Sebep- sonuç bağlantısı yoksa, hadi daha yakışıklı ifadeyi kullanayım, determinizm yoksa bilim de yoktur. Bilime lüzum da yoktur.
Bilim nedir? Hayır, bilim bilmek değildir. Gerçi bilim yapabilmek için bilmek gerekir ama bilimi bilim yapan, geleceği tahmin edebilmesidir. Geleceği tahmin edemeyen sözde bilim, bilim olmaz. Ancak tasvirler yapan edebî bir tür olabilir. Bu bilim ve sebep- sonuç işine, determinizm meselesine takıntılıyım. Ondan olmalı dönüp dolaşıp bunlardan bahsediyorum. Geçen yılki bir yazımda, çizerek de sebep- sonuç ve bilim ilişkisini anlatmışım.
İşte, sosyal bilimlerin sıkıntısı bu determinizm meselesinde. Evet, sıkıntı, genel kültürün zannettiği gibi kuantum teorisinde değil, sosyal bilimlerde. Kuantum teorisinde yanlış olarak atfedilen belirsizlikle sosyal bilimlerdeki belirsizliğin nitelikleri farklı. Hem de çok farklı. Sosyal bilimlerdeki “belirsizlik”, onların konusunun karmaşıklığından doğuyor.
Heisenberg Durkheim’a karşı!
Yazıyorum, konuşuyorum, yıllar yılı ders veriyorum. Daha önce de söyledim, akademik mesleğim kuantum teorisiyle sıkı fıkıydı; atomların yapısıyla uğraşıyordum ve o iş, kuantumla yürür. Dönüp dönüp geldiğim sebep-sonuç meselesi sosyal bilimlerdeki… Kuantumdaki o kadar zor değil. Hele işin matematiğini biliyorsanız aslında öyle bir problemin olmadığını da görürsünüz. Sosyal bilimlerdeki belirsizlik, kuantum teorisindekinden çok farklı ve oradaki sıkıntı gerçek.
Şöyle bir proje kurdum: Sosyal bilimler ve determinizm konusunda büyük lafları bir toparlayayım dedim. Büyük laflar, tabii büyük adamların söylediği. Bulduklarımdan en beğendiklerimi art arda sıralayacağım. Cesaretim yeterse aralarda kendi fikrimi de söylemeye çalışacağım.
Sosyal bilim bilim mi?
Uğraştığım problemi veciz bir şekilde ifade eden Michael Kinsley’den şu alıntıyla başlayayım:
Çoğu ‘katı’ bilimci ‘sosyal bilim’ deyimini oksimoron diye değerlendirir. Bilim test edebileceğiniz, doğruluğunu veya yanlışlığını ispatlayabileceğiniz hipotezler demektir. Sosyal bilim, bildik “gözlem”in havalara girip caka satmasından ibarettir.
Michael Kinsley ünlü ve emektar bir gazeteci, yorumcu, editör, dergi yayımcısı, ilk internet dergilerinden Slate’in kurucusu. Hayır, sosyolog değil. Zaten sosyolog olsa sosyologlarca linç edilirdi. Gazeteciliğin serbestiyeti ve cesareti ile konuşuyor. Çoğunuzu sıkmayı göze alarak ‘oksimoron’un kendi içinden çelişkili demek olduğunu da yazayım. Hani “güneşin karanlığında”, “ateşin dondurucu soğukluğu” gibi Necip Fazıl’ca sözlere denir oksimoron… (Kıyısından köşesinden az biraz gazeteci sayılırım ve gazeteci, bir kısım okuyucunun “ne demek o?” diyeceği lafları, yazıp geçmez. Öyle yapmak, ‘Bak ben neler biliyorum’ havasına girmek olur.)
Olacağı bilemem ama olanı açıklarım
Sosyal bilimleri döven bir başka isim, Toronto Üniversitesinin olağanüstü başarılı rektörü Claude Bissel. Üniversite, onun idaresinde üç kat büyümüş. Mesleği edebiyat. Şöyle yazıyor: Sosyal bilimler, felaketler meydana geldikten sonra onların muhasebesini yapmakta başarılıdır. Ben de bir zamanlar Marksizm- Leninizm veya diğer ismiyle bilimsel sosyalizm hakkında tam böyle düşünüyordum. Bilimsel sosyalizm olmuş bitmiş olayları pek güzel açıklar. “Bilmem ne ile bilmem nenin çelişkisi kaçınılmaz olarak falan senteze gitmişti ve olan ondan olmuştu.” Ayağa kalkıp alkışlamak gelir içinizden. Fakat “ Peki şimdi ne olacak?” sorusunun elle tutulur cevabı bir türlü gelmez. Bırakın cevap gelmemesini, tarihî olarak da hemen bütün tahminleri yanlış çıkmıştır.
Sosyal bilim dövmenin bu kadarı yetsin. Çünkü hiç hak etmiyor. Hak etmiyor, çünkü insan maddeden ve enerjiden mertebelerce daha karmaşık. Sosyal bilim ise bu çok karmaşık insanın binlerce, bazen milyonlarcasının bir araya gelip bu sayılardan yine mertebelerce fazla ilişkileri incelemeye taliptir. Zor iştir. Ama imkânsız olmadığını ümit ediyoruz.
Chomsky, Pareto, Haldun
Bu yüzden ünlü dilbilimci Noam Chomsky gibi umutlular da var: “Tabiat bilimleri ile sosyal bilimler arasında temelde bir fark bulunduğunu hiçbir zaman söylemedim.”
Kapanış yorumunu, Avrupa’nın biraz gecikmiş İbn-i Haldun’una, Vilfredo Pareto’ya bırakmak isterim. Birçok açıdan, nevi şahsına münhasırlığından, dehasından, ekonomiden sosyolojiye, polymath denilen çok yönlülüğünden ve toplumlara ait zor yanlışlanan teorilerinden dolayı İbn-i Haldun’a benzetiyorum. Ama şüphesiz,Haldun’un asırlarca önceliği ve öncülüğü var. Ne diyor Pareto:
“İnsan davranışları, birtakım düzenlilikler sergiler. Tekrarlanan bu düzenlilikler doğa yasalarını oluşturur. Eğer bunlar olmasaydı ne sosyal bilimlerden ne de ekonomi politikten söz edebilirdik; hatta tarih çalışmaları bile büyük ölçüde anlamsızlaşırdı. Zira insanların gelecekteki eylemlerinin, geçmişteki eylemleriyle hiçbir ortak yönü yoksa tarih bilgimiz—her ne kadar ilginç hikâyelerle merakımızı tatmin etse de—hayatımızda bize yol göstermede tamamen işe yaramaz olurdu.”
Sebep-sonuç yoksa tabiat bilimi de sosyal bilim de tarih de yok.