Turgut Özal döneminde uluslararası rekabete açılan Türkiye’de şirketler ve kurumlar arasında toplam kalite sistemi rüzgârı esmeye başlamıştı. “Toplam kalite sistemi” kurarak rekabet gücünü artırmak düşüncesiyle şirketlerde eğitimler başlamıştı.
Böyle bir toplantıda eğitimi veren Japon uzmana bizimkiler sormuşlar: “Siz bunları bize öğretiyorsunuz ama ileride bu sistemi uygulayarak size rakip olacağımızdan korkmuyor musunuz?”
Japon uzman gülümseyerek cevap vermiş, “Bilmek başka, uygulamak başka. Siz bu sistemi bizim kadar iyi uygulayamazsınız” demiş.
Gerçekten Toplam Kalite Yönetimi (TKY) sisteminin teorisini geliştiren Deming aslında ABD’li idi ve fakat burada sistemi uygulama imkânı bulamamıştı. 2. Dünya Savaşında yenilen Japonlar, 1950’den itibaren Deming’in öncülüğünde yaptıkları çalışmalarla müthiş bir endüstriyel gelişme sağladılar.
Sadece ürünlerde değil, üretim süreçlerindeki kalitede sağlanan iyileşme ile giderleri azaltıp, verimliliği artırarak pazar payını artırdılar.
Deming “geleneksel yönetim tarzını kemiren ancak alışkanlık yapmış hastalıkları çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. Kalite için herkesin elinden geleni yapmasının yeterli olmadığını; en başta üst yönetim olmak üzere köklü bir zihniyet değişiminin ve tüm organizasyonu kavrayacak kültürel bir değişimin gereğini savunmuştur.”
Bu kültür değişimini gerçekleştirmeden sistemi uygulamaya kalkan, İzmit’te yerleşik bir şirketimizde Kalite Çemberleri (KÇ) kurulmuştu. Bir süre sonra alışkanlıklarına aykırı bir takım işlerden rahatsız olan çalışanlar değişime direnmişler ve hatta KÇ ibarelerinin karşısına “Kerizler Çalışır” açıklamasını yazmışlardı. Daha sonra bu şirket TKY’ne geçişten vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Demek ki bir zihniyet değişimi olmadan daha gelişmiş bir sistemi uygulamak mümkün değildi.
Kalite Çemberlerinin esası, her kademeden uygulayıcıların en saçma fikirlerinin bile serbestçe tartışıldığı beyin fırtınaları ile yeni fikirler geliştirmektir. Bu ise ast veya üst demeden herkesin birbirinin fikirlerine saygı göstermesini gerektirir.
Bu saygı gösterimi, kartvizitini bile saygıyla sunan bir toplumda kolay olabilir ama “memlekete kapitalizm gelecekse de biz yaparız, komünizm gelecekse de biz yaparız. Siz haddinizi bilin” kültüründen yetişmiş olanlar için o kadar kolay değil.
Toplam kalite sistemi “bir işi en iyi yapan bilir” inancına dayanır. İşi daha iyi ve verimli yapmak için, bizzat işi yapanların düşünmesini ve teklif üretmesini teşvik eder.
Oysa “bana düşünen adam lazım değil, düşünmek benim işim. Bana benim talimatlarımı uygulayacak adam lazım” diyen yönetici tipinin Toplam Kalite Yönetimini uygulaması mümkün olamaz.
TKY’de kurallar herkes içindir. Toplam Kalite sisteminde yapılan bütün işlerin nasıl yapıldığını gösteren “prosedür ve talimatlar” hazırlanır. Bunların hazırlanmasında bizzat uygulayıcılar ağırlıklı olarak yer alır. Ancak uygulanmamasından bunları hazırlayanlar da dâhil, hatta öncelikle bunlar sorumludur.
Şimdi aşağıdaki haberi okuyalım. Bu ülkede toplam kalite ve hukuk uygulamalarında neden sıkıntı yaşanıyor anlayalım:
- Milletvekili araçları kural ihlali yapsa dahi, ceza kesilemiyordu. Milletvekillerine ”Trafikte ceza yazılamaması” uygulaması genişletilerek vekillerin ikinci arabaları için de ceza muafiyeti getirildi. İkinci aracının plakasını trafiğe bildiren milletvekillerine, ceza yazılmayacak. Böylelikle genellikle milletvekillerinin eş ve çocukları tarafından kullanılan ikinci araçlar da dokunulmaz olacak.
