Sokak Ortasında İki Şehit Ve Arkasındaki Gerçekler (2)

113

PKK’nın siyasi uzantısının sözcüleri, Türkiye’de her ağızlarını açışlarında tehditler savuruyorlar. Diz çöktürmeden, topyekûn savaştan, Türkiye’nin her yerini cehenneme çevirmekten dem vuruyorlar. Bunu söylemek kolay… Bu sözün bedelini, söyleyenler ödemiyor ki! Onlar, sözlerini ABD-İsrail İmparatorluğu’nun bölgedeki küresel çıkarlarının koruyucu taşeronu olarak söylüyorlar ve o bahsettikleri iç savaş ortamında güvenlik içinde olacaklar. Ölenler ise şimdiye kadar olduğu gibi bir elmanın iki yarısı olan Türk ve Kürt çocukları olacak. Bu sefer 20-30 binlerle değil, Irak’ta olduğu gibi milyonlarca ölü, acı, kan ve gözyaşı olacak.

ABD’nin Ortadoğu planları hakkında raporlar yazmış Ralph Peters, bu iddiamızı şu sözlerle doğruluyor: “Amerikan ekonomisi adına, dünyanın güvenliğinin kalıcı olmasını sağlamak, Amerika Ordusu’nun görevlerinden biridir. Bu amaçla; makul sayıda insan öldürmeye hazırız.” (İşgal Altındaki Ülke, Muhammed Hassan, David Pestiean, Papirüs yayınevi Sy.11) Irak ve Afganistan işgalini Libya’nın bombalanmasını başka nasıl izah edebiliriz?

Türkiye’nin Türk-Kürt çatışmasına doğru sürüklenmek istenmesi, küresel mali sermayenin emrindeki ABD-İsrail İmparatorluğu özleminin sonucudur. Bu durumu Graham E. Fuller’in, Timaş yayınlarından çıkan “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabının adından anlayabiliriz.

Graham E. Fuller anlatmaya devam ediyor: “Özellikle Ortadoğu’da İngilizler, bağımsızlığını yeni elde etmiş devletlerin çoğunun yönetimini elinde utmak için buralarda göreve itaatkâr kişileri getirmişler. Bu süreç,  İran, Irak, Mısır Suriye ile birlikte Cezayir, Libya, Tunus, Ürdün ve Yemen’de de yaşanmıştır. (İslamsız Dünya, Profil Yayıncılık, İstanbul 2010, Sy. 271).

Fuller kitabının 272. sayfasında: “Yeni emperyalizmin özellikle Ortadoğu coğrafyasında kullandığı yöntemler değişmektedir. Bunlar, ABD tarafından yapılan büyük yardımlar, ABD kontrolündeki Dünya Banka’sından kredi kullandırılması, düzenli siyasi müdahale, bölgesel politikaların manüple edilmesi ve askeri tehditler.”

Fuller aynı kitabın 12. sayfasında; “Emperyalizm, yenidünya düzeni kurmak için yola çıkmış durumda ve kendi gerçeklerini yaratmaya başladı. ABD’de Bush yönetiminin önde gelen isimlerinden birine Ortadoğu’da yaşanan savaşların yaratacağı gerçeklikler hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, “kendi gerçeklerimizi kendimiz yaratırız” yanıtını almıştır.”

ABD ve müttefikleri Ortadoğu, Afrika coğrafyasında kabile yönetimleri oluşturmuşlardı, bölge haklarını diktatörlerin emrine vermişlerdi.  Palazlanan diktatörler, milli çıkarlarını gözetmeye, ABD ve İsrail çıkarlarına aykırı bağımsız politikalar izlemeye başladıkları ve o bölgedeki halklar arasında ABD’ye karşı bir antipati oluşmaya başlayıp ABD’nin bölgesel çıkarları ve İsrail’in güvenliği tehlikeye girince, getirdikleri diktatörleri Irak’ta olduğu gibi ya bizzat temizlemeye ya da Tunus ve Mısır’da olduğu gibi kendi halklarına temizletmeye başladılar.

