1826’dan sonraki olayları yazan tarihçilerin ayrıntılara girmeden Yakın Tarih’i; kısa ve öz olarak yazmalarının bir sebebi de şu olsa gerek:
Sanki gerçekleri apaçık yazarlarsa Cumhuriyet Tarihi’ne gölge düşecek. Oysa Cumhuriyet’in, geçmişin üzerine basarak yükselmeye ihtiyacı yok. Artık eski hâl muhâl. İmkânsız. Ya yeni hâl kabul edilecek veya izmihlâl. Yani çöküntü mukadder ve kaçınılmaz olacak.
Artık Cumhuriyet’ten vazgeçilemez. Cumhuriyet’e sırt dönülemez. Çünkü Cumhuriyet fazîlettir. Çünkü Cumhuriyet, halkın kendi kendisini idare etmesi, yönetmesidir.
Ama bunun devamı, geçmişe kalkıp sövmek olmamalı. Osmanlı Devleti, ne yazık ki ömrünü tamamlamış, şerefle şanla tarih sahnesinden çekilmiş, yerini -inşâllah- Kıyamet’e kadar sürecek olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bırakmıştır.
Bundan dolayı geçmişi ibret alınacak şekilde gereği gibi doğru olarak önümüze sermek gerek. Osmanlı artık ibret, nasihat ve ders alacağımız, bir engin yol gösterici mürşit hükmündedir. Ondan çekinmemiz yersizdir.
Fakat bazı aydınlarımız, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni bir devlet olarak zuhur etmesini, ortaya çıkmasını düşünerek, içinden çıktığı Osmanlı Devleti’ni tafsilâtıyla vermekten, yok yere çekinmiş ve çekimser kalmışlardır. Osmanlı’yı haksız olarak tenkit etmeye de dilleri varmadığı için, bol belgeli, çok olaylı yakın tarihi kısa ve özlü yazmak zorunda hissetmişlerdir kendilerini. Dilleri daha fazla Osmanlı’yı hırpalamaya elvermemiştir.
Bütün bunlara rağmen, kimi kalemler, hâlen her olumsuz tavrımızın altında Osmanlı’yı göstermekten kendini alamamış ve alamıyor! Bu durumda gerçekleri ters yüz ederek yazılacak olan uzun, tafsilâtlı tarihlerin yazılmayışı isabetli olmuş diyebiliriz. Yoksa daha çok üzülecek, daha fazla kırılacak; mâziye, geçmişe vurulan her haksız darbe, kendimize vurulmuş gibi olacak. Bu da bizleri dilhûn edecek, kan ağlatacaktı.
Bu muvakkat fetret ve geçiş devir ve dönemini; bu şekilde savuşturmuş olmaktan bir bakıma memnun olmalıyız. Çünkü bugün artık, her türlü endîşeler geride kalmış. Çok değerli tarihî eserler kaleme alınmış ve alınmakta.
Gerek Üniversite tarih yayınları, gerek Türk Tarih Kurumu neşriyatı, gerekse Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları arasında; bilimsel, doğru ve tarafsız, tarih araştırma eserlerini görüp zevkle mütalâa etmekte ve okumaktayız.
Artık bu neviden kıymetli eserler; çokça basılmakta, böylece neslin tarih ihtiyacı gururla yerine getirilmektedir.
Artıktarihçilerimiz; eserlerini “Batılı tarihçiler ne der?” gibi yersiz çekincelerden kurtulmuş olarak yazmakta. Dahası Batı’lı tarihçilerin yanlışlarını ortaya koyarak; kitaplarınıkaleme almaktadırlar. Ayrıca kazandıkları güven duygusu içinde, bu sâhada ben de varım. Bu alanda ben de söz sahibiyim, benim de söyliyeceklerim var diyerek kalem oynatmaktadırlar.
Artık Türk Üniversiteleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gelişmesine paralel ve koşut olarak, emin adımlarla, ilim âleminde bayrak göstermektedirler.
Artık Türkiye Cumhuriyeti’nin dış âlem nezdinde, dış dünya yanında, kendine güveni tamdır.
Artık Dünya ilim câmiasında, bundan böyle, beni de hesaba katmalısınız, diyecek durumdadır. Çünkü:
Artık bilimsel bir platformda, istenen ve beklenen yerini almıştır.
996- 998