Toplumumuzun Kaybolmuş Figürleri(I) / Külhanbeyleri

105

Külhan Türk hamamlarının önemli bir bölümüdür. Hamamda kullanılan sıcak su bu alanda ısıtılırdı. Büyük bakır tekneler içindeki su, burada odun ateşiyle kaynatılırdı.

Hamamın bütün bölümleri, külhandan gelen sıcak havanın galeriler vasıtası ile her yere dolaştırılarak,  ulaştırılmasıyla ısıtılırdı. Bu sıcak hava kanallarına cehennem adı verilirdi.

Genelde kış aylarının olumsuz ve soğuk günlerinde evi, barınacak yerleri olmayan, başı boş, yersiz, yurtsuz kimseler, belli bir  sınava tâbî tutulup bunu başardıklarında, hamamın külhan bölümünde kalmaya hak kazanabilirlerdi.

Külhana yeni gelen ve sığınmak isteyen kişiye iki basamaklı bir uygulama  yapılırdı;

İlkin Külhanbaşı, yeni gelene boş bir torba verirdi. Bu torbayı alan aday şeker, un, pirinç ve yağ dilenerek sokak sokak gezer torbayı doldurunca da külhana dönerdi.

İkinci olarak külhanda üç tane lenger çıkarılırdı. İkisinde pilav, birinde de helva yapılırdı. Külhanın eski sakinleri kaşıklarıyla tencerelerin etrafına oturur, deste başının (külhanbaşı) besmelesiyle, yemeğe başlarlardı. Yeni aday ayakta bekler ve gereken hizmetleri yapardı. Yani su, tuz ve ekmek servisi gibi.

Yemek sona erince, yeni gelen de yemek yer ve duaya geçilirdi. Daha sonra hep beraber külhana özgü bir deyişi hep beraber söylerlerdi ve hû çekerlerdi. Bu deyiş şöyle başlardı;

 “Bu ocağın adı külhandır.
Yersiz, yurtsuzlara mekândır.
Nice erler yetişmiş candır.
Kim bilir şimdi nerde, pinhân(sır)dır.

…”

Daha sonra Layhar’ın gömleği olarak bilinen büyük boy bir gömlek ortaya getirilir, son gelenle eskilerden biri aynı anda bu gömleğin içine girerlerdi. Gömleğin yakasından iki kafa çıkarken, sol taraftaki yeni gelenin kolu gömleğin sol kolundan, diğerinin kolu ise  gömleğin sağ kolundan çıkardı.

Külhanbaşı ” işte biz böyleyiz, burada senin benim olmaz. Bir vücudun, birimiz sağ birimiz sol kolu gibiyizdir” der. 

Son olarak herkes, baş, işaret ve orta parmağının arasına bir lokma ekmek alır tuza banar ve yerdi. Pirleri Layhar için Fâtiha okuyarak töreni bitirirdi.

Burada yaşamını sürdürenlere külhanbeyleri denirdi.

Ancak 1700’lü yıllardan sonra külhanbeylerinin büyük bir değişimle dejenere oldukları görülmüştür, daha önce yumuşakbaşlılık ve  ianelerle yaşamlarını sürdüren bu insanların bir bölümü, işi haydutluğa ve zorbalığa dökmüşlerdir. Giderek kendilerine özgü konuşmaları ve kılık kıyafetleriyle toplumun yasadışı ve istenmeyen kişileri olmuşlardır.

Jargonları, Türk argosuna önemli kazanımlar sağlamıştır. Dilleri,  kofi atmak, palavrayı tutturmak, cicozu çekmek, tabanı yağlamak, kandil söndürmek, tahtalı köye postalamak, çakıştırmak gibi sözcüklerin yanı sıra zamanla küfürlü bir üsluba dönüşmüştür. 

En çok bilinen ve  günümüze ulaşan,  bazı eski orta oyunlarında, karagözdeki  külhanbeyi nârasıdır ki hâlâ temsillerde, sinemalarda ironik sahnelerde karşımıza çıkar : ” Anamı kesen ben! Babamı kesen ben! Sülâlemi doğrayan ben! Var mı bana yan bakan?”

Görüldüğü gibi bu ifade, külhanbeylerinin yaşadıkları cemiyetten,  Türk töre, örf, anane ve inancından ne kadar kopuk olduklarını anlatan en iyi  göstergelerden biridir.

Külhanbeylerinin giyim kuşamları da kendilerine has özellikler taşırdı. Kolları bol, göğsü açık, kirli, beyaz mintan, bellerinde kuşak, bol paçalı siyah pantolon ve yumurta topuklu yemeni giyerlerdi. Ceketlerini giymez, omuzlarına asarlardı. Fesleri bir gözlerinin üstüne düşük olarak giyerlerdi.

Yürümeleri de değişikti. Kabara kabara bir omuzları öne sarkık olarak yan yan, çağanoz gibi yürürlerdi.

Sağa sola sataşmak, sarkıntılık, hırsızlık, soygunculuk, sarhoşluk ve sahtekârlık sıradan günlük işleriydi. Her gün ya karakol görevlisinden ya da mahallin kabadayısından bol bol dayak yerlerdi.

Birbirlerini lâkapları ile tanırlardı. Arakçı, Ciroz,  Kılçık, Nargileci gibi.

Çağdaş toplumsal düzenlemeler, külhanbeylerinin yaşam alanlarını ortadan kaldırmıştır. Bu zorba ve haylaz tayfaları tarihe karışmışlardır.