Şimdi sırada Yemen ve Suriye var. Sudan’ı ikiye bölerek meseleyi hallettiler. Suriye’den sonra İran karıştırılacak. Bütün bu hareketlenmeler, Şii-Sünni çatışmasıyla yaygınlaştırılıyor.

Türkiye’de Alevi ve Sünnileri çarpıştıramadılar. Alevilerle Sünnilerin aynı etnik kökenden gelmesi, her iki kesiminde devlete bağlılığı çatışmayı önledi. Şimdi sıra Kürt-Türk ayrıştırmasına ve çatışmasına geldi. Bu çabalar bazı genç Kürtleri oyuna getirmesine rağmen, Türk kesiminin birlikte yaşama arzusu ve ağır başlılığı ile bin yıldır birlikte olmanın getirdiği güzellikleri paylaşan yaşlı Kürtlerin karşı tavrı istenilen neticenin alınmasını geciktiriyor.

ABD, Batılı emperyalistler ve İsrail, Ortadoğu ve Afrika’ya yerleştirdikleri diktatörleri değiştirme sürecinde Türkiye’yi de ele aldılar.

Emperyalizme karşı büyük bir savaş vermiş olan Atatürk, kurduğu genç cumhuriyet idaresi sayesinde halkını tebaa konumundan vatandaşlığa taşımış, seçme ve seçilme hakkını vererek, halkı yönetime katılmaya alıştırmış, kuvvetler ayrılığı prensibiyle gücün tek elde toplanmasını engelleyerek, totaliterleşmeyi ve otoriteleşmeyi önlemiş, demokrasiyi nispeten temellendirmişti. Atatürk sonrasında çok partili sisteme geçerek demokratik yönetimi benimseyen genç cumhuriyeti, Batı çıkarlarına göre programlamak, tek adam yönetimine geri döndürmek mümkün olmadığından, ABD, Türk hükümetlerini, Atatürk’ün yadigârı ve Türklerin göz bebeği TSK ile kontrol altında tutmuştur. Bu konudaki başarısını Türkiye’nin NATO şemsiyesi altına girmesiyle perçinledi ve bunu liyakat nişanı verdiği Türk generaller eliyle yapmayı başardı.

ABD, BOP uygulamalarına Irak’ın işgaliyle değil, Türkiye’deki düzenlemelerle başladı ve bu eylemlerine batılı müttefiklerini de ortak etti.

12 Eylül sonrasının sivil gücü Özal’ın vefatıyla birlikte oluşan siyasi istikrarsızlık ve koalisyonlar dönemini iyi değerlendirdi. TSK’deki generalleri “irtica” ya karşı sert tedbirler almaya yöneltti. TSK içinden bir generali Somali Barış Kuvvetleri Komutanlığına getirerek onu Türk ve Dünya kamuoyunda önemli bir aktör haline getirdi. O aktörün planlamalarıyla 28 Şubat sürecini başlattı. Bu sürecin aşırıya kaçan uygulamalarıyla en mütedeyyin Müslümanları bile rahatsız etti. Herkeste ilk fırsatta bu süreçten intikam alacak bir hassasiyet oluştu. Bu gelişmelere paralel olarak; sistemin bütün partileri denendi.

Denenmeyen iki parti milliyetçi sol DSP ile milliyetçi sağ MHP’nin, 28 Şubatçı generallerin kontrolünde koalisyon oluşturmalarını sağladı. 28 Şubat sürecinde yerli ve yabancı işbirlikçiler yardımıyla Türkiye’nin İçinin boşaltılarak, ekonominin çökertilmesi sürecini hazırladı. Türkiye’nin kurtulması için 15 milyar Doların IMF tarafından verilmesini önledi. Deutsch Bank’ın bir gecede çektiği 7,5 milyar Dolar parayla Türkiye iflasa sürüklendi. Bu iflasın faturası, milliyetçi sağ ve milliyetçi sol koalisyona kesilerek, ABD planlarına karşı içeride oluşacak dinamik direnç güçleri iğdiş edildi, itibarsızlaştırıldı ve Türk siyasetinin ana unsuru olan bütün partilere halkın itimadı sarsıldı.(devam edecek)