Sivil Toplum Kuruluşları(STK) Yirminci yüzyılın son çeyreğinde siyaset sahnesinde yoğun bir şekilde rol aldıkları görülmüştür. Önümüzdeki yıllarda da siyasette en önemli aktörler arasında STK’ların önemini artıracağını söyleyebiliriz. Geçtiğimiz yıllarda Doğu Avrupa’da ve Doğu Bloku ülkelerinde meydana gelen “Renkli devrimlerde” (turuncu) STK’ların hem ulusal hem de uluslar arası düzeyde siyasal aktör olarak önemlerinin arttığını gözlemlemekteyiz.
Çağdaş anlamı ile sivil toplum “kendi kendine oluşmuş, kendi desteğini kendi varlığından alan, devletten özerk, gönüllü, bir hukuki düzen yada kurallar kümesine bağlı toplumsal hayatın organize bir alanının ” ifadesidir. (Wood. E.M. The Uses and Abuses of Civil Society. Socialist Register. 1990 s.62) Son yıllarda Dünyada yaşanan rejim değişikliklerinin toplumsal altyapısının hazırlanması geçiş sürecinin sancısız olmasında önemli rol oynamışlardır. STK’lar toplumların taleplerini ifadede en etkili araç haline gelmişler ve ulusal ve uluslar arası boyutta ciddi bir konuma yükselmişlerdir. En önemli rolleri ise yöneten ve yönetilenler arasında ilişkilerde belirleyici olmalarıdır.
STK’ları önemlerinin bu kadar artmasının sebeplerini anlamak için bu konu ile ilgili kavramlara iyi bakmamız gerekir. 1990 sonrası sivil toplumun “üçüncü sektör” olarak telaffuz edildiğini görüyoruz. Türkiye’de “Sivil Toplum Kuruluşu” STK’ ların farklı farklı isimlerle ifade ediliyordu. örnek verecek olursak “Sivil Toplum Örgütleri (STÖ)”, “Gönüllü Teşekküller (GT)”, “Sivil İnsiyatif (Sİ)”, Kooperatifler, sendikalar, odalar, dernekler, kulüpler v.b gibi. Batı da ise “Hükümet Dışı Örgütler (Non-Governmantal Organisations – NOGs)”, “Sivil Toplum örgütleri (Civil Society Organization – CSOs)”, uluslar arası faaliyet gösterenler ise “Uluslar arası Toplumsal Hareketler (International Social Movements – TSMOs)”, “Uluslararası Hükümet Dışı Örgütler (International Non-Governmental Organizations – INGOs”) gibi adlandırmaları olduğunu görüyoruz.
Sivil kavramı tarih sürecinde pek çok anlam değişikliğine uğramıştır. Avrupalılar sivil kavramını kentli olmakla özleştirmişlerdir ve bu perspektiften bakmışlardır . Şehirde yaşayan kırsal ve köyde yaşamayanlara , askeri yada dini görevi olmayan, medeni ,uygar, kibar ve görgülü gibi kavramlar arasında değerlendirmişlerdir. Buradan da görüldüğü gibi ortak bir tanımdan bahsedilemez..Sivil Toplum kavramının dayandığı en temel kaynak olarak Aristoles’in “Politika” adlı eseri gösterilir. Bu esere göre tüm toplulukların en yücesi en yüksek iyilik seviyesine ulaşmak isteyenin “Polis” veya “siyasi toplum (politike koinonia)” olduğundan söz eder. Bu eserde sivil toplum, devletle belirli bir özdeşliğe dayanmakta ve aynı zamanda da ilkel olmayan medeni anlamında da kullanılmaktadır. Avrupa’da sivil toplum kavramı 18. yüzyılda “toplum sözleşmesi” kuramlarında ortaya çıktığı görülmektedir.
İnsanların belli bir siyasi mekanizma çerçevesinde , bir sözleşme etrafında bir araya gelmeleriyle mümkün olan yeni durumda sivil toplum, devlete geçiş süreci ile eş zamanlıdır ve devletle özdeşleşmiştir. Zamanla bu özdeşlik devlet-sivil toplum biçiminde ayrışmıştır. Çeşitli kuramcılar siyasi alan dışında kalan toplumsal bir alanı ifade eder demişler. Bazıları da sivil toplum alanındaki meselelerin ekonomik ilişkilerden olmadığı siyasi ilişkiler dayandığından bahsetmişlerdir. O tarihlerde Devlet, siyasi toplum ve sivil toplumların toplamından müteşekkildir demişlerdir. Felsefi yaklaşım içinde olanların bazıları yönetenlerin yönetilenlerin rızası ile iktidara gelinmesi gerektiğini, kuvvetler ayrılığı prensibine de önemli vurgu yapıldığını söyleyebiliriz. Böylelikle sivil toplum kavramının olgunlaşma süreçlerini görmekteyiz.