Kıpçak Türklerinin önemli bir kolu olan Ahıskalı Türkleri, günümüzde Gürcistan sınırları içerisinde bulunan ata yurduna M. Ö. 4. yüzyılda gelip yerleştiler. 1268’de İlhanlı Devleti’nin hakanı Abaka Han’ın desteğini alarak Atabeylik şeklinde bağımsız bir devlet kurdular. Sonraki dönemlerde Osmanlı Türkleriyle iyi ilişkiler içerisinde bulundular. Tarih boyunca Türklerin hep yanında yer aldılar. Savaşlarda silâh arkadaşı, barışta can dostu oldular. Yavuz Selim’in doğu seferlerinde destekçisi oldular.
Ahıska Atabeyliği 308 yıl hüküm sürdükten sonra, 1578 yılında, savaşsız olarak Osmanlı hâkimiyetine girdi. Ahıskalıların İslâmiyet’le gönüllü olarak şereflenmeleri de bu yıllardadır. Ahıskalılar 250 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin yönetiminde en huzurlu ve en güvenli ortamda, mutlu bir hayat yaşadılar.
1500’lü yıllarda Altın Orda Devleti’nin yıkılmasından sonra Ruslar Kafkaslara inmeye başladılar. Rusların Kafkaslardaki ilerlemeleri 300 yıl sürdü. 1800’lü yıllarda saldırılarını hızlandırdılar. Ahıska topraklarına ilk saldırı 1807 yılında oldu. 21 yıl boyunca Ahıskalılar ata yurtlarını, erkeği-kadını, çocuk yaşta olanlarla geçkinler, tek vücut hâlinde kahramanca korudular.
28 Ağustos 1828’de Ahıska, Rusların eline geçti. O tarihten 15 Kasım 1944 tarihine kadar 116 yıl Rus zulmünde yaşadılar. Bu yıllarda bir kısım Ahıskalılar, Osmanlı topraklarına göç ettiler.
15 Kasım 1944’te Sovyetler Birliği’nin Gürcü asıllı kanlı kızıl diktatörü Stalin, bölgede kalan son Ahıskalıları topyekûn sürgüne gönderdi.
Sürgündeki Ahıskalı Türkler; 15 ayrı devletin 265 farklı şehrinde, 4.264 adet değişik yerleşim biriminde hayatta kalma mücâdelesi veriyorlar. Yayın organlarında yer alan gayrı resmî bilgilere göre; Rusya Federasyonu’nun 28 ayrı yerleşim biriminde 70.000; Kazakistan’da 145.000, Azerbaycan’da 80.000, Kırgızistan’da 57.000, Özbekistan’da 30.000, Ukrayna’da 18.000, ABD’de 12.000 olmak üzere yaklaşık 450.000 Ahıskalı Türk, bulundukları yerlerde azınlık konumunda yaşamaktadır.
Stalin’in sürgüne gönderdiği diğer Müslüman Türklerle Çerkezler, Abazalar, Çeçenler… gibi akraba toplulukların hepsi, ata yurtlarına dönme hakkına kavuştular. Yalnızca Ahıskalı Türklerden bu hak esirgendi. Gürcistan’a dönebilen çok az sayıda Ahıskalı, ata yurtlarında, Rus zulmünü andıran baskılar altında hayatta kalma mücâdelesi veriyor.
Gürcü yöneticiler, Ahıskalılardan, Türk ismini bırakmalarını, Gürcülere mahsus isimleri kullanmalarını hatta açıktan söylenmese de Hıristiyan olmalarını istemektedir.
Asırlardır Türk ve Müslüman kimlikleriyle yaşayan Ahıskalı kardeşlerimizin, millî ve mânevî değerlerine bağlılıkları, pek çok insanı gıpta ettirecek derecede kuvvetlidir. Baskılara boyun eğip kendi değerlerinden vazgeçmeleri mümkün değil.
Hâlis Türk
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra gezip dolaşma imkânı bulduğum Türk yurtlarında, yeri geldiğinde, kendisinin Türk olmadığını, Azerî, Özbek, Tatar, Kırgız, Kazak vs. olarak vasıflandırdığı milletten olduğunu iddia eden çok sayıda Türk’le konuştum. Yalnızca Ahıskalıların Müslümanlıklarını hamd ile, Türklüklerini gururla söylediklerine şâhit oldum. Hattâ onlar, ‘Ahıska Türkü’ denilmesinden de rahatsız olduklarını belirtiyorlardı. ‘Siz ne kadar Türk’seniz, biz de o kadar Türk’üz. Siz ne Türkü iseniz, biz de o’yuz’ diyorlar.
