Mana ve tefekkürle yoğrulmuş bir hekimi andık geçenlerde.
Bu aydınımız İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Süleyman Yalçın(1926-2016) idi. Aynı zamanda Aydınlar Ocağı Genel Başkanlığı yaptı. Çanakkale Anafartalar Köyünde doğmuş, Karesi Türkmenlerinden bir ailenin çocuğu. İstanbul Tıp Fakültesinden mezun oluyor, ihtisas yapıyor, sonra da fakültesine intisap ederek öğretim üyesi oluyor, uluslararası şöhrete sahip bir akademisyenlik de bunu takip ediyor. Önce Amerika bırakmak istemiyor Süleyman Yalçın’ı, ancak Hoca ülkesine, Türkiye’ye dönüyor, İstanbul’da görevinin ve sivil toplum kuruluşlarının başına geçiyor.
Türk Konseyi ve ESKADER’in ortaklaşa düzenlediği bu vefa toplantısında Prof. Dr. Salih Tuğ, Prof. Uğur Derman, Rasim Cinisli ve Dr. Metin Eriş Prof. Dr. Süleyman Yalçın’ı anlattılar. Salonda iğne atsanız yere düşmeyecek kadar doluydu. Dostları, gönüldaşları, talebeleri doldurmuştu salonu. Rahmetlinin Eşi Ayla Hanım ve çocukları da salondaydı.
Arkadaşları Prof. Dr. Süleyman Yalçın’ı öyle bir anlattılar ve hatırlattılar ki herkes birbirine baktı “En büyük eksikliklerimizden birisi de Süleyman Yalçın gibi aydınlarımızı hala neden yetiştiremiyoruz? Sivil toplum kuruluşlarımız neden siyasi iradenin ve toplumun üzerinde etkili, üreten, paylaşan, araştıran bir konumda değil?”
Çatalçeşmedeki Pınar
Gerçekten neden? İşte hatırlatılanlar;
10 kadar sivil toplum kuruluşunda görev alan, kurucu olan Prof. Dr. Süleyman Yalçın, eskimez Milli Eğitim Bakanlarımızdan Tevfik İleri Çanakkale’de Nafia Müdürü iken, uzmanlığının dışında sosyal konularla da alakadar oluşundan ve hitabetinden çok etkilenmiş. Gönül dünyasında ise İstanbul’a geldiğinde Şemsettin Yeşil Hoca yer etmiş. Maddi ve manevi yolları aydınlatan iki örnek insan. Kabataş lisesinde okurken de Nihat Sami Banarlı, Zeki Ömer Defne ve Faruk Nafiz Çamlıbel ile Ekrem hakkı Ayverdi gibi hocalarda ders almış, Türkçe , tarih ve edebiyat öğrenmiş, Fethi Gemuhluoğlu ve Hacı Nafiz Çelebi’den dünyaya toplum için nasıl bakılacağını fark etmiş.
Aydınlar Ocağı’nın ilk kurulduğu yılları hatırlıyorum. O yıllarda İstanbul’dayım. Cağaloğlu Çatalçeşme’deki merkezine her görüşten kimseler gelir, nasibini alırdı. Muhafazakarlar, milliyetçiler, cemaat mensupları, politikacılar daha sonra ufuklarının parladığını görürlerdi.
Prof. Dr. Süleyman Yalçın Aydılar Ocağı Başkanlığında fedakarlıklara örnekler ekledi. Bir yandan kültürel, sosyal, siyasi, ve ilmi toplantılar devam ederken öte yandan da önce yeni nesil için Boğaziçi Yayınevini kurdular. Sabit gelirli hocalar ellerini ceplerine soktular. O günkü toplum bu eksikliği iyice fark ettiğinden Aydınlar Ocağı grafiği zirveyi buldu. Çünkü sorunlar tartışılırken, çözümler bu toplantılarda uhuletle ve suhuletle birbiri ardından geliyordu. İstanbul’da Üniversitesinin bütün hocaları, müteşebbisleri, yazarları bu gelişmeden mutlu olmuşlardı. Aydınlar Ocağı fikir ve proje üretiyor, din, dil, eğitim, tarım, ekonomi vs konularında iddialı hale geliyordu.
