Kimi aklî ve felsefî ilimlerle haşir neşir olur.
Bu yolla, hakikat ve gerçekleri arar.
Bazen de, tarikat ve hakikat yolunu seçer.
Böyle bir yola koyulur.
Tarikat yoluna girerek,
Sadece kalben yol almaya başlar.
Fakat, önceden aklı fikri felsefe ile meşgul olduğu için;
Mânen bir tatminsizlik ve doyumsuzluk içindedir.
Bu yüzden:
Hem kalben, hem aklen hakikat peşinde koşan;
Hakikat arayıcılarına takılmak ister.
İster ama, onların her birinin,
Birbirinden farklı çekici özellikleri vardır.
Bu duruma hayret etmekten kendini alamaz.
Tam bu haldeyken, İmam-ı Rabbanî’nin:
“Tevhid-i kıble et!” / “Yalnız bir üstadın (yol göstericinin) arkasından git!”
Hayat-bahş sözünü hatırlar.
Fakat birden kalbine:
“Hakikî / asıl üstad / yol gösterici Kur’an’dır.
Tevhid-i kıble / tek kıble, tek yol gösterici; bu üstadla olur.”
İlâhî tespiti gelir.
Böylece hem kalbi, hem rûhu;
Garip bir şekilde yol almaya başlar.
Şek ve şüpheleriyle manevî ve ilmî bir mücahedeye girişir.
Gözü kapalı olarak değil,
Belki İmam-ı Gazalî, Mevlâna Celâleddin ve İmam-ı Rabbanî gibi,
Kalp, rûh ve akıl gözleri açık olarak;
Manevî bir çoşkunlukla, kendinden geçen zâtların;
Akıl gözünü kapadığı yer ve makamlarda,
Gözü açık olarak gezer.
Kur’an’ın dersi, irşadı ve yol göstermesiyle;
Hakikata gerçek bir yol bulur.
Çünkü:
“Her şeyde O’nun (Allah’ın) birliğine delil olan bir alâmet,
İşaret ve gösterge vardır.”
Özellikle, hayat sahibi her varlığın cephesinde;
En büyük, en parlak sikke;
Onun canlı ve hayattar olma keyfiyetidir.
Böylece
Mevlâna Celâleddin,
İmam-ı Rabbanî ve
İmam-ı Gazalî gibi,
Akıl ve kalp ittifakı / birliği ile giden her insan;
Herşeyden evvel, kalp ve rûhun yaralarını tedavi eder.
Nefsin evham ve vehimlerinden
Kendini kurtarır.
Ve asıl hakikate kavuşur.