Sürüye Çoban

204

Rauf Bey! Bir millet var, koyun sürüsü. Buna bir çoban lazım. O da benim.”

Bu söz son Osmanlı Padişahı Vahdettin’e ait.

Vahdettin, Mondros’ta Osmanlı Devleti’ne dayatılan ağır şartları kabul edilemez bulan heyete “Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, ateşkes anlaşmasını (Mondros Mütarekesi’ni) imzalayınız” emrini vermişti.

Bu ateşkes antlaşması “kayıtsız şartsız düşmana teslim” anlamına gelmesine rağmen bir “zafer” olarak takdim edildi.

Antlaşma ile Osmanlı Devleti resmen sonlandırılmasına rağmen “Devletin bağımsızlığı, saltanatın hukuku, milletin onuru tümüyle kurtulmuştur” denildi.

Mütareke Meclis-i Mebûsan’da oy birliği ile onaylandı.

Mütareke için sanki bir mutlu bir olaymış gibi anma pulları çıkarıldı. 1 Kasım 1918’den geçerli olmak üzere Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında nihai ateşkes ilan edildi.

28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebûsan yani Osmanlı’nın son milletvekilleri Misak-ı Millî’yi kabul etti. 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edilmeye başlandı.

Milletin temsilcileri Padişah Vahdettin’den “İstanbul’un işgaline karşı çıkmasını” isterler. Ayrıca “Meclis kararı olmadan herhangi bir uluslararası belgeyi imzalamayın” derler.

İşte padişah Vahdettin, bu talepleri ileten milletvekillerine, “milleti koyun sürüsü, kendisini bu sürünün çobanı” olarak gördüğünü anlatan o cevabı verir.

*******************************

MUSTAFA KEMAL VE MİLLİ İRADE

Mustafa Kemal’in anlayışında Türk milleti sürü değil, kendisi de o sürünün çobanı değildir. “Millet ve biz yoktur, birlik halinde millet vardır. Biz ayrı millet ayrı değildir.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri ve siyasi başarılarının temelinde milli iradeye güvenmesi ve bu iradeyi yönlendirme becerisi yatar.

Millî mücadelenin başında Amasya Genelgesi’nde “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” cümlesinin yer alması bir işaret fişeği idi.

Erzurum Kongresi’nin açılış konuşmasında “milletin mukadderatına hâkim bir irade”, Milli İradeye dayanan bir Milli Meclis” ile “gücünü milli iradeden alacak sorumlu bir hükümetin kurulması gerektiği” vurguları da önemliydi.

Atatürk askeri zaferler ve siyasi başarılarından bahsederken, kendi adını öne çıkarmamış ve hep milli başarılardan, milletimizin üstün vasıflarından bahsetmiştir.

“Bir millet, bir ülke için kurtuluş, esenlik ve başarı istiyorsanız, bunu yalnız bir şahıstan hiçbir zaman talep etmemeliyiz” demiştir.

Aslında milli mücadele zamanında Türk milletinin bir kısmında (uzun yıllar süren savaşlar, yoksulluk ve cehaletin etkisiyle) Mustafa Kemal’in yücelttiği vasıflar küllenmişti. Hatta içlerinde savaştan kaçanlar, ihanet edenler, suç işleyenler, devlet otoritesi ortadan kalkınca halka zulmedenler de oluyordu.

Atatürk bu tür olumsuz örnekleri asla genelleştirmemiş, Türk Milletinin özünde taşıdığı cevheri ortaya çıkarmaya çalışmıştı. Çünkü, çoğu savaş meydanlarında olmak üzere, onlarca milletin mensuplarını tanımış ve en büyük manevi zenginliğin Türklerde olduğunu görmüştü.

Cevheri kaplayan külleri “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir” gibi sözlerle temizlemiştir.

“Milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu” övmüştür.

Bu yüzden coşkulu bir hitapla, “Yüksel Türk, senin için yüksekliğin sınırı yoktur” diyebilmiştir.

*******************************

LİYAKAT Mİ, İTAAT MI?

Osmanlı’nın son padişahı ile Milli devletimizin kurucu liderine ait iki anlayışın farkı açık: “Cumhuriyet fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür nesiller ister.”  Fakat padişahlık rejiminde sürüdeki koyunların çobana itaat etmesi istenir.

Toplumu sürü yapmanın ilk adımı “aklını, iradesini ve vicdanını birilerine teslim etmek.” Bunun için “dergâh, tarikat veya partiden içeri adımını atarken aklını, iradeni, vicdanını kapının dışında bırakman gerekir” deniyor. Liderin, kanaat önderinin, şeyhin, hocaefendinin yanında “gassal önündeki meyyit (yıkayıcının önündeki ölü) gibi olmak” tavsiye edilmekte.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık bir tecrübeden sonra bile, millet yerine bir kişiyi yüceltme, buna karşılık “milleti sürü haline getirme” zihniyetinin güç kazandığı görülüyor.