Ahıskalı Türklere olan sevgimi bilen dostlar, Akmescit’te, Kazan’da, Kiev’de, Bakû’de, Odesa’da, Taşkent’te… tanıdıkları Ahıska Türkleriyle beni bir araya getirdiler. Hepsinde aynı hasletleri; ruh asâletini, kalp ve beden temizliğini, samimiyeti, dürüstlüğü, inançta şaşmaz kaviliği ve dolayısıyla öz değerlerine bağlılığı gördüm. Bulundukları bölgede azınlık konumunda yaşıyor olmalarına rağmen Ahıskalı Türkler kadar kendileri olarak kalabilen, kültürel asimilasyona (hiç ama hiç etkilenmeden) karşı koyabilen çok az insan gördüm.
Ahıskalı Türkler, bin yıllar geçse de öz benliklerinden hiçbir şey kaybetmeyecekler. Fakat kendilerine bir gün bile gecikmeden ata insanca yaşama hakkı tanınmalıdır. Herkes, bu hakkı tanımayı, insanlık borcu olarak kabul etmeli, kul hakkı olduğuna inanarak ödemeye çalışmalıdır.
Bu gün Ahıska Türklerine sâhip çıkamazsak, yarınlarda Anadolu’daki insanlarımıza sahip çıkabileceğimizden endişe edilir. Can kardeşlerim Ahıskalıları, en kalbî duygularla selâmlıyorum.
Irak Türklerinden Mektup Var
Arap ülkelerinde devrim rüzgârı esmeye başladı. Bu rüzgâr Irak’a sıçradı. 25 Şubat 2011 günü Irak’ta haksızlığa karşı yolsuzluğa karşı protesto gösterileri yapılma kararı alındı. Cuma günü Başşehir Bağdat’ta dev bir gösteri yapıldı. Bu arada Kerkük’te de yapıldı. Fakat Kerkük’teki etnik gruplar olarak Türkmenler ve Kürtler şehirde bir kargaşa olmaması için gösterilere katılmayacaklarını siyasî temsilcileri araçlığıyla açıkladılar.
Kürtler Kerkük’e beş bin peşmerge gönderdiler. Gerekçe ise göstericiler şehirde devlet dairelerini ve Kürt bürolarını yakacaklarını iddia ettiler. Bu arada Kürtler Türkmenleri yanlarına almak için görüşme trafiği başlattılar. Peşmergeler, Kürtlerden önce Türkmenleri koruyacağını ifâde ettiler. Fakat Türkmenler peşmerge güçlerinin ne olduklarını bildikleri için hiç tatmin olmadılar, hemen geçilmelerini istediler.
Araplar ‘Arap feryadı’ adı altında ve peşmerge güçlerinin hemen Kerkük’ten çekilmesi için bir protesto gösterisi düzenleme kararı aldılar. Şehirde durum daha da karıştı. Herkes gösterilerin yapılmasını bekler iken emniyet güçleri şehre, bomba yüklü dört aracın girdiğine dair ihbar aldıklarını açıkladı. Bu sebeple sabah saat 6.00 ile akşam 01.00 arasında sokağa çıkma yasağı konulduğunu ilan etti. Araplar ise bu karara uyacağını basın toplantısı araçlığıyla bildirdiler. Böylece gösteri tehir edildi.
Genel tablo şöyle: Şayet Kerkük’te bir kargaşa ortamı yaşanırsa, Kürtlerin dayanacağı gücü var. Araplar da aynı güce sâhipler. Fakat Türkmenlerin hiçbir gücü, yardım isteyebilecekleri hiçbir kişi ve makam yok. Kerkük’teki durum bundan ibarettir. Irak’ta 1300 yıldır devam eden Türk varlığı her an sone erebilir.
