Hükümetle baş başayız. Elbette başarılı olmasını diliyoruz. İyi niyetle işe başlamış bulunuyor. Şüphesiz milletin yüzünü güldürmesi en büyük temennimiz. Büyük bir aşk ve şevkle kolları sıvamış durumdalar.
Türkiyemizin problemleri çok. İçte ve dışta büyük gayretler gerektiriyor. Türkiye adeta bir ateş çemberi içinde. Yurt içinde ise bunların uzantıları var. En tehlikelisi de bu. Görünüşte, senin benim gibi olan bazıları devleti içten çökertmenin hesabı içinde.
Suret-i haktan görünerek, insanlık havarisi geçinerek, demokrasi havaları çalarak devlet gemisinde gedik açmak için sinsice çalışıyorlar.
İktidar, bütün samimiyetiyle devlet gemisini daha rahat yürütmenin, işleri yoluna koymanın çarelerini arıyor.
Bir süredir iktidarlar, işlerin hafiflemesini, kalkınmanın çaresini “Devleti küçültmek!” terimiyle ifade eder oldular. Bunu da yerel idarelere daha fazla yetki vermekle mümkün görüyorlar. Muhakkak ki yerel idareler, birçok belediye hizmetlerinde maddi-manevi serbestliğe muhtaçtırlar. Bu manada lüzumlu yetkilerle, serbest hareketini sağlayacak imkanlarla donatılması güzel ve yerinde.
Fakat Türkiye gibi, içte ve dışta rahat bırakılmayan – tarih boyunca – daima başı ağrıtılan kilit bir ülkenin, ne kadar iyi niyetle olursa olsun, atacağı adımlara çok dikkat etmesi gerekir.
Bir gazetede (Türkiye, 13 Temmuz 1996) “Belediyelere ‘süper’ yetki” manşetini gördüm.”Hantal devlet işleyişini ortadan kaldırarak yerinden yönetimi güçlendirecek ve problemlerin ‘mahallinde’ çözümüne imkan verecek kanuni düzenleme hazır” açıklamasını okudum. Ve “…Belediyelerin yetkilerini artırmasına yönelik yapılan çalışmalar son safhaya geldi.” izahından endişelendim.
Başbakana sunulan Belediye Kanun Tasarısı’nda iyileştirici ve belediyeleri rahatlatıcı, çok güzel kanuni düzenlemeler yanında “…şehir trafik kontrolünün belediyelere devri,…valilerin yetkilerinin kısıtlanması, belediyelere okul açma ve işletme imkanı getirilmesi…” gibi hususların yer alması, beni derin derin düşündürdü.
Trafik bir şehrin kan damarları sayılan yolları kontrol ve denetlemek demektir. Türkiye gibi, terörün hemen her tarafta uzantısı olduğu bir zamanda, şehirlerin iç-dış ve giriş-çıkış kontrollarını devletin elinden alıp yerel yönetime devretmek, devletin Türkiye çapında kontrol ve denetimi kaybetmesi, en azından zaafa uğraması demektir.
“Valilerin yetkilerinin kısıtlanması”na gelince, vali, devletin o yöredeki gözü, kulağı ve eli demektir. Böyle bir uygulama devletin hakimiyetine gölge düşürür. İlle de bir şey yapılacaksa, valinin yetkisini kısıtlayarak değil, valinin yetkisini belediyeler lehine inisiyatifini daha çok kullanacak şekilde arttırarak yapmalıdır.
“Belediyelere okul açma ve işletme imkanı” ise, soyut olarak gayet güzel düşünülmüş. Fakat bazan bir şey idealde doğru olsa bile, tatbik edilmesi halinde doğuracağı sonuç bakımından yanlış olabilir. Yani genel uygulamalarda doğru olan çok şey var ki, özel uygulamalarda doğru değildir. Klasik ifadeyle bir hakikatin zatında doğru olması başka, mukteza-yı hale binaen doğru olması yine başka bir şey.
Eğri oturup doğru konuşalım. Bütün bu kanuni düzenlemeler arasına masumane bir şekilde girmiş olan bu ve benzeri yenilikler, Muhtariyet ve Özerkliğin ayak sesleridir.
Türkiye’yi bölüp parçalamak isteyenler; bu samimi ve kanuni düzenlemeleri, Türkiye aleyhinde kullanmakta çok ustadırlar.
Velhasıl, bu kanuni düzenlemeler yeniden gözden geçirilmeli. Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü aleyhinde kullanılmaya uygun olanlar tasfiye edilmelidir.
Unutmayalım ki, İslam ve Türk devletlerinin yıkılmaları, hep Tavaif-i Müluk denen Muhtariyet ve Özerkliklerle başlamıştır.
Anlayana sivrisinek saz…