Her fırsatta subliminal bir mesaj olarak dile getirdikleri “itaat et rahat et” sloganı hayatın gerçeği haline gelmekte.

Birey olmanın vazgeçilmez şartı olan “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” olanlar her fırsatta maddi manevi sıkıntılara muhatap kılınırken; kimliksiz, liyakatsiz ve fakat sadakatli olanlar ödüllendirilmekte.

*******************************

KIZIL GONCALAR VE ÇOBANA SÜRÜ

Fox TV’de yayınlanan, Özgü Namal ve Özcan Deniz’in başrolünde yer aldığı Kızıl Goncalar çok başarılı bir çalışma idi. İlk bölüm yayınlandıktan sonra tarikatlar harekete geçti, RTÜK’e 31 binin üzerinde şikâyet ilettiler. RTÜK hemen “toplumun milli ve manevi değerlerine aykırılıktan” ceza yağdırdı.

Oysaki, benim de seyrettiğim ilk iki bölümde, dizi bir yandan tarikatlar içinde yaşanan gerçek olayları diğer taraftan laik kesimin hatalarını yansıtmakta.

RTÜK cezaları dizinin daha çok izlenmesine sebep oldu. Dizinin ilk iki bölümünün sosyal medya üzerinden izlenmesi 7 milyonu geçti.

Dizi için verilen cezalara çok eleştiriler oldu. En güzel eleştirilerden biri usta sanatçı Ahmet Mümtaz Taylan’dan geldi:

“Kızıl Goncalar tüm bileşenleriyle başarılı bir iş. ‘Her mahallenin ezberini bozabilecek’ bu tür cesur yapımlara yönelik sansürleme çabası da haksız ve yersiz. İktidar olmak zor değil. Ancak kültürel iktidara talipseniz donanım şart. Sansürle ve para saçarak ancak kendi mahallenizde yaşarsınız, yaşarız. Marifet birlikte yaşamakta.”

Birilerinin “Sultan Vahidettin Han” diyerek yücelttiği padişah “önder” olmayı değil, “sürüye çoban” olmayı yakıştırmıştı kendine.

Şimdi eksiği, kusuru bol olsa da bir “demokrasi” var memlekette.

“Milletin tamamı “sürü” olmayı kabul etmiyor. O halde çobanın mevcut sürüyü muhafaza etmesi ve sürüye katılımların artırılması gerekir” diye düşünen işgüzarlar mı devrede?

Bu kafaya göre “çoban var ama sürü yetersiz. O halde ÇOBANA SÜRÜ bulmak gerekiyor.”

Önceki İçerikÇözümde görev almayanlar problemin bir parçası olurlar./Goethe
Sonraki İçerikR A U F RAİF D E N K T A Ş Büyük Devlet Adamı, Eşsiz Vatanseveri, Ebedî Âleme İntikalinin 12. Yılında Hasretle Anıyoruz:
Avatar photo
Doğum 20.07.1956 BUCAK-BURDUR Eğitim Cumhuriyet İlk Okulu, Bucak Lisesi (Mezuniyet 1973) İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi - Kimya Yüksek Mühendisliği (Mezuniyet 1978) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (Mezuniyet 1995) Çok sayıda şirket içi ve şirket dışı eğitim programlarına iştirak. (ISO 9000, Toplam Kalite Yönetimi, Verimlilik, İş İdaresi, Pazarlama, İstatistiksel Proses Kontrol, Kişisel Gelişim, Kişisel İmaj ve diğer konularda onlarca eğitim programı) 1978-1980 Akyazı/Sakarya Yonca Süt Fabrikası İşletme ve Laboratuar Şefi 1980-1995 Petkim A.Ş. Yarımca Kompleksi (İşletme Mühendisi, İşletme Şefi, Başmühendis.) 1995-2001 Satış Müdür Muavini 2001-2004 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdür Yrd. 2004 - 01.02.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdürü. 01.02.2007 - 30.09.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi İnsan Kaynakları Müdürü. 01.01.2008 - 30.10.2008 Yantaş Yavuzlar Plastik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı. 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kauçuk Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptı. (2001) 03.03.2010- Serbest Avukat Medeni Hal :Evli ve İki Çocuklu Lisan : İngilizce (İntermedite level) Sosyal Faaliyetler :İstanbul Üniversitesi Korosu, Kubbealtı Musiki Cemiyeti ve halen Tüpraş Türk Sanat Müziği Grubunda korist. 250 mühendis üyesi bulunan Petkim Mühendisler Derneği'nde 4 yıl başkanlık yaptı. Kocaeli Aydınlar Ocağı'nda Başkan Yardımcısı, Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Halen Yönetim Kurulu Başkanı. 2001-2002 yıllarında Kocaeli TV' de, "Geniş Açı" adlı siyasi, sosyal, kültürel tartışmaların yapıldığı programın yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Halen Kocaeli Gazetesinde haftada bir köşe yazısı yayınlanmaktadır. Bu yazıların tamamı kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yer almaktadır.