Kocaeli Büyükşehir ve İzmit Belediyelerinin büyük panolarda yer alan reklâmlarını ve üst geçitleri kaplayan afişlerini propaganda açısından başarılı buluyorum. Her köşe başında renkli, çarpıcı sloganlar ve resimler eşliğinde, yapılan hizmetler veya verilmek istenen mesajlar şuuraltımıza kazınmakta.
Bu reklâmlara harcanan paranın çok fazla olması (hatta bazen başarılı öğrencilere verilen bisikletleri anlatan reklâmlar gibi, verilen hizmetin bedelini bile aşabildiği için) israf gibi görünüyor. Ancak bu reklâmların, şehrin görmediğimiz bölgelerinde yapılan çok önemli işlerden haberdar olmamıza yardımcı olduğu için “kentlilik bilinci” açısından faydalı olduğunu inkâr edemeyiz.
AKP’li belediyeler, eski dönemlerde “çok hizmet yapıyoruz ama halka bunları anlatamadık” diyen siyasilerin mazeretine sığınmaktansa, reklâmın kudretli elinden istifade ederek, yapılanları ve mesajlarını en kuvvetli bir şekilde anlatmayı başarıyorlar.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin meslek günleri kutlaması kapsamında tanınmış sanatçıları getirterek Tıp Bayramı, Avukatlar Günü, Muhasebeci ve Mali Müşavirler Günü gibi etkinlikler düzenlemesi de hizmet ve propagandanın bileşkesi faaliyetler. KBB Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu bu etkinliklerde kısa konuşmalar yapıyor. Kıvamı ve dozu çok iyi ayarlanmış, hafif parfüm ölçeğinde reklâm kokan konuşmalarında, Başkan hizmetlerinin propagandasını gayet ustalıkla yapıyor.
İzmit Belediyesi’nin Çanakkale Şehitlerini Anma Haftasında Yunus Emre Kültür Merkezine (Dolphin) getirttiği seyyar müze çok iyi bir hizmetti. Müzeyi gezerken, 250 bin şehit verdiğimiz savaşın kalıntısı eşyaları gören, savaşa dair etkileyici hikâyeciklerin anlatıldığı duvar panolarını okuyanlar gözyaşlarını tutmakta zorlandılar. Fakat İzmit Belediye Başkanı Nevzat Doğan’ın, (duvarın birini tamamen kaplayan, Çanakkale kahramanlarının resimlerinden çok daha büyük ebattaki) devasa resmi ve isminin yer aldığı afiş çok yanlış olmuştu. Yapılan hizmeti gölgeleyen, dozu ayarlanmamış, itici, propaganda maksatlı icraat izlenimi verdiren bir reklâm örneği idi. Manevi bir atmosfere girmiş insanlarda olumsuz bir tepkiye yol açtığını gözledim. Aynı pano mütevazı ölçekte olsaydı, propaganda açısından daha faydalı olurdu kanaatindeyim.
Milletvekili seçimleri yaklaşıyor. Gittikçe artan ve artacak olan propaganda çalışmalarında adayların ve partilerin reklâm dozunu ayarlaması önemli. Bazı aday adayları belki aday olmaya katkısı olabileceğini düşünerek veya aday olamasa bile bu arada ismini kamuoyuna tanıtmaya vesile olması için duvar ve el afişleri, gazete ve internet medyasında reklâmları ile ciddi masraflar etmeye başladı. Buna haber kılıklı gizli reklâmları da eklemek lazım. Seçilme ümidi olan adayların harcayacakları reklâm masraflarının, bölge ekonomisine ciddi katkı sağlayacağı ama adayların bütçesini sarsacağı anlaşılıyor.
Bütün bu olanları gördükçe 30 sene kadar önce Süleymaniye Kütüphanesini gezerken, Kütüphanenin Müdür Yardımcısı olan çok değerli zatın anlattıklarını hatırlıyorum. Kütüphaneyi gezerken bize mihmandarlık yapan bu zat, Süleymaniye Külliyesinin tamamını gösteren şematik bir resmin önünde durarak şunları anlatmıştı:
Eskiden yazarlar yazdıkları eserin kapağında ve cildinin sırt kısmında, kitabın adını büyük ölçekte harflerle yazdırırken, eserin müellifi (yazarı) olarak kendi adını kitabın kapağının bir köşesine, küçücük harflerle yazdırırlarmış. Önsözde ise kendinden “naçizane, fakir, hakir-i pür taksir” gibi ön sıfatlarla bahsedermiş. Bu o dönemin bütün sanatçılarında ve bilim adamlarında ortak bir davranış şekli imiş.
Duvardaki Süleymaniye Külliyesinin şematik resmini gösteren mihmandarımız (rehberimiz) şöyle devam etmişti: İşte Camisi, hastanesi, aşevi, kütüphanesi ile bu muhteşem yapılar dizisinin içinde, büyük usta Mimar Sinan kendisine mezar yeri olarak şu noktayı, şu küçücük mütevazı alanı seçti. Tıpkı dönemin yazarlarının devasa ilim ve sanat eseri olan kitaplarının kapağına attıkları küçücük imza gibi. Padişahtan isteseydi Cami avlusunda Padişahın türbesine yakın bir yere türbe yaptırma imkânı varken, Mimar Sinan bu küçücük imza görüntülü yeri kendisine mezar olarak seçmişti.
Süleymaniye Kütüphanesinin büyük bir salonunda duyduklarım da bugünkü zihniyetin anlayamayacağı cinsten bilgilerdi. Bu salonda, ortada camekânlar içinde çok değerli el yazması kitaplar, duvarlarında hat şaheserlerimizin bugün kıymet biçilemeyen örnekleri vardı. Mihmandarımız bir camekânın önünde durdu ve dedi ki, “bu camekânın içinde üç tane el yazması eser var. Bu üç eserin sahibi bu eserleri satsa idi, İstanbul Boğaziçi’nde bir yalısı, kapısında bir Mercedes’i, şoförü ve hizmetkârları olurdu.”
Ve devam etti: “Sadece bu üç kitabı değil, bu salonda bulunan yüzlerce eserin tamamını Süleymaniye Kütüphanesine bağışlayan bir kişidir. Ve bu kişi son derece mütevazı bir hayat yaşayan, sabahları bizi ziyarete geldiğinde simit çayla kahvaltı ettiğimiz bir gönül adamıdır. Bütün ömrü boyunca topladığı bu paha biçilmez serveti hiçbir karşılık almaksızın Kütüphanemize bağışladı.”
Bu tür gönül adamlarının günümüzde benzerlerini bulmak çok zor. Hele siyasetçilerden böyle davranışları beklemek, günümüz şartlarında mümkün değil, ayrıca gerçekçi de değil. Çünkü sistem reklâm ve propaganda araçlarını iyi kullanmayanlara seçilme ve hizmet imkânı vermiyor.
Ancak eski kültürümüzün ruhumuzda bıraktığı asil duyguların kalıntısı bile, reklâm ve propaganda da dozu aşanları hoş karşılamamıza izin vermiyor.
Şahıs ve parti reklâmı devlet imkânlarıyla yapılırsa ahlaki olmaz. Adayların kendi imkânlarıyla fakat aşırı bir harcamayla yaptığı reklâmlar da, bu masrafların seçildikleri takdirde milletin sırtından çıkarılacağı kanaatinin uyanmasına sebep olur.
Seçimler öncesinde milletvekili adaylarına ve parti yöneticilerine hatırlatmak istedim.