“Şu Çılgın Türkler!”

78

Sn. Turgut Özakman’ın  “Şu Çılgın Türkler !” kitabından yapacağım bâzı alıntılarla; dünü nazara vererek, bugünü anlayacak, yarınlara yönelmek ve yarınlara yürümek için de kendimize yol bulmaya çalışacağım.

Nitekim Sn. Turgut Özakman da aynı hususa parmak basıyor. Neydik? Ne olduk? Ne olmamız lâzım geldiğini akıcı üslûbuyla yer yer dile getiriyor.

“Gençlerimize uzun zamandır Millî Mücadele’yi gerektiği gibi anlatmıyoruz. Bu yüzden şimdiki bir çok orta yaşlılar da Millî Mücadele’yi iyi bilmiyor. Bilmemek oranı gittikçe artıyor. O görkemli olayı eski, soluk fotoğraflara benzettik.

“Oysa Cumhuriyetimiz o mücadelenin ürünü ve kaçınılmaz sonucudur. O mücadele, o dönem bilinmeden bugünü okuyamayız, yarını göremeyiz.

“(Oysa) Millî Mücadele; şaşırtıcı bir yakın zaman destanı. (Çünkü) gerçek olaylar hayâli çok aşıyor. (Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, 40. Basım, Bilgi Yayınevi, Ağustos 2005, s. 8-9)

X

Gerçekten Yakın Tarih konusunda klişeleşmiş ifadelerin dışına çıkamadık. O büyük ve kutsal, maddî cihadın künhüne vâkıf olamadık. İçyüzüne lâyıkı veçhiyle inemedik. Gereği şekilde mânâsını anlayamadık. Onu tam olarak ve doğru bir şekilde, yeni nesillere, yeni kuşaklara anlatamadık.

Bu yüzden hafife aldık. Bu yüzden hafife alındık. Kuru ve yavan olarak anlattık. Ruhsuz biçimde ele aldık. Kronoloji havasından, bir türlü çıkaramadık. O yılların havasını teneffüs ettiremedik. Zamanın edebî eserlerinde yer yer geçen o günlerin havasını sindiremedik sinelerine çocuklarımızın.

X

“Osmanlı İmparatorluğu Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın yanında savaşa girer (Birinci Dünya Savaşına). Bunun üzerine İngiltere Savaş Bakanı Lord Kitchener bir açıklama yapar: ‘Türkiye’yi yok edinceye kadar savaşacağız!’ ” (A.g.e. s. 14-15)

Çünkü Osmanlı – Türk Devleti’ni süflî ve aşağılık emellerine engel olarak  görüyorlardı.

Bugün de öyle değil mi? Kirli hedeflerine tam olarak erişmekte, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni en büyük engel olarak görmüyorlar mı?

Bu yüzden terörü, musallat etmediler mi başımıza?

Bu yüzden otuz bin insanımızı kaybetmedik mi?

Bu yüzden Türkiye’nin ilerleyişi yavaşlamadı mı?

Bu yüzden gelişmemiz kösteklenmedi mi?

Milyarlarca dolar bu haklı, bu hayatî mücadeleye ayrılmadı mı? Hâlende ayrılmıyor mu?

Biraz da bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti Devleti gırtlağına kadar borca gömülmedi mi?

Bu yüzden içte dışta hakkımızı savunmak için bile kıpırdayamaz duruma gelmedik mi? Bu hâle düşürülmedik mi? Çünkü:

“Türkiye önemliydi. Çünkü İngiltere’nin egemenliği altında, bir Türk zaferinin cesaretlendirmesinden korkulan 300 milyona yakın Müslüman bulunuyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nu hızla dize getirerek, Müslümanların bağımsızlık heveslerini bastırmak, İngiltere açısından şarttı.” (A.g.e. s. 14-15)

X

 

2204

“Emperyalistler arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması, 6 gizli anlaşma ile karara bağlanır. Zavallı  Anadolu beş cepheye, durup dinlenmeden kan ve can pompalıyordu. O kadar ki dört yıl süren savaşın sonuna doğru, yaşı kaç olursa olsun, kilosu 45’i geçen her genç cepheye sürülecektir.

“30 Ekim 1918’de İngiliz deniz üssü Mondros’ta mütareke anlaşması imzalanır. Osmanlı Devleti’ne ve Türklere karşı, Ortaçağın Haçlı Anlayışı’yla, Yeni Çağ’ın ürünü emperyalizmi kaynaştıran, acımasız bir politika uygulanacaktır.” (A.g.e. s. 15)

“Türlü ayrılıkçı dernekler kurulur. Bâzı aydınlar birdenbire Kürt, Çerkez ya da Arap olduklarını anımsarlar. Bazı ümitsiz aydınlar da, İngiliz, Fransız veya Amerikan mandasını ya da himayesini arayan akımlar arasında bocalamaktadır.

“Bir çöküş ve çözülüş dönemine girilmiştir.

