Nasıl ki, çarşıda mevsimlere göre birer meta / mal ve servet gibi şeyler rağbet görüp beğeniliyor. Zaman zaman birer mal revaç bulup kıymet kazanıyor. Bunun gibi âlem sergisinde, sosyal hayatta ve insanın medeniyet çarşısında her asırda birer meta, mal ve servet revaç buluyor. Çarşısında teşhir edilip sergileniyor. Rağbetler ona celp olunuyor. Nazarlar ona tevcih edilip yöneltiliyor. Fikirler ona tutulmuş oluyor.
Bu zamanda ise, siyaset metaı, geçim derdi ve felsefe; insanın ilgi alanına girmiş durumda. Aklı siyasetle haşir neşir olmakta. Üstelik bununla yetinmeyen medenî siyaset; ekserin / çoğunluğun rahatına ekalli / azınlığı feda ediyor. Hatta, zâlim olan azınlık; halkın çoğunluğunu kendine kurban ediyor. Oysa Kur’an’ın adâleti / İlâhî adâlet; tek bir masumun hayatını, kanını heder etmez. Faydasız ve boş görmez. Değil ekseriyet ve çoğunluğa, hatta onu insanların umumu / geneli için bile feda etmez. Çünkü: “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Maide: 32)
Âyetin işarî / dolaylı manasıyla, bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi umumun selâmeti için feda edilmez. Cenab-ı Hakkın merhamet nazarında, hak haktır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin / toplumun selâmeti için, bir ferdin rızası alınmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet / millî hakların korunması namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.
Adâlet-i İzafiye / İzafî / nisbî adâlet ise, küllün / toplumun selâmeti / kurtuluşu için, cüz’ü / ferdi feda eder. Cemaat / toplum için, ferdin hakkını nazara almaz, hesaba katmaz. “Ehven-i Şer” / daha az zararlı diye, bir nevi / bir çeşit adalet-i izafiyeyi yani cüz’ü / ferdi feda eden adâleti yapmaya çalışır. Fakat adâlet-i mahza / tam adâleti tatbik edip uygulamak kabil ve mümkün ise, izafi / nisbî / kıyasî adalete gidilmez. Gidilse zulümdür.
“Kim de birisinin hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Maide: 32) Yani ihya; mecazî zâhir mânası itibarıyla, hasene / hayırlı amelin gayr-i mahdut / hudutsuz tezauf / kat kat oluş düsturunu gösterir.
Asıl mânası bakımından; halk ve icatta şirk ve iştiraki, esasıyla hedmeden / yıkan bir bürhana / delile remiz ve işarettir. Zira bu cümle ile beraber “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” (Lokman: 28) hükmü; tarafeyn / iki taraftaki teşbih / benzetmede; iktidar mânasını ifham ettiğini / bildirdiği dahi nazara alınsa; mantıken aks-i nakiz / birbirine zıt iki şey kaidesiyle istilzam ediyor / gerektiriyor ki: “Bütün insanları diriltemeyen bir zat, bir tek nefsi diriltemez.”e işareten delalet ediyor. Madem ki insanın, mümkinatın kudreti; bilbedahe / açık ki, semavat / semaların, küre-i arz / dünyanın halkına, icadına muktedir değildir. Değil bir taşın, hiçbir şeyin halkına / yaratmasına da muktedir olamaz. Gücü yetmez. Demek ki, arzı ve bütün nücum / yıldızları ve şümusu / güneşleri tespih taneleri gibi kaldıracak, çevirecek kuvvetli bir ele malik olmayan kimse, kâinatta dava-yı halk / yaratma davası ve iddia-yı icat / icat iddiasında bulunamaz.