Tarihin İçinden, Konu: Kıbrıs.

69

                          (Tarihe mal olmuş bir önderin, Dr. Fazıl Küçük’ün görüşleri…)

    ( Kıbrıs Türkünün adada ki özgürlük ve varoluş mücadelesinin önderi, Sn. Dr. Fazıl Küçük’ün aziz hatırası önünde saygı ile eğilirken, o büyük devlet adamını sevgi, şükran ve minnet duyguları ile anıyorum. Vatan ona minnettardır.)

   KKTC’de 2 ay sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi var…

   Kıbrıs Türk Halkı devletinin 5’nci cumhurbaşkanını seçecek…

   Ama Kıbrıs konusu hala uluslararası camianın gündeminde çözüm bekliyor!

   1968’den beri süregelen müzakerelerden bir sonuç çıkmış değil, çıkacağı da yok zaten. Çünkü Rum tarafının adayı Kıbrıs Türk tarafı ile paylaşmaya niyeti yok!

   Bu nedenle aşağıda okuyacağınız gerçekleri bir kez daha sizlerle ama en çok da 2020 Nisanında KKTC’de Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklayan siyasilerin dikkatine sunmak istedim.

  Aşağıda Türk ve Rum tezleri olarak okuyacağınız tarihi gerçekler; 

   Kıbrıs konusunu milli dava olarak görenlerin, uluslararası camiada bu gerçekleri savunanların, savaş meydanında bu uğurda hayatlarını feda edenlerin, sonucunda da KKTC devletini kuranların tarih sayfalarına yazdıklarıdır.

       Kıbrıs Türkünün adada ki var oluş mücadelesine önderlik yapan, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sn. Dr. Küçük’ün, bizzat kendi yazmış olduğu makalelerinden derlenmiş olan ‘’ Mücadelemizin Görkemli Günleri ‘’ isimli kitabından alınmıştır…

        Okuyacağınız bu tarihi belgenin, günümüzde öncelikle ata yadigârı o topraklarda yaşayan her yurttaşın ama özellikle tüm siyasetçilerin; o mücadele yıllarında yaşanan gerçekleri bir kez daha hatırlamaları, Kıbrıs Türk Genç’liğinin o vatan topraklarında yaşanan mücadelenin özünde neler olduğunu bilmeleri açısından önemli bir tarihi belge olduğuna inanıyorum. 

        1956 yılında yayınlanan ve aslı İngilizce olan kitabın önsözünün tamamını okuyacağınız bu yazı, bizzat Sn. Dr. Küçük tarafından kaleme alınmıştır. 

         Kitabın aşağıdaki özetini okurken; Kıbrıs’ta Türk’ün var oluş mücadelesinin önderliğini yapan bir liderin, halkının yüksek menfaatlerinin korunmasını, Yunanistan’ın ve Rum’ların hedeflerinin ne olduğunu anlatan uzak görüşüne; diğer ülkelerin ada üzerindeki emellerini irdeleyen analizine de tanıklık edeceksiniz. 

          Çok uzun demeyip sonuna kadar okumanızı önerdiğim bu gerçeklerle, ben sadece Kıbrıs mücadelesine önderlik yapan çok değerli liderin görüşlerini aktardım.  Kıbrıs adasında lider etiketi ile dolaşarak, Türk Milletinin, Kıbrıs Türk’ünün tüm kazanımlarını pazarlık masasına getirmekten çekinmeyenlere, bağımsızlığın ne demek olduğunu görmezden gelenlere, daha da önemlisi; Kıbrıs Türk’ünün bağımsızlığını kazandığı o gün ağlamış olanlara, örnek olsun diye!  

                                   İşte tarihe mal olmuş bir önderin görüşleri! İşte o gerçekler:

                                                           Yazan: Dr. Fazıl KÜÇÜK

                                                           ( Kıbrıs Türk’tür Partisi)

                                                                  (Genel Başkanı)

                                                                    (Kıbrıs – 1956)

       ‘’Rum vahşetini görüntüleyen resimlerden oluşmuş bu kitapçık, gerçeği ve yalnız gerçeği göstermektedir. Kitapçık suçlama amacıyla değil, karşı tarafın inkâr edemeyeceği Türk tezlerini ispat edecek canlı deliller içerdiği için yayınlanmıştır. (Kitabın içerisinde 1955 – 1964 yılları arasında; Rum’ların sadece Türk oldukları için acımasızca katletmiş oldukları kardeşlerimizin resimleri, köylerinin, evlerinin yakılıp yıkılma fotoğrafları vardır.) 

