Milletçe erişmek istediğimiz bir hedefimiz var: Çağdaş medeniyet seviyesi…Yıllarca bunun için çırpındık durduk. Hala da çalışıyoruz. Yine de henüz gerçekleştiremedik! Şüphesiz ümitsiz değil, fakat milletçe üzgünüz.
Bunun önce kendimiz olmak üzere çok sebepleri var. Biri ve en önemlisi de, dış dünyaca engellenmek istenmemiz ve bir türlü, kendi başımıza bırakılmayışımızdır.
Evet Türkiye, baş mes’elesi ile uğraşacak zaman ve zeminden hep uzak tutulmaya çalışılmış ve halen de çalışılmaktadır. Bunun son örneğini, dünyaca ünlü medar-ı iftihar ve milli övüncümüz; meşhur Türk Profesör Oktay Sinanoğlu, 25. XI. 1995 günü, saat 8.00’de TGRT’de yayınlanan bir programda yaptığı konuşmada, gözler önüne serdi.
17 Temmuz 1963 gün ve 278 sayılı yasa’yla kurulmuş, Başbakanlık’a bağlı özerk bir devlet kurumu olan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu olan TÜBİTAK’ın kuruluşunda öncülük yaptığını söyleyen değerli Prof. Oktay Sinanoğlu, TÜBİTAK’la ilgili tüzüğün başına, hedeflerini gösteren bir madde koydurur.
İşte, ne olduysa ondan sonra olur! Ortada henüz fol yok yumurta yokken, daha bir şey ortaya konmamış, bir ilerleme ve buluş için bir adım bile atılmamışken; sırf bir hedef tayin edilmiş olması dahi, ABD’ni harekete geçirmeye yetiyor!
Yetkili bir Amerikalı, TÜBİTAK’la alakalı profesörlerle hemen temasa geçip, onları sık sık evine davet etmeye başlıyor. Davetliler arasında Prof. Sinanoğlu da vardır.
Sohbetlerden birinde Amerikalı yetkili, TÜBİTAK’ın kuruluşuna sözü getiriyor ve “hedeften” bahseden maddenin yersiz ve gereksiz olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Prof. Sinanoğlu, hedef belirtmenin zaruret ve ihtiyacını dile getirerek bu görüşe karşı çıkıyor. Tabii bir daha da böyle toplantılara çağrılmaz oluyor.
Devam eden bu çeşit toplantılarda, Amerikalı yetkili, ne yapıp ediyor, Profesörlerimizin kafasına girip, sonuçta TÜBİTAK’a hedef tayin eden maddenin yersizliğine onları inandırıyor ve o maddenin tüzükten çıkarılmasını -maalesef- sağlıyor.
Halbuki, aynı konuşmada sayın Prof. Sinanoğlu’nun da belirttiği gibi ABD’nde, zaman zaman ilim adamları çağrılır ve onlara hedef gösterilerek, projeler hazırlattırılır. Daha sonra, bu hedefler el altından basına sızdırılarak, yayınlar yoluyla kamuoyu oluşturulur. Böylece Devlet’in bu istenen hedefler doğrultusunda çalışması gerektiği yazılıp çizilir.
Zaten halkın yararına ve halkla işbirliği içinde çalışan üniversiteler -aslında devletin göstermiş olduğu- bu hedefleri gerçekleştirmek için, her dalda her türlü yoğun bir araştırmaya girişir.
Böylece, araştırmaya büyük önem veren ve bunun için, her milletten bilim adamını kendi ülkesinde toplamasını bilen Amerika; ilimde öncülüğü sayesinde süper güç olmayı başarmakta ve bu vasfını -şimdilik- sürdürmektedir. Bunu yaparken de, hiçbir İslam ülkesi, özellikle Türkiye’nin bu yolda masumane bir adım atmasına bile tahammül edememektedir!
İşin daha başında onu söndürmekte; başaramazsa; bu sefer girişimi hedefsiz kılmakta; teşebbüsü kısır döngü haline koymakta; dostlar alış verişte görsün kabilinden, kör bir meşgale durumu almasını temin etmektedir.
Fakat nafile, hiçbir güç bu milletin ve bu devletin gelişmesini önleyemeyecek; belki biraz geciktirecek o kadar. Bunun asıl sebebi görüldüğü gibi, hep dış kaynaklı.
Buna rağmen teknikte, çağdaş devletler seviyesine erişmek üzereyiz. Endişeye mahal yok. Ümitsizliğe ise asla. Çünkü:
320
Gölge etseler de,
Yükselecek Türkiye.
Ağyarın rağmına,
Kanatlanacak yarınlara.
Oldukça teslimiyet içre;
Ebedi Yar’ına.