Türkçenin Dünyadaki Yeri
Dünyanın ilk dili ve alfabesinin; ‘Mu dili ve alfabesi’ olduğu söylenir. Yaklaşık 100.000.000 civarındaki bir insan kitlesi bundan 70.000 yıl evvel sadece, Mu dilini konuşuyordu. Mu alfabesinin Maya, Mısır ve Uygur alfabesiyle benzerlikleri, Mu insanlarının Türk olduğunu ve bu alfabenin ilk Türkçe alfabe olduğunu gösteriyor. O halde diyebiliriz ki; dünyanın ilk dili Türkçe idi. Günümüze baktığımızda dünyada yaklaşık 5.000 dil konuşuluyor. Bu diller elbette ki birbirine bağlantılı olarak bir aile kütüğü oluşturuyor. Yani 70.000 yıl evvel sulara gömülen Mu kıtasından kurtulan insanlar, dünyanın farklı coğrafyalarına giderek orada kurdukları kolonilerde bildikleri dilin yanında, yeni kelimelerle dillerini değiştirmişlerdi. Böylece bugün dünya üzerinde 5.000 civarında dil doğmuş oldu.
6.000.000.000’ı aşkın dünya nüfusun yaklaşık 2.000.000.000’ını oluşturan Çinliler; Çince konuşuyorlar, 1.000.000.000’ı aşkın Hintliler; Hintçe konuşuyorlar. Dünya ekonomisini elinde tutan ABD; dünyanın tamamına yakınını İngilizce konuşmaya zorlamış durumda ve ayrıca 18-19.yüzyıllarda yaptığı sömürgelerle bugün dünyanın 1/3 nü İspanyolcaya bağlayan İspanya’yı da unutmamak gerekir. Bugün Türkçe bu dil sınıflanmasında nerde bulunuyor ona bir bakalım. Ama önce 300.000.000’u aşkın insanın kullandığı Türkçeyi tanıyalım.
Türk dilleri veya Türk lehçeleri olarak Doğu Avrupa’dan Sibirya ve Çin’in batısına kadar uzanan bir alanda ana dil olarak 180.000.000 kişi tarafından, ikinci dil olarak Türkçe konuşulmaktadır.
Türk dillerini diğer dil ailelerinden farklı kılan mühim bir özelliği, konuşucularının uzun süre göçebe olarak yaşamışlığı ve bu yüzden bu dillerin sürekli birbirlerinden etkilenmiş olmalarıdır. Türk dillerinin çok sayıda aynı anlamda kullanılan ortak kelimelere sahip olmalarının yanı sıra cümle yapıları da hep aynı kalır. Bu yüzden Türk dillerinin bir dil ailesi olmadığı, tek bir dilin lehçeleri olduğu görüşü de yaygındır. Türk lehçeleri, Çağdaş Türk yazı dilleri veya Türk dilinin kolları gibi adlandırıldıklarına da rastlayabiliriz.
Aşağıda, Türk dillerinde cümle yapısının aynı kaldığını gösteren örnekler verilmiştir.
Türkiye Türkçesi: Çocuklar okulda dilimizi Latin alfabesi ile yazıyor.
Gagavuz Türkçesi: Uşaklar skolada dilimizi Latin alfavitindä yazêr.
Azerbaycan Türkçesi: Uşaqlar məktəbdə dilimizi Latin əlifbası ilə yazır.
Türkmenistan Türkçesi: Çagalar mekdepde dilimizi Latyn elipbiýi bile(n) ýazýar.
Özbekistan Türkçesi: Balalar maktabda tilimizni Latin alifbosi bilan / ila yozadi.
Doğu Türkistan Türkçesi: Balilar mektepte tilimizni Latin elipbesi bilen yazidu.
Kazakistan Türkçesi: Balalar mektepte tilimizdi Latin alfavitimen jazadı.
Kırgızistan Türkçesi: Baldar mektepte tilibizdi Latın alfaviti menen jazat.
Tatar Türkleri: Balalar mäktäpdä telebezne Latin älifbası bilän / ilä yaza.
Türk dilleri ailesi:
Toplam 40 ayrı dilden oluşan, 300.000.000 kişi tarafından ana dili olarak konuşanı ile Türk dilleri ailesi, Altay dilleri grubunda büyük farkla en büyük dil ailesini oluşturur. yeryüzündeki bütün dil aileleri arasında yedinci büyük dil grubunu oluşturur ve önümüzdeki on yıllar içinde daha da büyüme kapasitesine sahiptir.