Ülkemizin İnsan Kaynağı Zengin
Ankara’da hükümet krizi başlamıştı. Bir türlü kurulamıyordu. Gelişmeler karşısında Başkentin ilk müracaat yerlerinden biri Aydınlar Ocağı oldu. İlk Milliyetçiler Cephesi denilen koalisyon hükümeti böyle kuruldu. Başbakan Demirel Aydınlar Ocağından Milli Eğitim Bakanlığı için bir isim istedi. Aydınlar Ocağı yönetimi 10 isim verdi. O yıl Ali Naili Erdem Milli Eğitim Bakanı oldu. Böylece yanlış algılamaların da önüne geçildi. İnsan kaynağımızın ne kadar zengin olduğunu görüldü. Bürokrasi için de bir isim değil onlarca alternatif isimler verildi alakalı yerlere.
Öyle ki Aydınlar Ocağı; hükümete ekonominin iyiye gitmedi durumlarda, anarşinin azgınlaşabileceği ihtimallerini hesap ederek, muhtıra ve darbe dönemlerinin ayak seslerini hep Ankara’ya bildirdiler. Kendileri için beklentisi olmayan bir sivil toplum kuruluşu olmuştu Aydınlar Ocağı Süleyman Yalçın döneminde. Öyle ki Süleyman Yalçın üniversiteden maaş aldığıdan muayenehanesini kapattı. Çanakkale Anafartalar Arıburnu’ndaki üniversite hocalarının kurduğu kooperatif evleri milli park kurulacağı iddiasıyla yıkım kararına karşı direnmediler!. Üstelik istimlak parası da ödenmemişti.
Üniversitelerimizin hocaları artık konjonktürü etkiyen gelişmelerde Tercüman Gazetesinde yazılar yazarak kamuoyunun oluşmasına yardımcı oluyor, katkı veriyorlardı. Aydınlarımız siyasete girmeden, yorulmadan, sadakat kolaylığına tenezzül etmeden, keyifle eteklerindeki taşları döküyor, faydalı olmaya çalışıyorlardı. Aydınlar Ocağı hükümetten bir fiziki mekan bile talep etmedi.
Evinden Önce Memleketine Öncelik
MTTB’de Sosyal İlimle Enstitüsü kuruldu ve bütün öğretim üyeleri, uzmanlar burada görev aldılar. Üniversite öğrencileri kendi dallarının dışında sosyal konularda yetiştirilerek sertifika sahibi oldu, taşraya donanımlı gittiler. Bendeniz de kendisini burada daha yakından tanıma fırsatı bulmuştum.
Prof. Dr. Süleyman Yalçın soğuk gibi görünürdü ama içinde bir gönül ateşi sönmek bilmeyen bir şekilde yanardı. Hastalık halinde herkesin rahatlıkla ulaşabildiği bir hekimdi. Son günlerinde kendisini ziyaret etmek istemiştik bir grup arkadaşımızla. Hasta haliyle bize görünmek istemedi. Allah rahmet etsin.
Bu toplanda Dr. Metin Eriş Ayla Hanım’a sordu, “Siz de bir şeyler anlatmak ister misiniz?” Ayla Hanım “Eşim, ailesinden ziyade dostlarına, memleketine ve insanlarına daha fazla zaman ayırırdı. Süleyman Beyi siz, bizden daha çok görürdünüz. Ben daha az gördüm, daha az tanıdım.” dedi.
Demek aydın olmanın ve aydınlatmanın böyle bir yanı da var. Böylesine gündeme ve sorunlara endekslenerek çözüm üreten sivil toplum kuruluşlarına, liderlere ve aydınlara öylesine ihtiyacımız var. Hele ki günümüzde.