                                                                       ‘’RUM TEZİ’’

          Dünya kamuoyu, Kıbrıs’taki nüfusun bir bütün olarak Yunanistan’la birleşmesinden yana olduğunu düşünmektedir. Bu yanlış kanı Yunanistan tarafından yaygın bir propaganda olarak kullanılmaktadır. Kıbrıslı Rum davasının avukatı rolündeki propagandistler, son üç yıldır herkesi Kıbrıs’ta bir Rum davasının olduğuna inandırmaya çalışmaktadırlar. 

            Dünya çapında hisleriyle hareket eden Rumlar, bu kampanyanın devam etmesi için Ortodoks kilisesine bağışlarda bulunmaktadırlar. Fakat kötü bir dava, hesapsız para harcamasıyla iyi yapılamaz. 

           Bugün dünya kamuoyu, Kıbrıs sorununu gerçekte olduğu şekilde görmeye başlamıştır. Müttefiki Büyük Britanya’ya tüm bu olanlar için çok şey borçlu olan Yunanistan’ın, bu müttefikine ait bir adayı almak için pek çok masum İngiliz askerinin ölmesine sebep olan hain bir dost olduğu artık açığa çıkmıştır. 

           Kıbrıs’taki Rumların, bu verimli ada için Anavatanlarının sürekli artan taleplerini reddedemeyecek kadar duygusal ve bir avuç teröristin karşısına çıkıp ‘’cehenneme gidin’’ diyemeyecek kadar korkak oldukları ortaya çıkmıştır. 

          Bugün artık dünya, neden Büyük Britanya’nın kanunlarının gücünü kullanarak kurallara uymayan Başpiskoposu çok önceden görevden almadığını ve kışkırtmacılığa son vermediğini, sorgulamaya başlamıştır. Yine de hala Rum davasının elle tutulabilir yanı olduğuna inanan birkaç kişinin hatırı için söz konusu davanın tüm gerçekleri burada gözler önüne serilmiştir.

          Cevaplanması gereken ilk soru şudur: Kıbrıs Rum toplumunun tümü, gerçekten Yunanistan’a bağlanmak istiyor mu? Cevap Hayırdır. Kıbrıs’ta yaşayan 400.000 Rum değişik gruplara bölünmüştür ve hepsi de birbirleriyle çatışma halindedir. % 65’i komünist ya da komünist yanlısı, % 10’u tarafsız ve hiçbir partiye üye olmayan, geriye kalan % 25 ise kendi içinde 3 gruba ayrılmaktadır: 

  1. Dava yolundaki ‘Fanatikler’ (Başpiskopos ve teröristler bu gruba girer.) 

  2. Oldukları yerden memnun olan ‘Milliyetçiler’. 

3- Anayasal düzenlemelerdeki boşluklar var oldukça ne orada, ne burada olan ‘Liberaller’.

            Rum toplumunun bir bölümü sürekli olarak şu anki Kraliyetçi Faşist Yunan yönetimi ile değil de özgür Yunanistan’la yani komünist Yunanistan’la birleşmek olduğunu, çünkü komünist Yunanistan’ın hiçbir zaman batılı güçlere üs vermeyeceğini söyleyip durmaktadır.

          Yunan liderlerinin hepsinin de Rusya’nın aleti olduklarına ve ilk fırsatta cahil topluluğu tehlikeli yollara sevk edeceklerine hiç şüphe yoktur. Bu insanlar Yunanistan’da komünizmin yasaklandığını ve eğer Yunanistan adaya gelirse özgürlükleri şöyle dursun, hayatlarını kurtarabilirse şanslı sayılabileceklerini biliyorlar. Bu gerçekler karşısında insanları ( Rum’ca konuşanların % 75’ini ) Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini ikna edebilir misiniz?

          Yıllarca Yunan Ortodoks Kilisesi Enosis çorbasını pişirmiş ve tüm Rum dünyasına buna katılma çağrısı yapmıştır. Sonuç gayet açıktır. Kimse buna katılmamıştır. Başka bir değişle hükümette veya yönetimde sözü geçen hiç kimse buna itibar etmemiştir. Bugünün teröristleri olan okullu gençler, ( E.O.K.A çeteleri kastedilmektedir…) belli bir ücret karşılığı Yunanistan’dan ithal edilen birkaç komandonun liderliği altında toplanmışlardır. Kendi hayal dünyalarında yaşayan bu gençler, o yaşta futbol veya hokey takımlarına alınır gibi çete alınmaktadırlar. Kilise liderleri ve yine belli bir ücret karşılığı Yunanistan’dan ‘’ithal’’ edilen öğretmenleri, onlara özgürlüğe giden yolun fedakârlık gerektirdiğini, İngiliz ‘’Boyunduruğuna’’ karşı gelmenin haklı bir tepki olduğunu, anavatanlarının onlarla gurur duyduğunu ve isimlerinin tarih sayfalarında sonsuz dek yaşayacağını öğretmiş ve öğütlemişlerdir.