Yeryüzündeki büyük dil aileleri:
1- Hint-Avrupa dil ailesi
2- Çin-Tibet dil ailesi
3- Nijer-Kongo dil ailesi
4- Afro-Asya dil ailesi
5- Avustronezce dil ailesi
6- Dravid dilleri ailesi
7- Türk dilleri ailesi (Altay dilleri grubunda)
Türk dillerinin coğrafyası:
Türk dilleri; Doğu ve Güneydoğu Avrupa, Batı, Orta ve Kuzey Asya gibi büyük bir coğrafyaya dağılmıştır. Bu bölge Balkanlardan Çin’e, İran’dan Kuzey Denizi’ne kadar uzanır. Asya’nın yaklaşık 30 ülkesinde en az bir Türk dili, sözünü etmeye değer yaygınlıkta konuşulur. Bunun yanında Almanya’da büyük bir azınlık Türkiye Türkçesini ana dili olarak konuşur.
Büyük Türk dilleri ve anlaşılabilirlik:
Türk dillerini konuşanların dörtte üçü, en büyük üç Türk dilinden birini kullanır:
Türkiye Türkçesi; 74.000.000 kişi ana dili olarak konuşanı vardır. Türkiye, Balkanlar, Batı ve Orta Avrupa’daki ikinci dil olarak konuşanlar ile 80.000.000’u bulur.
Azerbaycan Türkçesi: 50.000.000 konuşucu: Azerbaycan ve Kuzeybatı İran, Gürcüstan.
Özbekistan Türkçesi: 24.000.000 konuşucu: Özbekistan, Kuzey Afganistan, Tacikistan ve Batı Çin.
Bir milyondan fazla konuşucusu olan diğer Türk dilleri:
Kazakistan Türkçesi: 11.000.000 konuşucu: Kazakistan, Özbekistan, Çin, Rusya’da.
Doğu Türkistan Türkçesi: 8.000.000 konuşucu: Çin- Doğu Türkistan’da,
Türkenistan Türkçesi: 6.800.000 konuşucu: Türkmenistan, Kuzey İran’da.
Kırgızistan Türkçesi: 3.700.000 konuşucu: Kırgizistan, Kazakistan, Çin Türkistan’ında.
Çuvaş Türkçesi: 1.800.000 konuşucu: Rusya’nın Avrupa kısmında.
Başkırt Türkçesi: 2.200.000 konuşucu: Başkıristan’da.
Tatar Türkçesi: 1.600.000 milyon konuşucu: (etnik olarak 6.600.000) Merkez Rusya’dan Batı Rusya’ya kadar olan bölgede.
Kaşgay Türkçesi: 1.500.000 konuşucu: İran’ınn Fars ve Çuzistan illerinde.
Güzel Dilimiz Türkçe:
Türkçe, Ural Altay dil ailesi içerisinde Türk dil ailesinin Oğuz Grubu’na mensup lehçedir. Anadolu, Kıbrıs, Balkanlar ve Orta Avrupa’da geniş yayılım alanı bulmuş olup, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmî dilidir.
Türkçe; Gagavuzca, Horasan Türkçesi ve Osmanlıca ve birkaç lehçe ile birlikte olarak Altay dil ailesine bağlı Türk dilleri ailesinin Oğuz Grubunda yer almaktadır.
Türkçe Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmî dilidir. 1978 yılında Türkçe, Kosova’da resmî dildi. Şu anda sadece Kosova’nın Türk çoğunluğunun yaşadığı bir şehir olan Prizren’de resmî dildir. Diğer bölgelerdeki resmiyeti kaldırılmıştır. Eskiye dönüş için talep ve hazırlıklar vardır.
Divân-ı Lügati’t-Türk, Türk dilini anlatan ve yazılan ilk sözlük eseridir ve Kaşgârlı Mahmud tarafından 25 Ocak 1072’de yazılmaya başlanmış ve 10 Şubat 1074’te bitirilmiştir. Bu kitap içinde şu cümle bulunuyor: ‘Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iştir’. Sözlük, Türkçenin zengin gramer özelliklerini ilk ve en çarpıcı biçimde yansıtır.
Türkçenin kullanım alanını genişleten bir başka Karahanlı Devleti’nin mensubu, ikinci bir Türk ve Türkçe kültür abidesi olan Yusuf Has Hacib’dir. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı eseri ile Türk dil birliğinin diğer önemli yazılı temelini attı.(1069-1070 yılarında bu Türkçe eseri tamamlandı).
Ahmed Yesevi 12. yüzyılda Türk dilinde yazdığı ‘Hikmet’ adlı şiirleri bir araya getiren Türk tasavvuf edebiyatının bilinen en eski örneklerini içeren kitap ile Türkçenin kullanımını etkiledi.
