“Tarih Yeniden Yazılacak”

77

“Damgaların Göçü” belgeseliyle, “Türkler Anadolu’ya ne zaman geldi?” sorusu cevap buluyor. Yapımcı ve Yönetmen Servet Somuncuoğlu tarafından hazırlanan “Damgaların Göçü”;  “Türkler Anadolu’ya ne zaman geldi?” sorusuna, bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış bulgularla, dünya tarihini yeniden yazdıracak bir cevap veriyor. Yönetmen Somuncuoğlu, kendisini arayan Cemil Söylemezoğlu’nun  “bizim burada kaya resimleri”  var demesi üzerine Ankara’nın Güdül ilçesi Salihler köyüne gittiğini anlatırken, “Beni götürdüğü alanlardaki kaya resimleri, çarpıcıdan öte muhteşemdi. Söylemezoğlu ile 2008 yılı Nisan ayında başlayan araştırma ve çalışmalarımız 2010 yılı Nisan ayına kadar sürdü. Bölgede on ayrı araştırma gezisi yaptıktan sonra “Damgaların Göçü” belgeselinin projelendirilmesi ve çekim süreci başladı” diye konuştu.

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türkiye’de birçok bölgede  “kurgan”  adı verilen Türk mezar yerlerinin mevcut olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Sadece Doğu Anadolu’da 1000 civarında kurgan var. Hakkari’de Prof. Dr. Veli Sevin başkanlığında açılmış olup, M.Ö. 1200 yıllarına ait olan kurgan; eski Türk mezarlarının en önemli özelliklerini taşımaktadır. Mezardan çıkan Balballar, Asya’daki Balballarla aynı özellikleri göstermektedir. Dolayısıyla kurganların Anadolu’daki varlığı ve zamanı Türklerin Anadolu coğrafyasındaki tarihini ortaya koyacak en önemli unsurlardandır. Türk tarihçileri, Anadolu tarihini yeniden ele almak ve Türk tarihinin 1071’de başladığı tezinden sıyrılıp yeni araştırmalara imza atmak durumundadırlar.” (Yeniçağ, 27 Ocak 2011, s.2)

Belgesele danışmanlık yapan Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Anadolu’nun değişik yerlerinde mevcut kaya resimleri ve kurgan adını verdikleri mezar yerleri olduğunu, Asya’daki kaya resimleriyle Anadolu’daki kaya resimlerinin eşdeğerlik ve benzerlik gösterdiğini söyledi.

Beypazarı ile Güdül arasındaki dağlarda bulunan M.Ö. 3000 – 5000 yılları arasında yapılan kaya resimlerinin o tarihteki insanların yaşayış biçimlerini (ve) inançlarını gözler önüne serdiğini anlatan Halaçoğlu, “Resimlerde insan figürleri, süvariler, at üzerinde avlanma, hükümdarlık alametleri yer almaktadır. Konunun uzmanları bunları bütün olarak değerlendirdiğinde Anadolu tarihinde çok farklı bir sayfa açılacaktır. Ve bu sayfa belki de dünya tarihinin yeniden yazılması için bir başlangıç teşkil edecektir. Ayrıca burada çok sayıda kurgan olarak nitelediğimiz mezar yerleri mevcuttur. Bunların benzer örnekleri Asya’da, Tuva’da, Yakutistan’da ve Sibirya’da da görülmektedir ve oradaki kaya resimleriyle kıyaslanabilecek niteliktedir” şeklinde konuştu. (a.g.g. s.2)

Dr. Mustafa Aksoy, buradaki resimlerin Türk dünyasının Altaylar bölgesindeki kayalardaki resimlerle benzerlik gösterdiğini belirtirken, “Nasıl ki biyolojik hayatımızda DNA’lar varsa, sosyal hayatımızda da var. Ben buna sosyal DNA diyorum. Çünkü Sibirya’dan Balkanlara kadar olan Türk kültür coğrafyasında birbirinden haberdar olmayan insanların aynı damgaları kullanmaları son derece manidardır” dedi.

