“Siyaset”e Bir de Buradan Bakalım

82

Aynı vatan coğrafyasında yaşayanların siyaset yüzünden ayrışmasını hiç kabullenemem. Dostlarımla sohbetlerimde yaptığım “Dünyevi hiçbir siyasi düşünce ve figür, uğrunda kavga etmeye veya ölmeye değmez. Bir ihtiyaç halinde o siyasi partinin ilçe, il, merkez yöneticisine gitmeyiz, onun kapısını çalmayız ama bizden farklı siyasi görüşteki komşumuzun, akrabamızın kapısını çalar, ondan yardım talep ederiz.” uyarılarıma, Aristoteles, meğer asırlar öncesinden “Sevdiklerinizle siyaset yapmayın, siyaset dostlukları zedeler, siyasetçiler yollarına devam eder; siz dostlarınızı yitirmekle kalırsınız.” cümleleriyle bize ışık olmuş.

Kirletilen kavramlardan biridir siyaset. Aslında “yönetmek” anlamlı olan bu sözcük, daha çok “aldatmak” olarak algılanıyor ve kullanılıyor. Asıl anlamıyla kullanıp hayatımıza indirdiğimizde siyasetin insanları ayrıştırması değil, birleştirmesi, doğruya yönlendirmesi daha güçlü. Doğru siyasette akıl vardır, zekâ vardır, hakkaniyet ve adalet vardır, vefa, fedakârlık, ideal, değerbilirlik, hizmet vardır. Haddini bilmek ve bildirmek, başkası için var olduğun inancına sahip olmak, yüce değerleri bayraklaştırmak ve onlarla kahramanlaşmak vardır. “Size özgürlükten önce ekmek lazım, diyen Batılıya, Afrika’daki kadının ‘Konuşma özgürlüğüm olmazsa ekmeğimi kimin çaldığını nasıl söyleyeceğim?…” sorusuyla asırlardır yaşanan illüzyonu, zekice ve ince bir üslupla yüzüne vurmak vardır.

Siyaset, sonuç alma sanatıdır. Sonuç alacak kişi önce haklılığına inanmalı, özgüvene sahip olmalı, onurlu yaşamanın cesurca ölmeyi gerektirdiğini bilmeli, bencillik ve çıkarcılık kirinin cömertlik ve fedakârlık yağmuruyla yıkanıp temizleneceğine inanmalıdır. Bu anlamda, tarihin tescillediği, edebiyatın zulüm örneği olarak sözünü ettiği, Bağdat’ı işgal ederek bazı kaynaklara göre 400.000 kişiyi katlettiği söylenen zalim Hülâgu ile Kadıhan arasındaki konuşma ilginçtir:

Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır. Hülâgu ile görüşmeye kimsenin cesaret edememesi üzerine kendisinin gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz verilmesini ister. Böyle bir fedainin ortaya çıkması ulema sınıfını rahatlatır. Çünkü bir kurban bulunmuştur. Hülâgu’nun şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar. Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Onları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendisini tanıtır. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler. Hülâgu, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte birisi olmadığını görerek, “Bana göndermek için bula bula seni mi buldular. Gönderecek başka birini bulamadılar mı?” diye sorar.
Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin!” der.
Hülâgu karşısındakinin sıradan birisi olmadığını anlar ve ‘Şöyle otur bakalım.’ diyerek ‘Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?’ diye sorar.
Kadıhan gayet sakin bir şekilde, ‘Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetin bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki mal mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi.’ der. Hülagu, bu sefer ikinci sorusunu sorar: ‘Peki, beni buradan kim gönderebilir?’ Cevap çok manidardır: ‘O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.” olur.

Siyaset, bir açıdan “haddini bildirme” eylemidir, taşı gediğine koymaktır. Neyi, nerede, ne zaman, nasıl yapacağını ve söyleyeceğini bilme işidir. Hedefi on ikiden vurmaktır. Çığırtkanlığı, tehdidi, şantajı değil; bilgeliği, soğukkanlılığı, sağduyu ve yüksek ikna yeteneğine sahip olmayı gerektirir. Siyasetle uğraşan kişinin sözü veciz, konuşması etkili olmalıdır. Tribünlerdeki alkışlar için oynayan değil, gol atmak için top koşturan, bütün uzuvlarını üstün maharetle kullanan bir oyuncudur siyasetçi.

Kuveyt’te, katıldığı uluslararası bir konferansta, Bir Arap profesörün İngilizce konuşarak “Osmanlı bizi yıllarca sömürdü, asimile etti.” demesi üzerine, İhsan Süreyya Sırma’nın, kürsüye çıkıp Arapça konuşarak, “Osmanlı, neyiniz vardı da sömürdü? Henüz petrolünüz yoktu… Size hiç dokunmadı, size hizmet etti. Ben bir Türk olarak Arapça konuşuyorum, bu salondakilerin ekserisi Arap… Siz bir Arap olarak İngilizce konuşuyorsunuz; sömürü bu.” diyerek anında, zekice, bilgece, yüksek özgüvenle cevap vermesidir. Bu sözü eden kendini bilmeze haddini bildirip onu salonu terk etmek zorunda bırakmasıdır.

Siyaset; beslemek, büyütmek, eğitmek, yönetmek, idare etmektir. Siyaset, tek başına yapılacak iş değildir, bir ve beraber olmayı gerektirir. O, bir kavga, çıkar, rant arenası değil; iyiliğe, hayra, güzelliğe ant içmiş kişilerin kucaklaştığı bayram yeridir.

Bir de böyle bakalım siyasete, yoksa hiç girmeyelim bu işe. Bir gönül ve aşk işidir. Fiziki ve metafizik alemdeki dengelerin künhünü okuyarak bu dengeleri görmek, kurmak, yaşatmaktır, huzur ikliminde model toplum inşa etmektir siyaset..

Muhibbi ne veciz söylemiş: “Gamına gamlanıp olma mahzun / Demine demlenip olma mağrur / Ne dem baki, ne gam baki, hû”