- Petkim’de yanıcı ve patlayıcı gazların bulunma ihtimali olan fabrika sahalarına motorlu araçlarla girilmesi yasaktı. Bir gün Başmühendisi olduğum fabrikanın sahasına Fabrikalar Müdürümüz aracıyla girdi. Hemen formeni gönderip uyardığımda aldığımız cevap hayal kırıcıydı: “Bize yasak değil.“
Objektif kuralları bile kişiselleştirerek buradan bir şahsi statü elde etmenin hazzını yaşamak için kuralları altüst etmek, riski bir yana, tam bir geri kalmışlık göstergesi olsa gerektir.
***
HUKUK KURALLLARI VE UYGULAMA:
Hukuk sistemimizde temel kurallar olarak dünyanın gelişmiş ülkelerindeki kuralları aynen benimsemişiz.
Ancak dünyanın her yerinde trafikte kırmızı ışıkta durulur. Benim ülkemde kırmızı ışık yandığında insanlar hızlanarak geçer. Hindistan’da ise ışıkların hiçbir anlamı yoktur.
Demek ki kuralların olması, hatta mükemmel kuralların olması yeterli değil. Uygulama çok önemli.
Toplam kalite sistemi önceki sistemlerin bir üst modelidir. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü anlayışı da, ilkel demokrasi uygulamalarının üst modelleridir. Üst modelleri uygulamak için modelin gerektirdiği kültürel altyapıyı benimsemek ve yerleştirmek gerekir.
Bunu ancak kültürümüzün içinde yer alan bazı köklü alışkanlıklarımızı değiştirerek başarabiliriz. “Hukuk devleti” ve daha da ötesi “hukukun üstünlüğü” ilkesini içselleştirmemiz lazım.
Kırmızı ışıkta durulacağını ve bu kuralın kişilere göre değiştirilemeyeceğini kabul etmeye mecburuz.
*****
HUKUKUMSU DEVLET: Taha Akyol son yazılarından birinde adeta isyan ediyordu. “Dünyada bir hukuk devleti veya hukukumsu bir devlet var mıdır ki, yedi ay arayla iki yargı paketi çıkarsın. Hem de birbirine tam zıt istikamette” diye. Gerçekten Adalet Bakanı Bozdağ’ın bile kabul ettiği gibi bir yap-boz durumu var.
Hukukun “istikrar, güven, öngörülebilirlik” gibi evrensel ilkelerine dayanarak Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi iptal eder. Fakat bunu yapanlar “AYM kararları geriye yürümez” ilkesine dayanarak “atı alan Üsküdar’ı geçti” diyecek.
Tıpkı HSYK düzenlemesinde olduğu gibi. AYM’nin iptal kararına rağmen istedikleri kadrolaşmayı sağlamışlardı.
Bir hukuk devletinde “mahkeme kararlarını uygulamamak suç olmaz” diye kanun çıkarılabilir mi? Bırakın böyle bir kanun çıkarmak akla bile getirilmesi mümkün olmayan böyle bir kanun çıkardılar. AYM iptal etti.
Bazı üst düzey atamalarla, güvenlik güçleri atamalarına karşı, “Mahkeme yürütmeyi durdurma ve iptal kararları verirse hükümet bu kararları iki yıl süreyle uygulamayabilir” diye kanun çıkardılar. Bu akla ziyan kanunu da AYM iptal etti.
Bu iptalleri “10-15 hâkim milli iradenin çıkardığı kanunları nasıl iptal eder?” diye eleştirenlerin “hukuk devleti” kavramından ne kadar habersiz olduğu ortada.
Milli Eğitim’de Cumhuriyet tarihinin en büyük müdür kıyımı yapılırken, hem de 2 ay önce atanmış yandaş İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri yetkililerinin sübjektif puanları ile sözde “performans değerlendirmesi” yapılarak hukuk ve adalet katlediliyorsa hükmümüz bellidir: Sistemimizin en önemli meselesi bu hukuk tanımazlıktır.
Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı verdiği bir yönetmelik hükümlerini hala uygulamaya çalışan, ataması yapılan 1709 şube müdürü atamasını iptal etmeyerek Mahkeme kararını uygulamayan yetkililer varken kuralları tartışmanın pek bir anlamı yoktur.
Bu arkadaşlar “ben kırmızı ışıkta geçerim, bana kurallar işlemez” diyor. Mesele budur.