             Bugün işte bu gençler, bir avuç cahil ve düşüncesiz köylüyle birlik olup, çevredeki İngiliz askerlerini sırtlarından vurarak öldürmekte, sözüm ona vatan hainlerini yok etmekte ve tüm adayı teröre boğmaktadırlar. Sonuç olarak, Türk’lerden başka kimse bu zihniyeti anlatamaz.

            Bu yüzden eğer soru ‘’ Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini kim istiyor?’’ sorusuysa cevap da şudur: ‘’ Kötü tavsiyelere uymuş, yanlış yönlendirilmiş bir avuç çocuğa uyan kötü yoldaki bir avuç cahil köylüden başkası değil. ’’ Kilisenin bu terörden çok büyük çıkarları vardır ve ne yazık ki bu Hıristiyan organizasyonu, gençleri terörist ve katil yapma yoluna gitmektedir. İşte bu durum karşısında Yunanistan ve Kıbrıs’taki Enosis hareketi liderleri, Kıbrıs’ın Yunan olduğunu ve çoğunluğunun isteğinin gerçekleştirilmesi gerektiğini iddia etmektedirler. Enosis için kışkırtmacılık yapanlar ve açıkça terörizme arka çıkanlar, tüm nüfusun % 10’nu bile temsil etmemektedirler. Buna rağmen haklı olduklarını ve çoğunluğun hakkının verilmesi gerektiğini söylemektedirler.

            Rumca konuşan nüfusun tümü Yunanistan’a bağlanmak isteseydi bile, bu talepleri haklı çıkarılamazdı, çünkü Kıbrıs’taki çoğunluğu bu nüfustan çıkardığınız zaman Rum tezi çöker.

           Yunanistan Kıbrıs’ı yönetemez, koruyamaz ve buradan çıkar sağlayamaz. Yunan yönetimi adaya adımını attığı anda, anarşi ve iç savaş başlar, komünizm canlanır ve ada Doğu Akdeniz’de bir yangın yerine dönüşür. Yunanistan ekonomik açıdan Kıbrıs’ı destekleyemez. Değişik mezheplerden ve inançlardan gelen yarım milyondan fazla insan, açlık ve sefalete mahkûm olur. Stratejik olarak da Kıbrıs, Yunanistan için gerekli değil. 

            Tarihi açıdan ise Kıbrıs Yunanistan’a ait değil. Self-determinasyon ilkeleri Kıbrıs’a uygulanamaz, çünkü ada, Türkiye’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Eğer bu ilkeler çoğunluğa göre yorumlanacaksa, o zaman da bu çoğunluk adada ki değil, Türkiye ve Kıbrıs’ta yaşayan 60 milyon çoğunluğun yorumu olacaktır.

           Eninde sonunda İngiltere’nin, gerek yanlış bilgilendirilmiş dünya kamuoyunun zorlamasıyla, gerek seçimi kazanan İşçi Partisi’nin pes etmesiyle veya teröristlere yeni hayat tarzı yaratıp, onlardan bıkıp usanan insanlar sayesinde, bunu açıkça lanetlemekten vazgeçeceği düşünülmektedir.

          Dünyanın herhangi bir yerindeki bir papaz veya herhangi bir kişi, Başpiskoposun ifadelerindeki kışkırtıcılığı dile getirseydi ve masum gençliği bu kadar açıkça ve cesurca şiddete teşvik etseydi, çoktan kendini hapishanede bulmuştu. 

          Fakat İngiliz yönetiminde, Rum kilisesinin liderleri tüm bunları yapma özgürlüğüne sahiptirler. Ancak zaman geçtikçe ve bu konuda bir şeyler yapıldıkça, İngiliz ve diğer kilise liderleri bunları protesto etmeye başladılar. Umarız ki dünyanın hiçbir yerinde dini liderler, kendi ülkelerinin gençliğini fesatlığa, şiddete, isyana, ayaklanmaya ve kanlı ihtilallere teşvik edecek kadar özgür olamazlar. 

Önceki İçerikCamiler, Vakıflar ve Kızılay’a Yardımlar
Sonraki İçerikErmeni Sorunu (I)
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.