ABD’nin Nevada eyaletinde ilk şoförsüz araba trafiğe çıktı. Google firmasının üzerinde değişiklik yaparak trafiğe çıkardığı Toyota marka otomobil Las Vegas’ın ünlü sokaklarında gezindi.
Google mühendisleri daha önce de şoförsüz arabayı Kaliforniya sokaklarında denemişti. Ancak Kaliforniya’daki denemede, aracın içinde bir sürücü, gerektiğinde kontrolü ele almak için hazır bulunmuştu. Bu araba 140 bin mil yol yaptı ve kırmızı ışıkta önündeki araca hafifçe dokunmak dışında herhangi bir kaza yapmadı.
Kaliforniya senatörü Alex Padilla ”Birçok trafik kazası, insan hatası yüzünden oluyor, Bilgisayarlar araç kullanmaya başlarsa trafik daha güvenli hale gelecek” dedi.
“Bilgisayarlar araç kullanmaya başlarsa trafiğin daha güvenli hale geleceğine” dair inancın temelinde ne yatıyor?
İnsan yapımı cihazlar basit komutlarla çalışır. Programlarına basit komutlar ve bu komutlara karşı tepkileri evet/hayır şeklinde düzenlenmiştir. Odamızdaki ışığı açmak için elektrik anahtarını “on” durumuna getirmeniz, ışığı kapatmak için ise “off” durumuna getirmeniz yeterlidir. Elektrik anahtarını binlerce defa pozisyonunu değiştirseniz de sonuç aynı olur. Bütün cihazlar her seferinde aynı tepkiyi vermek üzere programlanır.
Oysaki insan çok karmaşık bir yapıdadır. Zaman, mekân ve diğer fiziki ve psikolojik şartlara göre etkilere karşı farklı tepkiler verirler. Bazen kurallara çok uygun hareket edenlerimiz bile zaman zaman kural dışı davranışlardan kendimizi alıkoyamayız.
İşte bunun için insanları belli davranış kuralları içinde tutmaya yarayan din, ahlak ve hukuk devreye girer. Her üçü de belli değer sistemleri üzerine inşa edilmiş kurallar koyar ve kurallara uymayanlara müeyyideler/ yaptırımlar uygular. Din, ahiret günü ile mükâfat ve ceza olarak da Cennet ve Cehennemi vaat eder. Ahlak, vicdani huzursuzluk ve toplum içinde ayıplanma gibi yaptırımlarla kurallara uyulmasını sağlamaya çalışır. Hukukun yaptırımı ise kural ihlali yapan suçluları cezalandırmaktır.
İdeal olan bir toplumda din, ahlak ve hukuk kurallarının dayandığı temel değerlerin aynı olmasıdır. Mesela hırsızlık hemen hemen her yerde din, ahlak ve hukuk kurallarına göre cezalandırılması gereken bir fiildir. Buna karşılık zina bazı dinlerde günah, bazı toplumlarda ahlaksızlık iken bazılarında ne günah, ne de ahlaksızlık sayılmaktadır. Türkiye gibi bazı ülkelerde din ve toplumun ahlaki değerlerine göre yasak olan bu eylem kanunlara göre suç değildir. Üstelik zinayı suç olmaktan çıkaran Ak Parti, İslamcı kimliğiyle tanınmaktadır.
Trafik kuralları yoruma tabi olmayan, bütün dünyada kabul görmüş kurallardır. Bütün dünyada trafikte kırmızı ışıkta durulacağını herkes bilir. Ancak bazı ülkelerde trafik ışıkları olduğu halde bu kural hiç işlemez. Ülkemizde ise bazı kişilerin bu kurala uyması için, ışık sistemine kamera konulması ve kural ihlali tespit edilenlere çok ağır cezalar verilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
Ayrıca dünyada herkes trafikte sarı ışıkla yavaşlarken, Türkler aksine hızlanırlar. Galiba bizim genetik kodlarımızda farklı bir program uygulanmış.
Bu kadar somut bir vakada bile değerlerin uyuşmaması söz konusu ise, yani kırmızı ve sarı ışıkta hızla geçmek bir toplumda hoş karşılanıyorsa, kanunların uygulanmasında da keyfilikten kaçınmak mümkün olmaz.
Şoförsüz araçlar dünyadaki yolları doldurduğunda, ülke bazında program yapılmayacağına ve her aracın programına yüklenen genel kurallara uyacağına inanılarak, kazaların azalacağı ümit edilmektedir. Fakat nihayetinde bu araçlar insanlar için yapıldığına göre, bazı kişiler kendilerine ayrıcalık sağlamak için bu araçları modifiye edecek veya yama programlar kullanacaktır. Mesela devlet büyüklerimizin araçlarının trafikte beklememesi için sisteme özel programlar yüklenecektir.
İşte bunun için cihanşümul (evrensel) değişmez değerleriniz ve ilkeleriniz olmalı. Eğer kendinize ayrıcalık sağlamak için Hak ve adalet gibi değer ve ilkelerden taviz vermezseniz toplumsal trafik düzgün işleyecek, kazalar asgariye inecektir.
“Yeni Anayasa yapılacak ve bütün dertlerimize çare olacak” mealli sözler işte bu yüzden tam bir kuyruklu yalandır. Çünkü Türkiye’mizi yönetenlerin de, yönetilenlerin de mutabık oldukları değer ve ilkeler olmadığı gibi, belirli değerler etrafında kümelenmiş olanların da gerçekte tam bir inanç içinde olmadıkları, kendilerine ayrıcalık sağlamak, güç kazanmak için inanç ve değerleri ayaklar altına alabilmekte olduğu görülmektedir.
İslamcı sıfatlı bazıları, “Şahıslarımıza haram olan partimize helal olur” tesellisiyle rüşvet çarklarını işletebilmekte. Ev ziyaretinde bulunduğu arkadaşlarıyla haremlik- selamlık otururken, seçim çalışmalarında hanımlarını hiç tanımadıkları evlere çatkapı ziyaret yaptırabilmektedir.
Tam burada Prof. Dr. Hacı Duran’ın tespitini aktarmak istiyorum: “Ben Türk yöneticilerin gerek Osmanlı’nın son dönemlerinde, gerekse Cumhuriyet dönemlerinde, inandıklarını söyledikleri değerlere, yani ideolojilere veya inançlara karşı yeterince samimi, fedakâr ve erdemli davranmadıklarını düşünüyorum. Şahsi çıkarlarını, mevkilerini ve ikballerini inandıklarını varsaydıkları inançlardan ve değerlerden daha üstün görüyorlar. Bu durum Osmanlıcı, Milliyetçi, Marksist, Liberal ve İslamcı denilen birçok kesim için de böyledir.“
Adında adalet olan partinin “adaletsiz” olmasına; barış ve demokrasi olan partinin “terör örgütünün uzantısı” olmasına; adında Halk olan partinin “halktan kopuk” olmasına, Milliyetçi olan partinin yöneticilerinden bir kısmının “milletin değerlerine aykırı yaşamasına” engel olmadığını biliyoruz.
Öyleyse Anayasa’nın “yeni” olması ve hatta ideal hükümler getirmesi bile uygulamada yaşanacak olumsuzluklara engel olmayacaktır.
Son söz: Şahsi menfaatlerini, inandığını sandıkları değer ve ilkelerinden önce görmeyen bir insan yapısını sağlamadan şoförsüz araçla da, Yeni Anayasa ile de kazadan kurtulmak mümkün değildir.