CB ve AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son dönemdeki ifadeleri Türkiye’nin içindeki etnik ve mezhebi kimlikleri öne çıkaran “yeni bir devlet modeli” fikrini benimsediklerini gösteriyor.
Erdoğan “Türk, Kürt, Arap birliği” vurgusu, “Gönül sınırları, yapay sınırlardan daha önemlidir” söylemi, “Suriye, Irak, Filistin’deki Kürtlerin sorunları da bizim meselemizdir”, “Ümmetin birliği, mezhepleri ve etnik kökenleri aşar” teması ile sistematik bir propaganda sürecini yürütüyor.
Bunlar, etnik ve mezhebi kimlikleri öne çıkaran, onları ümmet kavramı ile sistem içinde tutan “yeni bir devlet modeli” fikrine kapı aralayacak söylemlerdir.
Bu söylemi benimsetmek için tarihi gerçeklere aykırı olarak “İstanbul’un fethini Türkler, Kürtler, Araplar birlikte gerçekleştirdi, Malazgirt Savaşını birlikte kazandı” gibi örnekler verdi. Türkiye Cumhuriyeti’ni Türkler- Kürtler- Arapların kurduğu bir devlet olarak göstermeye çalıştı.
Bunlar “Tek millet- Tek devlet” paradigmasının esnetildiğini hatta terk edildiğini gösteriyor.
Bu söylemleri çok kimlikli bir ortak devlet modeli için toplumu psikolojik olarak hazırlama çabası olarak değerlendiriyorum.
Siyasal İslamcı literatürde “millet” kavramı “ümmet” kavramı ile eş anlamlı kullanılır. Bazı Türk Milliyetçileri Erdoğan ve AKP içindeki İslamcı grubun “tek millet” kavramıyla anayasada ifadesini bulan “Türk Milleti”nin kastedildiğini düşünerek destek veriyorlar. Fakat Erdoğan’ın son açıklamaları “Tek Millet” derken, ülkemizde vatandaşlık aidiyeti üzerinden değil, ümmet temelli tek bir topluluk istediğini gösteriyor.
Bu yeni paradigma ile Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki Kürt bölgelerinin kültürel, ekonomik, idari düzeyde bağlantı kurabileceği düşünülmektedir.
Bu da ABD/İsrail/AB destekli “Dört Parçalı Kürdistan” projesine uyumlu bir çerçeve oluşturacaktır.
******************************************
Dış Güçlerin Projeleri ile Uyum
ABD/AB/İsrail Projelerinin temel hedefleri:
- Orta Doğu’da etnik ve mezhebi temelli mikro devletçikler oluşturmak (BOP).
- İsrail’in güvenliğini sağlamak için çevresindeki ülkeleri zayıf ve parçalı hale getirmek.
- Enerji yollarını kontrol altına almak (Barzani, PYD gibi “uyumlu yapılar” eliyle).
- Türkiye gibi büyük, bağımsız ve İslam dünyasında öncü olabilecek ülkeleri etkisizleştirmek şeklinde özetlenebilir.
İktidar kanadının söylemleriyle bu projeler arasında örtüşen kısımlar olduğunun herhalde farkındasınızdır.
“Ümmet kardeşliği” sloganı “sınırlar ötesi kimlik birliği” fikrini öne çıkarır ve ulusal egemenliği zayıflatır.
“Kürt sorununa demokratik çözüm” söylemi, PKK/PYD/Barzani yapılarını meşrulaştırma zemini olarak etkisini gösterecektir.
“Arap, Kürt, Alevi temsiliyeti” milli üniter devlet değil, etnik/mezhebi temelli siyasal yapılanma talebinin örtülü ifadesidir. Türkiye’yi Irak, Lübnan ve Suriye gibi yapmaya çalışmaktır. “Lozan yerine Sevr antlaşması geçerli olsun” ifadesidir.
Hatırlatalım. Sevr’in 145/3 maddesi Osmanlı Hükûmetine azınlıkların nüfuslarıyla orantılı temsilini sağlamayı zorunlu kılıyordu.
Devlet Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanının bir yardımcısı Alevi, bir yardımcısı Kürt olabilir” sözü size Sevr’in bu maddesini veya en azından Lübnan, Irak modellerini hatırlatmıyor mu?
