Hani kendisinde şeytan tüyü olduğu düşünülen erkekler vardır ya, işte onlardan biridir zengin avukat. Bu özelliği sayesinde çok sayıda kadınla beraber olur. Adam sadece yakışıklı değil, aynı zamanda entelektüel seviyesi yüksek, maddi durumu iyi, dahası kadınları ikna etme becerisi fevkalade üst seviyededir.
Bu şahsın NewYork Polis teşkilatının cinsel suçları incelemekle ilgili birimi tarafından sorgulanmasına sebep olan olay ilginçtir: Adam tam 47 kadınla ilişki kurmuş ve bu kadınlardan 47 çocuk sahibi olmuştur. Orada da kanunlara göre zina suç olmadığı için soruşturma başka bir sebebe dayanıyor.
Adam bu kadınlarla ilişkisi esnasında prezervatif kullanarak korunduğu izlenimi vermesine rağmen, ilişki öncesi prezervatifleri delerek kadınların rızaları dışında hamile kalmasını sağlamıştır. Fakat karizması ve ikna yeteneği ile hamile kalan kadınları doğum yapmaya ikna etmek suretiyle 47 defa baba olmuştur. Adam bütün çocuklarını sevdiğini söylemekte ve masraflarını karşılamaktadır. Gayrimeşru ilişkilerinden çocuk sahibi olan bu kadınların adamın diğer ilişkileri ile çocuklarından haberi yoktur.
Özel Mağdurlar Birimindeki polisler, avukatın yaptığının suç oluşturduğu kanaatindedir. Ancak kanunlara göre cezalandırmaya mesnet bulunamadığı için serbest bırakmak zorunda kalınacaktır. Polis son çare olarak o şehirde yaşayan, avukattan çocuk sahibi olmuş 20 kadını ve çocuklarını bir araya getirerek adamla yüzleştirir. Kandırılan kadınların şiddetli tepkilerine rağmen avukatın tutuklanması hukuken mümkün olmaz. Fakat bir gün sonra feci bir şekilde öldürülmüş olarak bulunan avukatı, kandırarak hamile bıraktığı kadınlardan birinin öldürdüğü anlaşılır.
Bu anlattığım olay, Law & Order: Special Victims Unit adlı dizi filmin bir bölümünün konusu idi. Filmde özetle a- Zinanın suç olmadığı bir ülkede bazı kadınlar bir adamla kendi rızalarıyla ilişkide bulunmakta. b- Adam ilişki öncesi prezervatifleri delerek kadınları rızası dışında hamile bırakmakta. c- Adam tatlı dili ile kadınları kendi rızasıyla doğum yapmaya ikna etmektedir. Polis birimine göre adamın bu yaptıkları bir nevi taciz suçu oluşturmaktadır. Oysaki kanunlarda böyle bir suç tanımı yapılmamıştır.
Şimdi tartışmamız gereken şu iki sorudur:
- 1- Buradaki kadınlar, hamile kalmak ve çocuk yapmak gibi, kendi hayatlarını esaslı bir şekilde değiştiren bir olayda tercih hakkı ellerinden alınmış mağdurlar olarak nitelendirilmeli midir?
- 2- Adamın bu fiilleri suç teşkil eder mi, etmeli mi?
Bana göre her iki sorunun cevabı da evet‘tir.
******
Şimdi benzer bir soruyu siyaset alanı için soralım. Halkın oyuyla gelen iktidarlar halkın rızası dışında onların hayatlarını esaslı bir şekilde değiştirecek kararlar alabilmeli mi?
Alırsa, bunun sonuçlarına halk rıza göstermezse hakları ne olur? Halk kararlara sonradan rıza gösterirse iktidarın yaptığı suç mu olur, ahlaki olmayan bir davranış mı olur, yoksa siyasi bir beceri mi olur?
Mesela Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu istifa etmeyip, ülkesinin borçlu olduğu AB ülkelerinin, Yunan halkına içirmek üzere hazırladığı acı reçeteyi uygulasaydı Yunan halkını aldatmış olur muydu?
“Papandreu seçimleri ‘ağır kemer sıkma tedbirleri alacağım’ diyen rakibi ve halefi Kostas Karamanlis’in aksine ‘devlette para var‘ vaadiyle kazandı.” (Yorgo Kırbaki-Hürriyet)
Seçim öncesi vaadinin tam tersini uygulayacağı için sorunun cevabı “evet” olacaktı. Halk kendisini fakirleştirecek, işsizliğin, vergilerin, fiyatların artışına, gelirlerinin azalmasına yol açacak tedbirlerin alınmasına karşı tepkili idi. İktidarda olan Papandreu ve partisi bunu göze alamadı. Papandreu belki ahlaki kaygıyla, belki de siyasi endişelerle önce referandum resti çekti. Daha sonra da “AB’nin ültimatomlarına uyarak” teknokratlar hükümetine görevi devretti.
Teknokratlar hükümeti bu acı ilacı içirdikten sonra seçime gidilecek ve mevcut siyasi partiler alınan kararların semeresini toplayacak. Prezervatif delinmesinden de öte bir durum var. Sperm bankasından tedarik edilen, seçilmemiş bir adamın spermiyle çocuk doğacak.
*****
Gelelim Türkiye’ye. Seçimlerde iktidar partisi AKP “tek vatan, tek bayrak, tek millet” sloganıyla oy topladı. CHP ve MHP zaten hep bu görüşteydiler.
Bu partilerin ülkenin bir bölümünde, kendisini Türk hissetmeyenlerin hatta Türk düşmanlarının idaresinde, ayrı bayrağı olan, ayrı ilde eğitim yapılan bir devlet yönetimine gidişe imkân verecek yeni bir Anayasa yapmasına, hukuki gerekçeli kılıflar bulunabilir. Sayısal çoğunlukla bazı engeller aşılabilir.
Ancak seçim öncesi böyle bir vaatleri olmadığı için, bu partilerden herhangi biri federasyona ve vatanımızın bir bölümünde Özerk Kürdistan’a / Kürt Federe Devletine imkân veren düzenleme yapmaya kalkarsa, bu öncelikle ahlaki olmaz.
Hatta bu üç partinin tamamı rıza gösterse bile, vicdanların bunu demokrasinin ruhuna uygun bulması mümkün olmaz.
Böyle bir Anayasanın referanduma götürülerek halkın yüzde ellisinden fazlasının kabul oyunu alması halinde bile bu ahlaki zafiyet giderilmiş, meşruiyet sağlanmış olamaz.
Doğmuş çocuğu kabul ettirmek, çocuk sahibi olup olmama konusundaki tercih hakkının ihlal edilmesi gerçeğini değiştirmez.
Bu sözlerim BDP için geçerli değildir. Çünkü onlar böyle bir sonuç istediklerini seçimden önce söylediler. Fakat millet onlara değil, diğerlerine oy vermiştir. AKP, CHP ve MHP’nin BDP’nin talebi olan “özerk Kürdistan bölgesi” projesine hizmet eden bir Anayasa‘ya “evet” demesi ahlaksızlık olacaktır.
Kamu vicdanı bu ahlaksızlığı yapan partiyi veya partileri yaşatmaz.