Amerika’yı keşfeden beyaz adam, yerli Kızılderililere “Tanrı’nın insanlara gönderdiği sözlerdir” diyerek İncil’i okur ve anlatır. Kızılderili, beyaz adama sorar: “Sizin Manitunuz (Tanrınız) mesajını kitaba mı yazdı? Bizim Manitu sözlerini dağlara, taşlara, bulutlara, kuşlara, böceklere, çiçeklere, hayvanlara yazdı.”
Bizim Allah’ımız kendini ve kudretini insanlara anlatmak için, hem yarattığı her türlü mahlukata ve hem de kitaba (Kur’an-ı Kerim’e) yazdı.
Kainatın insan havsalası ile kavranması ve bilinmesi mümkün olmayan büyüklüğü ve karmaşıklığı karşısında, idrakimizi Yaratıcının kitabı ile bildirdiklerine teslim etmekten başka çaremiz kalmıyor.
İçinde yaşadığımız güneş sisteminin de dâhil olduğu galaksiye dair bildiklerimiz sıfır noktasına yakın. Sayısını bilmediğimiz galaksiler, nebulalar, kara delikler vs ise hiç bilmediğimiz, hayal bile edemediğimiz bir âlemden bazı isimler. Aynı bilinmezlik ve idrakimizin alamadığı muhteşem ve karmaşık yapı, maddenin en küçük yapı taşı olan atomun yapısında da var. Atomun evrenin yapısına benzeyen muhteşem ve kompleks yapısına dair bilgilerimiz de aynı ölçüde sınırlı.
Bir insan organizmasındaki sayısını bile bilemediğimiz kimyasal reaksiyonlar, bu reaksiyonların sonucunda insanın biyolojik, psikolojik ve hatta sosyal davranışlarını inşa etme mekanizmaları, genetik mirasın, inanç sisteminin bu davranışlara etkileri konularında da, idrakimizin sınırı son derece küçük
Yaratıcımız, kendi varlığını ve kudretini anlamak ve araştırmak görevini yüklediği bizleri, hiçbir zaman idrak edemeyeceğimiz müthiş bir kâinatın içinde yaratmış. Böylece varlığının farkında olmamızı ve anlayamadığımız ama sezdiğimiz ihtişamlı evrenin inşasındaki sanatına hayranlığın bir ifadesi olarak, kendisine tam bir teslimiyet istiyor olsa gerek.
Bir yaprağın veya bir böceğin mühendislik açısından olağanüstü yapısı kadar, gözlerimize ve gönlümüze hitap eden muhteşem sanat değerinin farkında olabileceğimiz fevkalade güzel bir ülkede yaşıyoruz. Dört mevsimi yaşayabildiğimiz, bitki ve hayvan çeşitliliği açısından çok zengin olan, dağları, denizleri, kaplıcaları, ovaları, nehirleri ile çok zengin tabiat varlığı içindeyiz.
Tabiat zenginliklerini temaşa ederken, Yaratıcının kudretine olan hayranlığımızı ifade etmek, O’na şükür etmek ve bu şükrümüzün gereği olarak çevreye saygılı olmak, kitapta yazılanları okumak ve tatbik etmek kadar sevaptır diye düşünüyorum. Hatta bu idrak seviyesi Kur’an da bize bildirilen mesajla tam bir ayniyet arz etmektedir kanaatindeyim.
*******************************
Dünyamızda, bizden evvel geçip giden milyarlarca insandan isimleri günümüze kadar gelen ve bugün de hayırla ve sevgiyle anılan kaç tane insan var?
Yaratıcı’nın bir hikmetli iradesi sonucu olsa gerektir ki, yüzlerce yıl isimleri yaşamış insanların büyük çoğunluğu peygamberler ve peygamberlerin yakın dostları olmak üzere, yüce bir fikrin/davanın uğruna mücadele ve fedakârlık etmiş kişiler, unutulmayan ve saygıyla anılan büyük insanlar sınıfını oluşturmaktadır.
Doğu’da da Batı’da da insanlar en çok peygamberlerin ve onların yakın dostları ile Onların izinden giden büyük dava erlerinin isimlerini çocuklarına isim olarak seçmektedir. Bugün Türkiye’de her dört erkekten biri Muhammet (Mehmet), Ahmet, Mahmut gibi peygamberimizin isimlerini taşımaktadır. Bekir, Ali, Ömer, Abdullah, İbrahim, Musa, İsmail, Hasan, Hüseyin, Ayşe, Fatma, Zehra, Hatice, Gülsüm, Emine gibi isimler de yüzlerce yıldır saygıyla yaşatılıyor.
Kimse çocuğuna Firavun, Ebu Cehil gibi isimleri vermediği gibi, İslam tarihinde çok önemli fakat olumsuz bir iz bırakan Yezit, Muaviye gibi isimleri de vermiyor.
Yunus Emre‘yi yüzyıllardır yaşatan, şiirlerini aynı sevgiyle nesillerden nesillere aktarılmasına sebep olan gücü, hangi kudretli cihan hükümdarları, hangi Karun gibi zenginler kazanabildi? Dünyanın yarısına hükmeden devlet başkanlarının da, katrilyon dolarlara hükmeden multimilyarderlerin de yapamadığını bu “garip derviş” nasıl başardı?
Din kökenli olmayan, felsefi ve ideolojik akımların lider ve kahramanlarında da unutulmazlık veya uzun yıllar saygıyla anılma mümkün olabiliyor. Burada da belli bir davaya adanmışlık ve dava uğruna sıradan insanların hedefleri olan zenginlik, güç gibi dünyevi ihtiraslar yerine insanlara hizmet, toplumları maddi ve manevi olarak ilerletmek gibi ulvi hedefler uğruna fedakârlıklar söz konusudur.
Bu türden öncü ve kahramanları olan topluluklar kalıcı ve saygıdeğer milletler olabilmektedir. Bu dönemde Türkiye’mizin böyle adanmış ruhlara ihtiyacının her zamankinden daha çok olduğunu düşünüyorum.