13 ve 14. yüzyıllarda yaşayan Yunus Emre; Türkçenin, özellikle Türkçe şiir dilinin temel ustası ve abidesi olmaktadır. Yunus Emre’nin edebiyat tarihi bakımından, önemli bir yanı da Anadolu’da, Türkçe şiir dilinin öncüsü olması ve tasavvufî konuları yalın, kolay anlaşılır bir dille söyleyişi sebebiyledir. Şiirlerinin ölçüsü, Türkçenin ses yapısına uygun aruz olmakla birlikte söyleyişi akıcı, sürükleyici bir nitelik taşır. Tasavvufun en güç anlaşılır kavramlarını, Türkçenin ses yapısına uygun biçimde dile getirir, şiirinde duygu ve düşünce birliğinden oluşan bir derinlik görülür.
Hacı Bayram Veli 14 ve 15.yüzyıllarda Anadolu’da yaşayan Türk mutasavvıf ve şair olarak, eserlerini Türkçe olarak yazmakta idi ve Türkçe kullanımını Anadolu’da önemli şekilde etkiledi. HYPERLINK “http://www.efrasiyap77.org” www.efrasiyap77.org internet sitesinden alıntıdır.
Irak Türkmenlerinden olup hâlen Avustralya’da yaşamakta olan 1941 doğumlu edebiyatçı, şair, tiyatro araştırmacısı, yazarı ve aktör SALAH NEVRES’ten iki şiir:
Vatan Bende Yaşıyor / Susuz Kerkük
Kerkük’te göller varmış
Sonagölü Meceboğan Kırkboy
Zamanla kurumuş
Ördekler dağılmış
Şahin eyvah çekmiş
Kumru çile doldurmuş
Gam basmış dert kudurmuş
Kerkük’te
Sular akar gözlerden
Karaincjr Sarıtepe Vakaşa
Benzi sarı
Bahtı kara
Başbaşa…
Kerkük’te
Dehne Bulak Hasa var
Kışın çay gelirdi yağmurdan
Yazın akardı Allahkarı’ndan
Kaynak bozuldu
Su kesildi
Doyum olmadı Altunköprü suyundan
Kerkük çayı Hasasu
Dolmaz oldu tasa su
Tavuğsu Aksu gibi
Batmış aynı yasa su
Artık sular eskisi gibi akmıyor
Bahçe kumu birikmiyor
Kule dibinde
Akıntılar
Kaymak tutmuyor Hasatımarı’nda
Hamam çamuru oluşmuyor gölcüklerde
Yapraktaşı seçilmiyor çay boyunda
Bizimelde üç kaynak var bozulmaz
Akar sızar dökülmez
Alın terimiz: Emeksu
Gözyaşımız: Özlemsu
Yüzsuyumuz: Onursu
Melbourne, 14 Ocak 2002
Baba Gurgur (*)
Ey sırrımı saklayan tarihin meşalesi
Ey tükenmez baharın bizde sönmez lalesi
Sen ey hür güneşlerin ulvî pembe hâlesi
Pembe pembe yaldızla gözlerimin yaşını
Yansıt ey Babagurgur içimin ateşini
Sensiz virânemizde yarasalar uçuşur
Yanerken de kalbimiz ifitil fitil tutuşur
Bizde gâh kumru ağlar gâh baykuş ötüşür
Gâh bakarsın bir ozan geçmişten tele çalar
Bunalır Babagurgur duman duman saç yolar
Geçmişin gözde izi hep sensin ilimizde
Dört hececik adınla ahenksin dilimizde
Ne kalem var ne kılıç ne de mum elimizde
Tasalar hissettirir acı gerçeğimizi
Tanıt ey Babagurgur bize benliğimizi
Sen ey yurdumun yüreği sen azatlık feneri
Saç nurunu kucakla Mendeli (1) Telafer’i (1)
Sen sönmedikçe sönmez gözlerimizin feri
Sen varken ne örümcek serbest işler ağını
Ne de depremler bozar yurdumun kuşağını
Sen ey ulu âbide sen ey mukaddes nişan
Sen ey pembe mehtabı karanlığımı aşan
Ben yanıyorum sen de yan perişan perişan
Yak beni yandır beni niyaz için mum gibi
Aşkın ey Babagurgur üstümde zulüm gibi
(*) Babagurgur: Irak’ın Türkmen şehri Kerkük civarında bir mevkide, asırlar boyu daima yanan bir ateş vardır.
(1) Mendeli ve Telafer: Irak’ın Türkmeneli bölgesinde Türkmen şehirleri