Truva Atı

99

 

Hatırlayalım: Rusya 24 Nisan 1877’de Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştı da Romenler, Sırplar, Karadağlılar  ve Bulgarlar gecikmeden Rusya’nın yanında yer almıştılar.  Tıpkı bugünkü dost bildiğimiz dost sandığımız küçük büyük onca devletin Yunanistan’ın, Kıbrıslı Rumların, Ermenistan’ın ve bölücü terörist grupların yanında yer aldıkları gibi.

Batı’da Plevne’de ve Doğu’da yer yer büyük başarılar kazanıldı. Fakat Osmanlı Devleti’nin maddî durumu çok bozuktu. Bu yüzden cephelerden çekilmek zorunda kaldı. Oralardaki Müslüman – Türk halkı sâhipsiz, hâmisiz ve korumasız duruma düştü. Onbinlercesi başı boş bir sel gibi yollara döküldü. Anavatan’a sığınmak üzere can havliyle yollara koyuldular. Nesi var nesi yoksa oralarda bıraktılar. Yanlarına çok az şey alabildiler. Perişan hâlde yarı çıplak yarı aç bitkin bir vaziyette İstanbul’a doğru yürüyüşe geçtiler.

Toparlanacak vakit bulamayanlar düşman çizmeleri altında ezildi. Malları yağma edildi. Çoklarının ırzlarına tecavüz edildi. Göç edenler dışında kalan milyonlarca Müslüman-Türk; imha edile edile bugün Balkanlar’da yok denecek kadar az nüfus kaldı.

Canlarını güç bela İstanbul’a atan Muhacirler / Göçmenler mümkün mertebe düzenli şekilde Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleştirildiler. Böylece Balkanlardaki Müslüman –  Türk nüfusu kar gibi erimeye; daha doğrusu eritilmeye başlandı.

İnsanlarımız perişan edildi. Aslında TAM BİR TÜRK SOYKIRIMI YAPILDI. O günleri unutanların ise bugün; çalımından geçilmiyor. Hem suçlu hem güçlüler.

X

Durum bu merkezdeyken, büyük ümitlerle açtığımız ilk meclis tam bir arenaya dönüşmüş. Mecliste ne birlik ne dirlik kalmış. Ne de vatana millete deva olacak bir gayret ve çabanın içine girilmişti. Aksine ayrılık gayrılık güdenlerin Osmanlı Devleti’ne karşı küstahlıklarından  geçilmez olmuştu. Sen – Ben kavgası mecliste ayyuka çıkıyor. Olup biteni halk şaşkınlıkla izliyor. Olanlara bir mânâ veremiyordu.

Kısaca Mecliste tam bir kargaşa hüküm sürüyordu. Çünkü Meclisteki konuşmalar; parti adına yapılması gerekirken herkes kavmiyetini  ön plâna çıkarır, onun mücadelesini yapar olmuştu.

Anayasa’da geçen şahsî / bireysel hürriyet yanlış anlaşılıyor veya anlaşılmak isteniyor. Bunu gayri müslimler millî hürriyet şeklinde algılıyor. Özerklik ve bağımsızlık şeklinde yorumluyor. Devlet içinde devlet olmanın hayâlini kuruyorlardı.

Anayasa icabı resmî dil Türkçe iken, Ermeni ve Rum mebusları / milletvekilleri kendi dillerinin de resmî dil olması peşinde koşuyorlar. Âdeta içinde bulundukları devlete karşı bayrak açıyorlardı. Tabii bütün bu hurûç ve çıkışlarda Batı’lı devletlerden aldıkları teşvik, destek ve kışkırtmaların rolü büyüktü.

Her mebus kendini topyekûn Osmanlı Devleti’nin, Osmanlı memâlikinin yâni mülk ve memleketinin mebusu olarak görmüyor! Kısır çekişmelere sebebiyet veren sırf kendi kavminin problem ve mes’elelerini söz konusu ediyordu!

X

Hani herkes  “Osmanlıyım.”  diyecekti. Demediler! Hepsi ayrı telden çalmaya başladılar. Birlik ve beraberliği topa tuttular. İmparatorluk bünyesinde delikler açtılar. Hepsi kendi başlarının çâresine bakmak istediler. Hem kendilerini hem de Osmanlıyı ateşe attıklarını düşünmediler. Emperyalist devletlerin elinde oyuncak  olacaklarını  -nitekim fazlasıyla oldular-  hiç hesâba katmadılar. Pirince gideyim derken evdeki bulgurdan oldular.

2374

Ama unutmasınlar ki, hâlâ Osmanlı’nın âhı Balkanları ve Ortadoğu’yu yakıyor. Âhhh bir bilseler. Nitekim biliş emareleri görülüyor. Kendilerine geliyorlar yavaş yavaş. Bir mûsibet bin nasîhat ve öğütten yeğmiş dercesine uyanışa geçmiş bulunuyorlar. Ne diyelim darısı içimizdeki gâfil ve şaşkınlara.

X

İşin sonuna bakacak olursak; her şey, her olay ve hâdisede nasıl bir hikmet / İlâhî irade ve gâye olduğu böylece açığa çıkıyor. İnsanlar gibi milletler de kemâle / mükemmelliğe / akıllarını başlarına almaya doğru yol almış oluyorlar.

İşin sonuna bakınca çekilen mihnetlere doğrusu değiyormuş be dostlar diyesi geliyor insanın.

X

Bugün de Meclisin öyle bir hâl alması istenmiyor mu? Yıkıcı bölücü faâliyetlerin yapılacağı; nitekim yapıldığı bir yer olsun diye içimizde dışımızda bunun için çalışılmıyor mu? Bölücü ve yıkıcı unsurların bu hâlleriyle Mecliste boy göstermeleri; nitekim gösteriyorlar, dış güçler tarafından telkîn edilip kulaklara, sinsice ne kelime, açıkça fısıldanmıyor mu?

Son Türk Kalesi Anadolu; içinden fethedilmek istenmiyor mu?

Bunu gerçekleştirmek için, anlamı herkese göre değişen DEMOKRATİKLEŞME denen şey; TRUVA  ATI olarak kullanılmıyor mu?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki İçerik3 Mayıs
Sonraki İçerikMuhafazakar Sanat mı Dediniz?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.