Terörün Arka Planı

86

 “Fa’tebiru ya uli’l-ebsar.” (Haşir Suresi, 2.Ayet:) “İşte ey akıl ve basiret sahipleri siz (bundan) ibret alın.” (Balıkesirli Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, 3. Cilt, 8. Baskı, İstanbul – 1974  s: 1022)  

Yani, ey akıl sahipleri, zahir / dıştan, batına / içe geçiniz. Görünende, görünmeyeni görünüz. Dıştan içi seziniz. Kabukta takılmayıp, çekirdeğe yöneliniz. Öze yol bulunuz.

 İşin arkasını keşfediniz. Kısaca söylemek gerekirse, can gözünüzü açınız. Onunla görmeye çalışınız. İşte asıl basiretlilik budur.

Göz dışı, basiret içi görür, gösterir. Dışı gören malumat sahibi, içi gören ise hikmet ehli olur. Esas olan, olayın yüzeyinde kalmayarak, onun arkasını görebilmektir.

Olayların dışını ve oluş seyrini görmek herkesin, bu hadiselerden beklenilen hedef, gaye ve maksadı görmek ise, basiret sahiplerinin karıdır. İnsan ise, olayda, gayeyi görebilendir.

Olaylardan beklenen sonucu, sonuçtan önce çıkarandır. Çünkü olayların yüzeysel şekline bakanlar, olayların güdümüne girmekten kendilerini alamazlar. O, olaylara değil, olaylar ona hakim olur. Bu da insanı, kör dövüşe iter.

 Bir hadisenin meşru olup olmadığı, gayesinin yücelik ve düşüklüğüne bağlıdır. Nice vahşi görünüşlü olaylar, mahiyet ve gayesinin yüksekliği nispetinde zihinlerde takdir edilen ve desteklenen bir durum arz eder.

“Es-sebebü ke’l-fail.” / “Sebep olan yapan gibidir.” Evrensel prensibi çerçevesinde hadiselere bakılmadıkça, olayların girdabında boğulmaktan kurtulamayız.

Nitekim, 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli ilçelerini basıp, resmi binalara ateş ederek ve halkı tarayarak Türkiye gündemine fiilen giren PKK terör hareketinin de gerçek yüzünü görmek için, bir çeyrek asrı geçen zaman zarfında, Türkiye sathında dehşet saçan, binlerce masumun ölmesine ve on binlercesinin zarar görmesine sebep olan, kanlı terör örgütünün arkasında, sinsice gizlenen ve masumane haklar peşinde koşuyormuş izlenimini veren, sathi ve sahte görüntünün altında, nasıl yıkıcı ve bölücü bir senaryonun yattığının farkına varmak gerek.

Zaten gerçek basiretlilik de budur.

Nitekim, “Öcalan’ın hareketlerini takip edenler, PKK’nın sadece bir mevzi kazanmak, mesela: Kürtçe eğitim, Kürtçe televizyon yayını gibi  -aslında uygulanması da mümkün olmayan-  isteklerin yerine getirilmesiyle avunmayacağını bilirler.

 Federasyon gibi bir talep de Öcalan’ın ihtirasını dindiremeyecektir.” (Ürperten İtiraflar, Röportaj: Arslan Tekin, 15 Eylül 1996, Türkiye.)

Hattı zatında terörün arka planında yer alan ve istenen gaye ve hedef  “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni parçalamak ve tarih sahnesinden silip atmaktır.

 Bunun da yolu “Beylik veya Tavaif-i Müluk (Devletçikler) mukaddemesi (öncesi) olan muhtariyet (özerklik)…gibi gayr-ı ma’kul (ma’kul olmayan) fikirlerde bulunan…”ların (Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Reçeteler II (Tenvir Neşriyat) İstanbul – 1990, s: 37) mevcudiyetinden geçer. Zaten zehiri de altın kadehle sunarlar.

İnanın, dış güçlerin asıl hedefi, kursaklarında kalıp, bir türlü gerçekleştiremedikleri menhus / uğursuz Sevr’i hortlatmaktır.

Üstelik bu sefer; içten, kardeşi kardeşe kırdırarak bunu gerçekleştirmek istemektedirler. Çünkü çok iyi biliyorlar ki: “İki pehlivan kavga ederken, bir çocuk ikisini de dövebilir.”

Şunu iyi bilelim ki, ne Batı, ne Amerika, ne Rusya, ne de bunların yandaşları, asla ne Türk’ü ne de Kürt’ü sever. Onların bir tek emeli vardır.

O da varsa yoksa petrol. Nitekim Amerika’nın geçende, bu manada sarf ettikleri sözler hepimizce malum.

Demek ki mes’ele ne sadece Türk, ne de sırf  Kürt mes’elesidir. Mes’ele Türk ve Kürtlerin

beraberce, birlikte ve yekvücut olarak VAR OLMA ve YOK OLMA mes’elesidir.

