Başbakan Yardımcısı Ali Babacan şöyle diyor: “Maalesef bu 12,5 yıllık dönemde Türkiye’nin ilerlemediği hatta itibar kaybettiği bir alan var, o da maalesef yargı. Kurumların güven anketlerine ve kamuoyu çalışmalarına bakıldığında güven noktasında yargımız maalesef alt sıralarda çıkıyor. Yine halkımızın memnuniyetini ölçen araştırmalarda da memnuniyet seviyesinin hızla düştüğü bir alan.”
Yargıdan memnuniyetsizliğin artmasında yargılamanın yavaş işlemesi, adaletin geç tecelli etmesi gibi eski problemlerine ilaveten cemaat ve hükümet yanlısı yargı oluşturulması yatmakta.
Hükümet ile cemaatin ortak hareket ettiği dönemde, özel mahkemeler ve HSYK cemaat yanlısı hale getirilmişti. 17/25 Aralık 2013 soruşturmalarından sonra kitleler halinde hâkim, savcı ve emniyet görevlileri atamaları yapılarak “Cemaat kadroları” tasfiye edildi. “Hükümete yakın” hâkimlerin görevlendirildiği “Sulh Ceza Hâkimlikleri” ihdas edildi. HSYK, AKP ve Erdoğan ile “uyumlu hale” getirildi.
Ve yolsuzluk dosyaları örtüldü.
Daha da ileri gidildi. Bu sayede Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa Anayasa’daki “hâkimlik teminatı” kuralı dahi ihlal edilerek, iktidarın hoşuna gitmeyen tahliye kararları verdiği için, iki hâkim tutuklandı.
Hâkim ve savcılar, yalnızca Anayasa, kanun ve kendi vicdanları ile bağlı olarak görevlerini ifa edebilsinler diye, siyasi makamların yanı sıra, daha üst derecedeki mahkemelere, hatta HSYK’ya karşı da korunmuştur. Ancak iki hâkim, kararlarının hemen arkasından (iki gün içinde hangi deliller bulundu ise), “silahlı terör örgütü” üyesi olduğu suçlaması ile tutuklandılar.
Bu konuda Kocaeli Barosu‘nun Başkan Av. Sertif Gökçe imzasıyla yaptığı açıklamasında belirtildiği gibi, “Hukuk devletinde hâkimlerin ve mahkemelerin verdiği kararların hukuka uygun olup olmadıkları tartışılabilir ve hukuka aykırı olduğu düşünülen kararlarla ilgili kanun yollarına başvurulabilir. Hukuka aykırı karar veren hâkimler hakkında şikâyet müesseseleri de işletilebilir.”
“Anayasa’nın 138. maddesindeki ‘Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.’ Bu Anayasal hükme rağmen, mahkemelerin bağımsızlığına müdahalede bulunulması bir yana, hâkimlerin vermiş oldukları karar nedeniyle ‘terör örgütü üyesi’ suçlaması ile gözaltına alınması ve tutuklanması hukuk devletinde hayal dahi edilmemesi gereken bir durumdur.”
“Hukuk devleti” kavramından bir “kabile devleti” zihniyetine doğru giden davranışların ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerini en iyi şekilde gözlemleyen kişi Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’dır.
Babacan’ın sık sık “yargıdan memnuniyetin azalmakta olmasına” dikkat çekmesi, “bağımsız ve tarafsız yargı” istemesi tesadüf değil.
Ekonomideki olumsuz gidişin AKP’nin oylarını da azaltacağını Erdoğan ve AKP’nin görmemesi imkânsız. Ama yargılamadan kaçırılması gereken dosyalar, yargıya müdahaleden vazgeçmelerini engelliyor.
*****
Yüksek Seçim Kurulu
Tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, makamına tahsis edilmiş devlet bütçesini kullanarak, AKP lehine seçim kampanyası yürütmesi çok önemli bir hukuk ihlali. Aynı zamanda dürüst ve adil bir seçim yapılmaması demek.
YSK, bu konuda muhalefet partilerinin başvurularını “Cumhurbaşkanına karışma, faaliyetlerini inceleme ve durdurma yetkimiz yoktur” gerekçesiyle reddediyor.
Yüksek Seçim Kurulu kendi www.ysk.gov.tr sitesinde “Yüksek Seçim Kurulu Kararlarının Niteliği Nedir?” sorusunun cevabını şöyle veriyor:
“Yüksek Seçim Kurulu, yalnız seçimlerin genel yönetim ve denetimini yürüten bir kurul değildir. Yargıtay ve Danıştay’ın kendi içlerinden çıkardıkları üyelerden oluşan seçimlerin yargısal denetimini de sağlayan karma egemen üst yargı merciidir.”