Lübnan’da, Cumhurbaşkanı Hıristiyan, Başbakan Sünni, Meclis Başkanı Şii olacak şekilde idari düzenleme yapmışlardı. Irak’ta ise Cumhurbaşkanı Kürt, Başbakan Şii- Arap, Meclis Başkanı Sünni- Arap olabiliyor.
Oysaki Türkiye’de etnik kökeni, dini inancı ve mezhebine bakılmaksızın bütün vatandaşlar (Türk de Kürt de Alevi de) Cumhurbaşkanı dahil devletin bütün makamlarına gelebiliyor. Böylesine akla uygun, modern ve çağdaş bir sistemden Lübnan- Irak gibi milletleşememiş topluluklara uygulanan ilkel modellere geçmek iyi niyetle açıklanamaz.
Böyle bir modeli ancak ABD/AB/İsrail’in “böl ve yönet” politikalarına hizmet edenler savunabilir.
******************************************
Etnik Ve Mezhebe Dayalı Siyasi Yapının Riskleri
Anayasamızın 10. maddesine göre “Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.”
Etnik/ mezhebe dayalı grup talepleri ayrışma ve çatışma sebebi olur.
“Türk- Kürt- Arap- Alevi” kavramlarını öne çıkaran Anayasa değişikliği talepleri Türkiye’yi ciddi tehlikelere sürükler.
A) Iraklaşma / Suriyelileşme Riski: Etnik/mezhebi temelli yönetimlerin artması, her grubun kendi bölgesini istemesiyle sonuçlanabilir.
B) İç Savaş Riski: Ulusalcı/ milliyetçi ve laik kesimler sert tepki verebilir. PKK/PYD destekli unsurlar, dış desteklerin de kışkırtması ve desteğiyle, “federasyon” ya da “bağımsızlık” için silaha tekrar başvurabilir.
C) Askerî kontrol ve güvenlik zaafı: “Yerel kolluk, öz yönetim güçleri” gibi yapılanmaların önü açılırsa, TSK’nın yurt içi güvenlik hakimiyeti zayıflar. Silah bıraktığı söylenen PKK meşru öz yönetim gücü olarak bölgede hakimiyet kurar.
ÖZETLE, PKK ile 2. Müzakere Süreci ve arkasından “Yeni Anayasa” ile getirilmek istenen çok ortaklı devlet modeli BOP/Büyük İsrail/Büyük Kürdistan projeleriyle örtüşmektedir. Bu model Türkiye’yi Irak, Suriye gibi etnik çatışmalara açık ve merkezi otoritesi zayıf bir ülkeye dönüştürebilecektir.
******************************************
Niye Uyarıyoruz?
Etnik ve mezhebi bir yapılaşmaya Türkiye toplumunun geniş kesimlerinin ve devlet içindeki belli birimlerin direneceğini öngörüyorum.
Ancak bu projeye destek verenlerin dış baskısı, ekonomik kriz, medya manipülasyonu ve profesyonelce hazırlanmış duygusal kampanyalarla bu direncin kırılmaya çalışılacağı göz ardı edilmemelidir.
Bu yazı ve benzeri uyarılar, dış güçler ve içerideki taşeronların projelerine karşı toplumsal farkındalığın artırılması içindir.
Çünkü PKK ile yürütülen 1. Süreçte, devletin milli refleks gösterebilen belli kurumları vardı. Şimdi bu kurumların çoğu etkisiz ve edilgen yapılara dönüştü.
Meclis içinde İYİ Parti yanında, MHP ve CHP içindeki ulusalcı kesimlerin, Meclis dışında Zafer Partisi ve diğer milliyetçi partilerin direnç göstermesi çok önemli. AKP ve Milli Görüş kökenli partilerden “devletçi”, “milliyetçi”, “milli görüşçü” gruplar direnbilirlerse çok şey değişir. “Yerli ve milli” medya, STK’lar ve sivil toplum ayrışma ve bölünmeye direnç üretebilir.
Şimdi tek umudumuz Türk Milletinin -her tehlikede biraz geç uyanan ama uyandığında önünde kimsenin duramadığı- milli refleksinin harekete geçmesidir.