5 Temmuz 2011 tarihinde gazetelerin internet sayfasında, sivil giysili iki askerin sokak ortasında şehit edilmiş fotoğrafları, gözümün önünden bir türlü gitmiyor.
Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde sabah göreve gitmek üzere evlerinden sivil kıyafetle çıkan Uzman Çavuş Yahya Karakaya ve Mehmet Özkozanoğlu saat 07.00 sularında teröristlerin saldırısıyla şehit edilmişlerdi ve sokak ortasındaki solan bedenlerini ilçe sakinleri uzaktan- bilmem hangi duygularla- öylece seyrediyorlardı.
Olaya milli, manevi ve insani açıdan nereden bakarsanız bakın insanın yüreğini sızlatıyor, nefretini arttırıyor, İntikam ateşini körüklüyor.
Bedeninizi, duygularınızın yönetimine verdiğinizde, yürek yangının ötesinde, içinizde zapt edilemeyen bir ses yankılanıyor: “Kana kan, intikam!” İnsanlıktan biraz nasibiniz varsa ve biraz empati yeteneğine sahipseniz; aynı acıların, aynı isyanların terörist cenazelerinde onların ana babalarının yüreğinde yankılandığı gerçeğini de fark edersiniz.
Anadolu toprağında yaşamak böyledir. Bedel ister, akıl ister, feraset ister, uyuyanı hiç sevmez. Biraz yüreği geçen, kendini bir alev çemberinin içinde bulur.
Biz, bu filmi daha önce de iliklerimize kadar yaşadık. Her gün, yurdun dört bir yanından gelen ölüm haberleri, milletin yüreğini dağlıyordu ve tek kanallı televizyonda ‘4. Murat’ oynuyordu ve millet bir kurtarıcı bekliyordu. Şehirler, sokaklar belli ideolojik görüşlerin eline geçmişti. Adana’da bekâr teknik öğretmenlerin evi basılıp topluca katledildikleri günün ertesinde, Trabzon’da aynı yöntemle bir başka karşıt ideolojideki bekâr teknik öğretmenlerin evi basılarak katlediliyorlardı.
Manisa’da sol görüşlü bir eczacı öldürülüyor, buna cevaben sağ görüşlü başka bir eczacı katlediliyordu. Aynı ana babanın çocukları, ideolojik düşünce farklılıkları nedeniyle birbirine silah çeker hale gelmişlerdi.
Yaşanan bu acılı süreç; kan, gözyaşı ve beş bin canın ötesinde; ülkenin insan kaynaklarının körelmesine, eğitim ve üretim sistemlerinin çökmesine, enflasyonun tanımlanamaz boyutlara ulaşmasına, dış borç batağına sürüklenmesine sebep oldu. Miletler mücadelesinde milyon dolarımız, on yılımız heba olup gitti.
Siyaset kurumu tatil edildi, siyasiler milletin gözünden düşürüldü. Demokrasi tecrübemiz erginleşmeden rafa kaldırıldı. Yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı, ABD güdümlü anti demokratik, despotik bir idare oluştu. Türkiye, AB’ye Yunan vetosu sebebiyle giremezken, NATO’dan ayrılan Yunanistan, Türkiye’nin vetosu kaldırdığı için NATO’ya geri dönebildi.
Sonunda gördük ki; birbirimizi hain ilan ettiğimiz, kardeşin kardeşi vurduğu ideolojik çatışmalar, ABD’nin kurgusuymuş. Taşeronları da içimizdeki “bizim çocuklarmış!”
Türk insanını sağ ve sol diye ayırıp birbirine vurduran, bununla da yetinmeyip Alevi ve Sünni çatışması çıkarmak isteyen ve Çorum’da, Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta bunun provalarını yapan, bu çatışmalarla netice alınamazsa meseleyi Türk-Kürt çatışmasına dönüştürebilmek için küresel terörizmin uzantısı olan PKK’yı icat eden ABD, bu icadını 12 Eylül darbesiyle birlikte sahneye koydu. Çekiç güç ve 36. paralelin kuzeyini, uçuşa yasak bölge kapsamına alarak PKK’yı koruma altına aldı. Onlara lojistik destek sağladı, eğitim verdi. PKK ile mücadele adına, Güneydoğu’da olağanüstü hal ilan ettirdi. İsyanla mücadele adına, sivillerin topluca yerlerinden edilmesi, toplu cezalandırma, işkence, baskı, faili meçhul cinayetler ve terörist cenazeleriyle bölge halkının TSK mensuplarını teröristlerden daha kötü görmesinin zeminini hazırlattı.
ABD gibi büyük devletler, 50-100 yıllık planlarla, bizim gibi büyük devlet hafızasını kaybetmiş mankutlaşmışlar ise seçim odaklı planlarla geleceğin yol haritasını hazırlar. ABD son elli yılda Türk nüfusun kontrol altına alınması için gönüllü kuruluşları vasıtasıyla ve parasal destekler sağlayarak ‘nüfus planlaması’ çalışması yaptı ve bunu hükümet politikalarına kattı. Kürtlerin doğurganlığını teşvik etmek için geleneksel çok eşli evlilikleri belgesellere konu ederek teşvik etti. Kürt nüfusu kendine sermaye yaptı. Bu günlerin alt yapısını 50 yıl önceden hazırladı.
ABD’nin, Türkiye’yi de içine alan “BOP” projesi, Bush döneminde kotarılmış bir proje değildir. O proje, SSCB’nin dağılması ve Berlin Duvarı’nın yıkılıp iki Almanya’nın birleşmesiyle tek kutuplu hale gelen dünya sonrasında, ABD’nin ekonomik çıkarlarını korumak için yeniden konumlanması projesidir ve en az 50 yıl öncesine ait bir hazırlığın sonucudur.
Türkiye’nin gayri iradi olarak kendini BOP’un eş başkanlığında bulduğu bu projenin esası; ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki enerji yataklarındaki çıkarlarını korumak ve bu bölgede yer alan dünya enerji yollarını kontrol altında tutmak, yenidünya düzeninde borsa ve küresel sermaye emrindeki ABD-İsrail İmparatorluğu’nu tesis etmektedir. Bu bakımdan İsrail, projenin önemli ayaklarından biri olup İsrail’in bölgedeki güvenliği projenin önceliklerinden biridir. Kürt kartı da bu pokerde ABD’nin elindeki önemli kozlardan birisidir. ABD; Irak, Suriye, İran ve Türkiye Kürtlerinden oluşan, ABD-İsrail güdümlü bir “Büyük Kürdistan” vaadiyle bölge Kürtlerini kendi devletlerine karşı isyana hazırlıyor.
Bu amaçla oluşturduğu PKK terörü ve onunla yürütülen ölçüsüz mücadele sayesinde, Güneydoğu’da yaşayan milyonların, acı hatıralarıyla birlikte Anadolu’nun dört bir tarafına savrulmasını sağladı. Onlara, yerleştikleri şehirlerin varoşlarından, elli yıl geride oldukları modern yaşamları izlettirdi. Bu çelişkinin yıprattığı psikolojilerini PKK terörüyle Türk düşmanlığına evirilmesi için çalıştı. Türkiye’nin bu gün karşı karşıya olduğu durum; ABD ve İsrail açısından küçümsenemeyecek bir başarı… Çıkarlarına ters düşeni tek bir silah çekmeden kendi içinden vurmak… Bir Yahudi ve Amerikan askeri ölmeden ve çarpıştırdığın her iki tarafı stratejik ortak kılarak… (devam edecek)