Tarih
sayfaları yaşanan tüm gerçekleri bünyesinde saklayan en değerli hazinedir. Kimi
zaman yaşanan gerçekleri yok sayan, çarpıtan odaklar; tarihe emanet edilen o
gerçeklerin belgeleriyle, tanıklarıyla karşılaştıklarında: ‘’Ben bunun böyle
olduğunu bilmiyordum!’’ diyerek anlattıkları yalanlardan sıyrılmaya çalışırlar!
Ülkemizin dış sorunlarının en başında gelen
Kıbrıs Milli Davamızla ilgili ardımızda kalan 25 yıl içinde gerçeklerle
bağdaşmayan pek çok eylemler, söylemler, yazılar, anlatılar, görüşmeler
yapılmış ama daha da önemlisi siyaset arenasında görev alanlarımız kimi zaman
ada tarihine emanet edilen bu gerçekleri görmezden gelerek bu konuda pek çok
taviz verilmesine neden olmuştur.
Bu yazımda Kıbrıs konusuyla ilgili önemli
bir tarih sayfasını aralamak, bu sayfada yazılanları sizlerle paylaşmak
istiyorum.
İşte o önemli tarih sayfasında yazanlar:
Kıbrıs’ın son 25 yılına baktığımızda adanın
kuzeyinde kurulu KKTC’de yaşayan yurttaşlarımızın iki ana fikir üzerinde
yoğunlaştıkları görülür.
Bu iki ana fikrin ilki; ulusal güçlerin
savunduğu KKTC devletinin yaşatılması, Türkiye’nin ada üzerindeki yasal
garantörlük hakkı ile Türk askerinin adadaki varlığıdır. Bu üç önemli konu
Kıbrıs Türk Halkının ezici çoğunluğunun vazgeçilmezi olmasıdır.
İkinci
ana fikri savunanlar ise adada Rumlarla iç içe yaşayabileceklerini savunan;
‘’Birleşik Kıbrıs’’ taraftarlarıdır. KKTC’deki nüfusun % 30’unu geçmeyen bu
insanlarımızın arkasındaki güç Rum hükümetleri olduğu kadar, adada türlü
menfaatler kovalayan emperyalist güçlerdir. Bu güçlerin en başında da
ABD-İngiltere ikilisi gelmektedir.
Bu noktada akla gelen soru şudur?
Ada tarihi boyunca Rum tarafının türlü
baskılarına, zulmüne ve hala devam eden insanlık dışı ambargolarına tabi olan
Kıbrıs Türk Halkının kısmen de olsa özellikle ikinci ana fikri savunmasının
sebebi nedir? Rumlarla birlikte yaşayabiliriz diyenler neleri unutmuştur?
Bu
soruya verilecek ilk cevap; adalı Türkiyeli ayrımının özellikle son 25 yılda
çok öne çıkarılarak, bu konunun ‘Rumlarla iç içe yaşayabiliriz’ fikrini
savunanlarca kabul görmesi, özellikle de bu hassas konuyu suiistimal eden Rum
propagandasına karşı koyabilmek adına yeterince karşı propaganda
yapılmamasıdır.
Unutulan diğer sebeplere gelince:
–
Özellikle Annan Planı döneminde ve Türkiye’nin
AB müzakereleri sürecinde neredeyse KKTC’nin egemenliğinin ısrarından
vazgeçilmesi,
–
Türkiye’nin 50 yıl boyunca savunduğu Kıbrıs
konusundaki kazanılmış haklarımızdan AB’ye giriş uğruna vazgeçilebileceği
görüntüsü ile ortaya konulan ‘’Ver-Kurtul’’, ‘’Rumlardan bir adım önde ol’’
söylemleri ile uygulanan sessiz teslimiyet politikalarının Kıbrıs Türk toplumu
üzerinde yapmış olduğu olumsuz etki,
–
Rum idaresini tanımadığımızın kanıtı olarak 24
Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan Planı referandumunda ‘’Hayır’’ diyemeyişimiz
ve o süreç öncesinde KKTC de yapılan ‘’Yes Be Annem’’ mitingleriyle, AB’ye üye
olacağız söylemleriyle halkın önemli bir bölümünün kandırılması,
–
‘’Biz 1960 yılında Kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini
oluşturan anayasal kurucu iki halktan bir tanesiyiz. Self Determinasyon
hakkımız vardır’’ diye haykıramayışımızın, teslimiyetmiş gibi algılanması,
–
Türkiye’nin Gümrük Birliği Ek Protokolünü
imzalamasıyla bunun GKRY’ni tanıdığı anlamına geldiği konusunu Rumların çok iyi
bir şekilde kullanarak suiistimal etmeleridir!
