Boğum boğum kuşatılmış ışığı,
Bir taşına yekpâre Acem mülkü feda bir şehir
Ve ruhuna iliştirdiği gençliğini
Vuslata kilitlemiş âşığı..
Gönül gözü elâ mı görür?
Köz köz iman Leylâ mı görür?
Geçeceksin.. geceden günden,
Geçeceksin Peygamber’in önünden
Avuçların,
Avuçların Kevser serinliğinde sanki
Ey yüreğini sancak deyu sura asanım !
Hasan’ım..
Sen söyle dinin ak güneşi..
Hangi körükle dindirmeli bu ateşi ki sönsün?
Ve sensin alev almış altı asrın itfaiye eri..
Yüreğim yetmiş iki parça geminin işgali altında şimdi..
Güya o güzel Emir’i methediyorum..
Aslında kendimi fethediyorum..
Ve elindeki
İrem bağlarının tebşir anahtarı mıdır?
Soruyorum ey gül devşiren asil âşık;
Tomurcuğun al mı, ak mı, sarı mıdır?
Deseydim
Bir çınarın göğsündendir bu misk-i amber..
Yine de beyaz bir deniz boyunca
Toprağın düğününe gelir miydi Kamber?
Şefkat çeşmesi..
Gül kapısı..
Muhabbet ordusu..
Bengisudur, içilir..
Bir cennete açılır..
İçeri gir !
Bundan öte sevgi seferidir..
Hâlâ yüreğimin atışını duymuyorsan güm güm..
Ve bir Şâhî gülle gibi bakışını saymıyorsan kusura..
Ey gönlüm,
Kulağını daya sura..