Seçimlerin “dürüstlük” içinde yapılması ile görevli YSK, dürüstlüğe aykırı işlem Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılınca kendisini görevsiz saymakta.
Bu durumda görevli kurum Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü veya Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü olmadığına göre hangi kurum yetkili olabilir?
Cumhurbaşkanına ettiği yeminine sadakati hatırlatması ve görevini anayasal sınırlar içinde yapması, adil seçimler yapılmasına engel olacak davranışlarda bulunmaması için müdahale etmesi gereken görevli kamu kuruluşu belki de, Diyanet İşleri Başkanlığıdır.
Diyanet İşleri Başkanımızın böyle bir görevi yerine getirebileceğine, dürüstlük ve adalet ilkelerinin dinimizdeki yerini hatırlatabileceğine inanabiliyor musunuz?
*****
Orta Teknoloji ve Orta Gelir Tuzağı
Hürriyet Gazetesi’nde İsmet Berkan‘ın çok önemli yazısının başlığı bu.
Türkiye 10 bin dolar civarında olan kişi başına milli gelirini 7 senedir artıramıyor. Hatta kurların artmasıyla birlikte geri gitmeye başladık. “Orta gelir tuzağı” denilen bu. Oysaki son 7 senede G. Kore 10 bin dolar artırdı kişi başına milli gelirini.
İhracatımızı ithalatımızın üzerine çıkarmamız lazım. “Bizim en fazla ithal ettiğimiz şey aslında bilgi. Bilgiyi kendimiz üretemediğimiz için başkalarından alıyoruz. Ve bilgiye ödediğimiz para toplam ithalatımızın üçte biri kabaca.”
“Bizim ihracatımız için yüksek teknoloji içeren ürünlerin miktarı 2000 yılından beri düşüşte (yüzde 8’den 4’e). Buna karşılık ‘orta teknoloji’li ürünlerin oranı 2000’den 2005’e geçerken sıçramış ve orada kalmış, yüzde 30’larda.”
“Bu aslında şu demek: Biz 2000 yılında kabaca ne kadar yüksek teknoloji ürünü üretiyorsak bugün de üç aşağı beş yukarı o kadar üretiyoruz. O yüzden toplam ihracatta yaşanan büyümede yüksek teknolojili ürünlerin payı bırakın yerinde saymayı azalıyor. Problemlerimizin yattığı yer tam burası.”
Bu problemi çözmek için teşvik sistemi düşünülmüş. Ama “biz aynı anda herkese, her sektöre teşvik veriyoruz. Oysa G. Kore, seçilmiş sektörlere odaklanarak uyguladı teşviklerini. Onlar bu sayede 10 bin dolardan 25 bin dolara 20 yılın altında sıçradılar.”
Yine bu tuzağı aşmak için eğitim sisteminde nitelikli insan yetiştirme odaklı bir yapılanma gerekli. Türkiye’nin gençlerinin, 2534 yaş grubu nüfusumuzun sadece yüzde 46’sı lise ve üstü okul mezunu; yüzde 54 niteliksiz.
Okumuş olanların nitelikleri konusunda da çok kötü durumdayız.
“Bu insan malzemesiyle nereye kadar?” başlıklı yazımda bu konuyu incelemiştim.
Dünyanın en kapsamlı eğitim araştırmalarından PISA, dünya ekonomisinin yaklaşık olarak %90’ını teşkil eden 65 ülkenin katıldığı bir araştırma.
Bu çalışmalara göre, öğrencilerimiz bilgi ve beceri bakımından 65 devletin içinde 43. sırada. Matematikte 44. Fen Bilgisinde 43. ve kendi dilinde (Türkçe) okuduğunu anlama ve anlatma becerileri açısından 42. sırada olan öğrenciler yetiştiriyoruz.
2000 yılından itibaren her üç yılda bir yapılan PISA araştırmalarındaki sıralamada kayda değer bir iyileşmemiz yok.
PISA testlerinde birinci ülke Çin, beşinci ise G. Kore.
Demek ki kalkınma tesadüfi değil. İnsan yetiştirme düzenimizi geliştiremezsek, ne orta teknoloji tuzağını ve ne de orta gelir tuzağını aşabiliriz.
13 yıllık AKP dönemi maalesef bu alanda da kaybedilmiş bir zaman dilimidir.