Yani ya Türk, Kürt’le var olmaya devam edecek, ya da Türk  -Allah etmesin-  Kürt’le beraber yok olup gidecektir!

Çünkü terör hareketinin  -farzı muhal-  başarılı olması, asla Kürtlerin kendi başlarına kalması ve kendi hallerine bırakılması sonucunu doğurmayacak. Aksine bu mübarek topraklar ne Türk’e ne de Kürt’e yar olacaktır.

Kaldı ki, “Muhali (imkansızı) talep etmek, kendine fenalık etmektir. Bir dağdan uçmak niyetiyle kendini havalandıran, parça parça olur.” (Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat, (Yeni Asya Neşriyat, 2. Baskı) İstanbul – Ocak 1993, s. 51)

Üstelik “Etrafımızda hayatımızı zehirlettirmek ve devletimizi parça parça etmek için ağızlarını açmış o müthiş yılanlar…” (Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Reçeteler II (Tenvir Neşriyat) İstanbul – 1990, s. 47) varken…

Evet, bazı şeylerin tecrübesi imkansızdır. Tıpkı ölümün tecrübesi olamayacağı gibi. Demek ki, kimi gerçekleri görmek, onu denemekten geçmez ve geçmemeli.

Kısacası, olmadan önce olacakları; ancak basiret, akıl ve ilim gözüyle teşhis edebiliriz.

Hakikat bu merkezde iken  -maalesef-  dış güçlerce kandırılan ve aldatılan bazı gençlerimiz, sadece Türk kardeşlerine zarar vermekle kalmıyorlar, aynı zamanda Türklerle beraber  -aslında-  Kürtleri yani kendilerini de zarara sokuyor, daha doğrusu bindikleri dalı kesiyorlar. Çünkü, Türk; Kürtsüz, Kürt de Türksüz yapamaz.

Doğu’nun sinesinden çıkıp, bu topraklarla haşir neşir olan ve insanıyla, yıllarca kaynaşan ve onları çok iyi tanıyan Bediüzzaman; bu gerçeği şu veciz sözlerle, zihinlerimize nakşedip perçinlemek ister:

“Emin olunuz biz Kürtler, başkalara benzemiyoruz. Yakinen (kesin olarak) biliyoruz ki, içtimai (sosyal) hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş’et eder (çıkar).” (Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat (Yeni Asya Neşriyat, 2. Baskı) İstanbul – Ocak 1993, s. 126) der ve yine içinden çıktığı Kürtlere nihai / en son gaye ve maksatlarının ne olması lazım geldiğini, şu kesin, kararlı ve ateşin sözlerle haykırır:

“Altı yüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum aleme karşı ilan eden …bizim Şanlı Türk Pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim. Ona bedel, onların aklı ve marifetinden (bilgi ve becerilerinden, yararlanıp) istifade edeceğiz.

Ve asaletimizi (bize yakışanın bu olduğunu) da göstereceğiz. (Çünkü) Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz (ikimiz) bir iyi insan oluruz.

Hod-serane yapmayacağız. (Kendi başımıza hareket etmeyeceğiz.) Bu azmimiz (kararlılığımız)la başka unsurlara, ders-i ibret (ibret dersi) vereceğiz. İyi evlat böyle olur.

“Hem de istibdat zamanında bir batman itaat etmiş isek, şimdi bin batman itaat ve ittihat (birlik) farzdır. Zira şimdi sırf menfaat (ve fayday)ı göreceğiz…

“Elhasıl: İttifakta kuvvet var. İttihatta hayat var. Uhuvvet (ve kardeşlik)te saadet var. İtaat-ı hükümette selamet var. Hablü’l-metin-i ittihada (birliğin sağlam ipine) ve şerit-i muhabbete (sevgi şeridine) sarılmak zaruridir.” (Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Reçeteler II (Tenvir Neşriyat) İstanbul – 1990, s.  256)

Tıpkı bir zamanlar iki kardeş olan Orhan Gazi ile Alaaddin Paşa’nın baş başa vererek devleti, ele güne karşı yükseltmeleri gibi.

Alaaddin Paşa’yı aklı yerine koyan Orhan Gazi, bütün gücünü Alaaddin Paşa’nın emrine vermişti. (Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, Cilt:1, Heyet, (Türkiye gazetesi neşri), İstanbul – (Tarihsiz) s. 130-131) Böylece akıl ve güç yani madde ve mananın el birliğinden “Ebed-Müddet” devletimiz doğmuştu.

Bu doğuş, TÜRK – KÜRT kardeşliğinin omuzlarında  -inşallah-  Kıyamete kadar yükselişine devam edecek, hiçbir güç bu birlik ve beraberliğe gölge düşüremeyecek, iç – dış düşmanların rağmına bu vatan, bu millet ve bu devlet ilelebet payidar olacak / yaşayacaktır

Önceki İçerikAnadolu Müslümanlığını Anlayışının Temeli Olan Bir Menkıbe
Sonraki İçerik60 Sene Önce, 60 Sene Sonra
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.