İsrail Devleti’nin Filistinlilere yaptığı canavarlıklar soykırım olarak nitelendiğinde tepkisi ne kadar büyük oluyor. Böyle bir suçlama uluslararası bir yargı mabedine taşınıp da oradan geri dönse herhalde döktükleri Filistinli kanları üzerinde sevinçle zil takıp oynayacaklar. Ya Rabbim, sen bu insanoğullarına ne kadar iğrenç ikiyüzlülükler bahşetmişsin böyle.
Soykırım esasen Almanların Yahudilere yaptıklarıyla dört dörtlük bir şekilde tarif edilmiş (1948 Soykırım Sözleşmesi). Bu soykırım, kutsal savaş tanrıları ve tacirlerinin ne kadar da işine gelmiş. Bunların kutsal yargı mabetleri büyük bir erdem ve kurnazlıkla soykırımı katliamlardan ayırıp kutsal hapishanelerine atıvermişler ama katliamlar büyük, çirkin bir ikiyüzlülükle daha düşük bir kategoride, daha az insanlık suçu ya da daha insancıl bir suç olarak kabul edilmiş.
Zaten kutsal savaş tanrıları ve tacirleri bir daha altlarını aynen öyle pisletmezler. Öyle ya da böyle, her önüne gelene de soykırım denmez çünkü o zaman katliamlar da olmaz. Katliam olmazsa olur mu? Savaş olmazsa olur mu?
Ben de soykırımın tariflenmiş biçimine bakarak bizim Ermenilere yaptıklarımızın soykırımla hiçbir ilgisinin olmadığını rahatça kabul ediyorum. Ölü sayılarını oranlamak ne kadar iğrenç ama diyelim ki Ermeniler savaş ortamında biz Türklere göre orantısız olarak çok daha fazla katledildi ve ancak bu kategorik olarak bir soykırım değil. Ne olacak yani, biz Türkler katledildik diye tabi ki çok üzüleceğiz ama Ermeniler için oh olsun mu diyeceğiz ya da hiç üzülmeyecek miyiz? Aslında zamanın, mekânın, kimliğin ne önemi var; Almanların Yahudilere yaptıklarından utanıyor olmak için sadece insan olmamız yetmez mi?
Ben bir Türk olarak o zamanlar Anadolu’da bizlerle Ermeniler arasında, tam olarak neler olmuş bilemiyor, öğrenemiyorum. Ancak kabaca mevcut bilgilerimle ve gerçekten olanca samimiyetimle tarafsız bakmaya çalışarak şunları önerebiliyorum: Osmanlı’nın tarihin diyalektiği sonucu parçalanış sürecinde birçok millet bağımsızlık için ayaklandı, çok kan döküldü ve şimdi barış içinde yaşadığımız komşularımız olan birçok devlet kuruldu ve hesap kapandı. Ermeniler de bağımsızlık için ayaklandı. Bu ayaklanma emperyalistler tarafından bölge hesapları nedeniyle olanca gücüyle desteklendi. Osmanlı, doğuda iki ateş arasında kaldı. Canı beladaydı. Bela, belayı; tehcir faciasını getirdi.
Tehcir, Ermeni sakinlerinin Ermeni çetelerine istemeyerek ve zorla yaptıklarına inandığım yardım ve yataklıklarını engellemek amacıyla yapılmış olabilir. Ama Osmanlı’nın bence yokluktan bunun sağlıklı yürütülebilmesi için yeterli kuvvet ayıramadığını düşünüyorum. Sonuçta Ermeni sakinleri sürgün yolunda kan dökücü soyguncuların özellikle Hamidiye Alayları artığı Kürt.
eşkiyalarının saldırı ve katline karşı savunmasız kalmış; ve bu da bizi bir insanlık trajedisi ile karşı karşıya bırakmış oldu. Sonuç olarak, burada zorunlu bir ihmal olduğu söylenebilir..
Tarafsız bir tarihçinin nesnel bakışına özenerek bakmaya devam ediyor ve şunları da öneriyorum: Ermenilerin bağımsızlığa kalkıştıkları topraklar aynı zamanda kadim Osmanlı, Türk yurdu idi. Osmanlı’nın ölüsü bile bu kalkışmayı bastırmaya, sonrasında Kurtuluş Savaşımızı da zafere götürmeye yetti. Bağımsızlık için ayaklanan ve silaha sarılan Ermeni milliyetçi önderlerin bunu hesap edebilmeleri ve bu kalkışmaya girişmemeleri gerekirdi. Yani Osmanlı tebaası, tehcir kurbanı bir Ermeni’nin torununun bu nesnel bakışla atalarının tehcir kayıpları için Ermeni milliyetçisi isyancı önderleri de suçlaması çok rahat mümkün olabilmelidir. Sonunda Osmanlı, Ermeni bağımsızlık savaşını bastırdı.
Yine emperyalistler bölgedeki yeni hesapları nedeniyle bu durumu kabullendiler. Karşılıklı kıtaller kapanmamış bir hesap ve yara olarak bu günlere kaldı. Ama olan bitenin adı SAVAŞ’tı. Savaş, insanoğlunun serüveninde belki daha avcılık ve toplayıcılık döneminde başlamış; bir kabile başka bir kabilenin topladığı ürünlere de av gözüyle bakarak veya zor kullanarak avlayıp toplamak istemiş. Günümüze gelinceye kadar ordulaşan ve devletleşen milletlerin kitleler halinde birbirlerini
öldürmeleri siyasal ve yasal olarak da meşrulaşmış.
Diğer canlıların kendi türlerine yapmadığı şekilde insanların birbirlerini kitleler halinde öldürmelerini akıllarına sığdırmaları; bunun akılda normalleşmesi, evrimleşmiş, akıllı ama doğal bir canlı olmaktan çıkıp akıllarının başka bir evrime sürüklenmesi, insan olmaktan çıkıp geriye doğru artık başka bir canlıya da değil, artık doğa dışı başka bir yaratığa dönüşmesidir. İnsanın kirlenmesinin doruk noktasıdır.