“Halk uzun yıllardan beri cephede ölümle, cephe gerisinde yoksullukla boğuşa boğuşa tükenmiş, içine kapanmıştır.

“İngiltere’nin, Yakındoğu petrollerinin ve pazarlarının paylaşılması sırasında bir ajan-devlete, olası bir TÜRK KIPIRDANMASINI bastıracak jandarmaya ihtiyacı vardır. İngiltere Başbakanı Lloyd George, Yunanlıları gözüne kestirir, kanlı ve uzun bir savaşa yol açacak olan düşüncesini açıklar: ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı Yunanistan’dır.’ ” (A.g.e. s. 17-18)

X

Bugün de öyle değil mi? Yine TÜRK KIPIRDANMASI’ndan korkuluyor!

Yine Türkiye’nin başı çekmesinden korkuluyor!

Yine Türkiye’nin lider olmasından korkuluyor!

Yine Türkiye’nin sağına Türk Âlemi’ni, soluna İslâm Âlemi’ni alarak, kendine gelmesinden korkuluyor!

Kardeş milletleri çekip çevirmesinden korkuluyor!

Dün dört bir tarafımızdan bizi bağlayanlar; Ermenisini, Rumunu, Yunanını ve içimizdeki gâfilleri üstümüze salanlar; bugün de, kendi çocuklarımızı, kendi insanımızı, kendi kardeşlerimizin aklını çelerek, kalbini bozarak, hayalî hedefler göstererek; olmayacak heveslere yönelterek Türkiye’ye ayak bağı olsun diye, aynı hain çaba içinde değiller mi?

Ama inanın, çabaları boşa çıkacak, gayretleri hiçe inecek. Bize musallat ettikleri terör batağında, kendileri boğulacaklar.

Zaten içlerine korku girdi. Şimdiden uykuları kaçtı. Dinsizin hakkından imansız gelir misali ödleri kopuyor şu an.

Yıktıkları yuvalar, öksüz ve yetim bıraktıkları çocuklar, dul kalan kadınların âh u zarları ayyuka çıktı.

“Alma mazlumun âhını çıkar âheste âheste.” Hükmünce arşı titreten bu âh u vâhlar, bu âh u enînler; onların kâbusu olacak ve oluyor.

Ortadoğu’da ve Türkiye’de mazlum ve masum insanların teröre kurban gitmesi; o zâlimlerin sonunu getirecek.

Çünkü dünya, etme bulma dünyası.

Çünkü dünya, çalma kapıyı çalarlar kapını dünyası.

Çünkü dünya, rüzgar eken fırtına biçer dünyası.

Çünkü dünyanın, Âdil-i Mutlak bir yüce Allahı var.

Çünkü dünyanın imhal eden / mühlet verip, zaman tanıyan fakat ihmal etmeyen / unutmayan bir büyük Allahı var.

O Allah ki, Müntakim / İntikam alıcıdır. Yâni mazlûmun, mâsumun yanında ve onların hakkını gözeten ve kimsenin yaptığı zulmü yanına komayandır.

2205

Avrupa zâlimleri, Batı kâfirleri ve Asya münâfıkları menhûs / uğursuz emelleri için dünyayı, özellikle İslâm Âlemi’ne zehir ediyor.

Elbette yaptıkları yanlarına kâr kalmayacak, Kahhâr / Kahredici olan Allah’ın elinde hâk ile yeksan / yerle bir olacaklar. Pişman olduklarına pişman olacak vakti bile bulamayacaklar. Çünkü Hakk sillesini yiyen iflah olmaz.

İşte Batı resmiyeti, Avrupa hükûmetleri ve ABD’nin dünya jandarmalığına soyunan soytarı, sözde devlet adamlarının akıbetleri de, hiç iyi olmayacaktır.

Hepsi de eştikleri kuyuya düşecekler. Mazlûmların âhı kulaklarında çınlayacak. Affetmeyen bakışları, kalblerini delecek. Dünyada zelil ve perişan, âhirette ise kat kat zebun ve düşkün olacaklar. Esfel-i Sâfilîn / Aşağıların En Aşağısında, acıların en acısı içinde kıvranıp duracaklar.

Yüce Allah’ın adâleti, daha bu dünyada iken onların yakasına yapışacak; daha buradayken onları rezil rüsva edecek. Ettiklerine bin pişman olacaklar inşallah.

Çünkü geceler çok karardı. Kararan gecelerin ise sabahı yakındır be canlar!

X

“Lloyd George Yunanlıları şöyle değerlendirmektedir: …Büyük Yunanistan, İngiliz İmparatorluğu için paha biçilmez bir kazanç olacaktır. Doğu Akdeniz’in en önemli adaları onlarındır. Bunlar Süveyş Kanalı ile bizim Hindistan ve Uzakdoğu’ya giden su yollarımız üzerinde bulunan doğal denizaltı üsleridir. Eğer Yunanlılara, ulusal yayılışları döneminde sağlam bir dostluk gösterirsek, imparatorluğumuzun birliğini sağlayan büyük deniz yolunun başlıca koruyucularından biri olurlar.” (A.g.e. s.691)

Bugün de Kıbrıs’a bu gözle bakmıyorlar mı?