Aslında Türkiye, bu protokolü
imzalamasının GKRY tanıdığı anlamına gelmediğini Rum gemilerinin limanlarına
yanaşmasına izin verilmeyeceği açıklamasına rağmen, gerek AB ilerlemeden
sorumlu komisyon başkanı, gerekse Rum tarafı bu konuyu özellikle Kıbrıs
anlaşmazlığı konusunda kendi lehlerine çok iyi kullanmışlar, ‘’Birleşik
Kıbrıs’’ taraftarlarını da oldukça etkilemişlerdir.
Adanın son 25 yılında yaşanan
gerçeklerin özeti yukarıda sıraladıklarımdan ibarettir. Ancak sıraladığım bu
gerçeklere ilaveten vurgulamak istediğim çok önemli bir gerçek daha vardır ki,
o da şudur:
–
Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlük hakkının
kaldırılması ve Türk askerinin Kıbrıs’tan ayrılmasıdır.
Bu gerçek, sadece son 25 yıldan beri
değil; 1968 yılından günümüze süregelen
tüm Kıbrıs müzakereleri sürecinde Rum tarafının asla vazgeçmediği en önemli
talebidir.
Rum
–Yunan ikilisi; ada üzerindeki Türkiye’nin garantörlük hakkı kalkmadığı, Türk
askeri adadan ayrılmadığı sürece Kıbrıs adasını ele geçiremeyeceklerini çok iyi
bilmektedir!
Aslında bu önemli gerçeği KKTC’de yaşayan
‘’Birleşik Kıbrıs’’ fikrini savunanlar da bilmelidir. Çünkü Türkiye ve Türk
askeri adadan ayrıldıktan sonra onları bekleyen yaşam; Rumlarla iç içe değil,
Rumların boyunduruğu altında yaşamak olacaktır.
20 Temmuz 1974 tarihide çözülen Kıbrıs konusu,
günümüz dünyasında ne yazık ki hala, ‘’Kıbrıs Sorunu’ olarak tanımlanmaya devam
etmektedir!
Türkiye’deki yönetimin Kıbrıs adasına
bakışı çok nettir. Çünkü tarihi gerçekler iyice anlaşılmış, geçmişte yaşanan
nice olumsuzluktan geri dönülmüş, Türk Milletinin Kıbrıs Milli Davasından tek
bir adım dahi geri atmayacağı görülmüştür.
KKTC devlet yönetimi ile Türkiye Cumhuriyeti
Devlet yönetimin Kıbrıs konusundaki görüş birlikteliği gelecek hakkında umut
vermektedir.
Pekiyi, hala çözüm bekleyen Kıbrıs sorunu
nasıl çözülebilir?
Bu
sorunun çözümü için söylenebilecek yegâne gerçeği; 22 Aralık 2005 tarihinde Ankara’da
TBMM’ne son kez hitap eden Kıbrıs Milli Davamızın Lideri ve KKTC Kurucu
Cumhurbaşkanı rahmetli Sn. Rauf Raif Denktaş şu sözleriyle ifade etmiştir:
‘’ Türk Milleti’nin yumruğu ağır vurulursa,
‘Bu dava benim davam, Kıbrıs’ı 13’ncü ada olarak Yunanistan’a bırakmam’
denilirse bu iş halledilir.’’
İşte Kıbrıs konusunda yakın tarihimize yazılanların
en önemli sayfası bu gerçeklerden ibarettir.