sadeleştirmeye doğru götürmüşler ve bunda da muvaffak olmuşlardır. Onların yolunu hepimiz takdirle karşılıyor, yaptıklarını Türk Dili’ne hizmet sayıyoruz.

Edebiyat Tarihi’mize mal olmuş o büyük simalar da, lisanın anlaşılır bir hâle gelmesini istemiş. Fakat bunu gerçekleştirmek için, dile müdahaleyi akıllarının ucundan dahi geçirmemiş. Ancak dilin saçtığı ışıktan ilham alarak, doğru yolu bulmuşlar. Şüphesiz onların eserlerini süsleyen kelimelerin çoğunun menşeini Arapça veya Farsça teşkil ediyor. Dikkat edelim “menşeini” diyoruz. Türk Kültürü’ne geçmiş binlerce kelime menşe’ itibariyle Arapça ve Farsça’dır. Ama görünüşleriyle, yoksa mâna bakımından daha çok bizim verdiğimiz

anlamları içermekte ve taşımaktadırlar.

977

Çünkü giren kelimeler; bizim damgamızı taşıdıklarından bazen şeklen ve çok defa rûhen asıllarından uzaklaşmış bulunuyorlar. Fetihler yaparken, kelime fethinden de geri kalmadık. Fakat aldıklarımızın da esiri olmadık. Aldığımız beldelere paralel olarak, kelimeleri de kendimize bağlamasını bilmiş. Bize has lisan incelikleriyle bezeyerek dilimize katmışız. İşte bu noktaya vâkıf yazar ve şairlerimiz Arap ve Fars Dilbilgisi’ne ait unsurları dilden çıkarmışlar fakat milletin damgasını taşıyan kelimeleri, başkalarının saymamışlardır.Bu şekil bir sadeleştirmede hem fikir olabiliriz.

Birinci tez sahiplerinin; menşei yabancı kelimeleri tasfiye ederek Türk Dilbilgisi kaide ve kurallarına uymayan kelimeleri, onların yerine koymak istemelerini hoş karşılamıyor, son derece zararlı buluyor. Ayrıca millî bütünlüğümüzü zedeleyici bir neticeye ulaştırmasından endişe ediyoruz.

Sebebine gelince, lisan en büyük, en doğru ve en güzel müşahittir. Çünkü, milletin tarihi boyunca geçirdiği değişikliklerden aynen geçmiş; âdeta onunla mukadderat birliği yapmıştır. Bunun içindir ki, her kelime, her söz, her tabir milletin mazisinden bir şeyler alıp getirmiştir.

Bu yüzden lisanda açılan en ufak bir gedik, millet bütünlüğüne zarar verici bir mahiyet arzeder.

Bizler, lisanımızın bize naklettiği hakikatlerle kendimizi bildik, düşmanımızı tanıdık, dostumuzu sevdik. Lisanın bu objektif projektörlüğüne en ufak bir gölge düşürmek bile doğru değil.

 

 

 

Önceki İçerikHac Yeniden Doğmaktır (1)
Sonraki İçerikDokumuz Sonsuza Dek Değişti mi?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.