Doç. Dr. Yücel Şenyurt resimlerdeki at tasvirleri ve runik yazı örnekleri ile çeşitli Türk boylarına ait damgaların, bu alanın Hun ve Göktürk dönemine ait olabileceğini gösterdiğini söyledi. Prof. Dr. Ahmet Taşağıl ise kaya resimlerinin analitik, üslup ve sanat yönünden değerlendirilmesi gerektiğine değindi. (a.g.g. s.2)

Kaya resimlerinde Göktürk harflerinin kullanılması; Türk kültürünün yaygınlık alanını

gösteriyor. Ayrıca dağ keçisi ile ay ve yıldız motifleri dikkat çekiyor. (a.g.g. s.2)

Yazarın biri, yıllar önce, köşe yazısına  -hatırladığım kadarıyla-  şöyle başlıyordu: “1000 senedir Türklerin, 2000 senedir ise Kürtlerin yurdu olan Anadolu…” Böyle bir cümleyle karşılaşan Kürt asıllı bir Türk vatandaşının kafasında şöyle bir hüküm oluşmaz mı? “Demek ki, Türkler; bizlerden 1000 yıl sonra Anadolu’yu yurt tutmuşlar. Anlaşılan o ki, Kürtler; Türklerle aynı kökenden gelen bir millet değil!”

Evet sevgili okur! En tehlikeli yalan; yarısı doğru ve hakikat olan yalandır. Çünkü çürütülmesi çok zordur. İşte, dıştan; böyle yarısı doğru yalanlar üfleniyor! İçeride de bu telkin ve üfleyişlerle oyuna gelerek oynayan, dışarının yönlendirmesiyle yıkıcı ve bölücü cereyanlara kapılan kimi aydınlar var! Bunlar, bu yarısı doğru; yalan yanlış bilgilerle, Güneydoğu insanımızın zihinlerini tarümar ediyor! Kardeşi kardeşe düşman edecek olan nifak, şikak ve fesat tohumlarını  -özellikle-  körpe dimağlara, ekiyorlar! Onların akıllarına; kulağa hoş gelen ayrılık gayrılık fikirlerini sokuyorlar! Onları, -sözde kalmaya mahkum-  heves ve maceralar peşinde koşmaya sevk ediyorlar! Böylece, kabul olunmayacak duaya,       -şimdiden-  ‘amin’ diyor ve dedirtiyorlar!

Halbuki, tarihi iyi bilenler, Türklerin Anadolu’yu mekan tutmalarının, çok eski tarihlere uzandığını, açıkça görmektedirler. Binaenaleyh, söylenilen ve zannedilenlerin aksine; Kürt kardeşlerimizle aynı kökün iki farklı dalları olduğumuz; gün gibi aşikardır. Nitekim, yukarıda alıntıladığımız araştırmalar; Türkiye’deki tarihi izler ve bulgularla, Orta Asya’daki tespitlerin aynı olduğunu göstermekte; Türk – Kürt kardeşliğini;  -iç ve dış düşmanların rağmına-  daha da pekiştirmektedir.

Güneş balçıkla sıvanmaz. Bizler bu topraklarda, önceden beri, bir ve beraber olarak vardık ve varız. İnşallah, bundan sonra da  -ila yevmi’l-kıyam-  yani kıyamete kadar böyle kalacağız.

Evet, zaman ihtiyarlandıkça, tarihi hakikatler bir kat daha kendini belirtir bir mahiyet ve içerik alıyor. Velhasıl, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatan ve milletiyle, bölünmez bir bütündür. Bunun böyle olduğu; tüm kıskanç gözlerin bütün engellemelerine rağmen, yeni tarihsel bulgularla, bir kat daha kanıtlanmış ve belgelenmiş oluyor.

 

 

Önceki İçerikDomino Rüzgarı
Sonraki İçerikUyanın Kıdem Tazminatı Gidiyor
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.