Her adımlarını buna göre atmıyorlar mı?

Kuzey Irak Kürtleri’ne de, bunun için göz kırpmıyorlar mı?

X

“Patrik Vekili Dorotheos Mamalis, Türkiye Rumları için trajik gelişmelere yol açacak bir karar alır, ‘artık Osmanlı uyruğu olmadıklarını, hepsini vatandaşlık yükümlülüklerinden muaf tuttuğunu’ ilan eder. Bu, hiçbir hukukî dayanağı olmayan, Patrik’in boyunu çok aşan tehlikeli bir karardır.

“Patrikhane’nin, arkasında Avrupa’yı gördüğü zaman neler yapabileceğini gösteren uyarıcı bir örnek olarak tarihe geçer.” (A.g.e. s. 691-692)

Bugün de patrik, arkasında AB’yi görmüyor mu?

Şımardıkça şımarmıyor mu?

Giderek başına buyruk bir hâl almıyor mu?

Eğer devlet, bilhassa Türk Silahlı Kuvvetleri’ne  -Allah göstermesin-  bir zaaf geldiği an; ne yapacakları, nasıl hainliğe kalkışacakları, dünkü hallerinden anlaşılmıyor mu?

X

“İlk Yunan tümeninin İzmir’e çıkmasından dört gün sonra, ünü Çanakkale Savaşları sırasında parlamış olan Mustafa Kemal paşa, 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkar….Bütün milleti, işgale tepki göstermeye çağırır.” (A.g.e. s. 20)

X

Sonrası hepimizce malum, İstiklal Harbi ve şanlı zafer
Millet kazandı savaşı, olarak hepsi birer kahraman er

X

“Elde avuçta hiçbir şey yokken, emperyalizme, galip devletlere, Yunan ordusuna, Ermenilere, Pontus çetelerine karşı silahlı mücadeleye girişmeyi ÇILGINLIK sayanlar çoktur.

“Silahlandırılmış Türk Ordusu’nun bu tarihteki gücü, o da kağıt üzerinde, 35-40 bin kişidir.

2206

Oysa Türkiye’deki silahlı işgalcilerin sayısı giderek 400.000 kişiyi bulacaktır. Yoksul, bitik Anadolu, 400 000 işgalciyi ve on binlerce silahlı-silahsız haini yenmeyi başaracaktır.

“Millî Mücadele işte bu mucizenin, bu onurlu, güzel çılgınlığın adıdır.” (A.g.e. s. 20)

X

“Ankara’nın ısrarı üzerine İstanbul Hükûmeti, İngilizlerin izniyle, seçim yapılmasını kabul eder. 12 Ocak 1920’de Osmanlı Meclisi, İstanbul’da toplanır. Esasları Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Ankara’da oluşturulup belirlenmiş olan Millî Ant’ı (Misak-ı Millî’yi) kabul ve ilan eder. Millî Ant’ın özü şudur:

“Bölünmez, bağımsız, hür ve çağdaş Türkiye!” (A.g.e. s. 21)

X

Bölünmez, bağımsız, hür ve çağdaş şerefli bir Türkiye
Olacak zafer sonrası, Birleşmiş Milletlere üye

X

Ha o günler, ha bu günler.

Aynı Türk korkusu, bugün de geçerli.

Dün fiilî bir istila vardı.

Bugün fiilî istilaya zemin hazırlayan, hazırlamak isteyen kavlî / sözlü ve yazılı bir hazırlık var!

Çünkü kafaların içi işgal edilen insanların yurtlarını işgal etmek, işten bile değil!

İşte Türkiye’de yapılmak istenen bu!

X

Önce zihniyetleri değiştir, uyut veya felç et
Sonra, göz göre göre, Türkiye’nin içini pislet

Bu kadar aşkın sabra, dünyada pes
Bu durum, alçaklara verdi heves

Durma öyle, kendine gel de, doğrul biraz
Bak da etrafa, gör, herkes nasıl ser-firaz

X

Ama korkmayın! Ümitsiz değiliz. Çünkü biliyoruz ki: “Yeis (ümitsizlik) mâni-i her kemâl (her gelişmenin engeli)dir.” Kaldı ki biliyor ve tüm kalbimizle inanıyor ve “Ümit-var (ümitli) olunuz!” diyen sese kulak veriyoruz. O ses diyor ki:

“Şu istikbâl inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâmın sadâsı olacaktır.”

Nitekim, aynı ruhla dolup taşan şâirimiz Mithat Cemal Kuntay’ın bir beyti, bu mânâya işaret ediyor:

“Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hattâ
Çekmez kürenin sırtı, o tabut-ı cesîmi.”

 

 

2207 – 2211

Önceki İçerik2 Yaş Sendromu.. Eyvah Çocuğum 2 Yaşında!!
Sonraki İçerikOsmanlı Devletinde Celali İsyanları
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.