Sırada KKTC’NİN Tanınması mı Var?

76

                                    ‘’ Dünya
ikiyüzlü değil, iki yüz yüzlüdür! ‘’

   

       
BM’ye bağlı uluslararası Adalet Divanı, 2008 yılında tek taraflı olarak
Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan eden Kosova’nın atmış olduğu bu adımın, ‘
uluslararası hukuku ihlal etmediğine karar verdi…(23 Temmuz 2010 Dış Basın
Haberleri Servisinden…)

         Bu flaş karar ile Uluslararası Adalet
Divanı; uluslararası hukukta Kosova’nın, 2 yıl önce bağımsızlığını ilan etmiş
olmasını yasaklayan bir ibare olmadığını 23 Temmuz 2010 tarihinde tüm dünyaya
ilan etti. Hollanda’nın Lahey kentindeki mahkemenin başkanı Hisaşi Uveda,
Sırbistan’ın başvurusu üzerine BM genel Kurulu tarafından yapılması istenen
değerlendirmenin sonucunu gazetecilere açıklarken, ‘’17 Şubat 2008 tarihinde Kosova’nın bağımsızlığının ilanı,
uluslararası hukuku ihlal etmemiştir.’’
Diyen Japon yargıç: ‘’Uluslararası hukukun, bağımsızlık ilan
etmeyi yasaklamadığını’’
söylemişti…

        Pekiyi şimdi hemen hafızamızı bir yoklayalım
ve Kosova’nın bağımsızlığını ilan ettiği o tarihe bir dönelim!

     
Kosova’nın bu açıklamayı yapmasından hemen sonra, Kosova bu statüsü ile
Türkiye başta olmak üzere, ABD ve pek çok Avrupa ülkesinin de yer aldığı 69
ülke tarafından tanınmıştı.

      Yine
aynı zaman dilimi içerisinde, Rusya başta olmak üzere birçok ülke bu
bağımsızlığa karşı çıkmıştı! Ama ne olursa olsun; sonuçta Kosova, artık başta
Amerika olmak üzere 69 ülke tarafından tanınmış, bu tanınmanın uluslararası
hukuka uygun olduğu milletler camiasının en büyük hukuk divanı tarafında da
onaylanmış oluyordu!

     
Başta Kıbrıs ve Yukarı Karabağ sorunları ile ayrılıkçılığın olduğu çok
sayıda bölge üzerinde etkili olacak bu bağımsızlık kararının açıklandığı o
günlerde bir tanesi ABD’den, diğeri ise KKTC’deki Cumhurbaşkanı Sn. Talat’tan
iki önemli açıklama gelmişti!

       Neydi bu açıklamalar?

        ABD, Kosova’nın
bağımsızlığını ilan ettiği o dönemde Kıbrıs Rum Yönetimine, bu adımın KKTC veya
başka bir bölge için emsal oluşturmayacağı garantisini vermişti!

       
Kıbrıs’ta ise Şubat 2008 de
Papadopulos seçimi kaybetmiş, yeni Rum liderliğini KKTC’nin 2’nci Cumhurbaşkanı
Bay Talat’ın eski yol arkadaşı, yoldaşı Akel Partisinin lideri Hristofyas,
kazanmıştı.   

      BM genel sekreteri Annan’ın özel temsilcisinin
üstün gayretleri sonucunda, her iki lider 21 Mart 2008 de ilk kez bir araya
gelmiş, bu görüşmede; Kıbrıs Müzakerelerinin, 3 ay sonra başlaması kararı
alınmıştı!

    Sonunda da biraz gecikmeli de
olsa müzakereler; 25 Temmuz 2008 kararlarının ardından, 3 Eylül 2008 tarihinde
başlamıştı!

      İşte tam bu süreçte, hem
Türkiye’nin, hem de KKTC’nin eline çok güzel bir koz geçmişti! Kosova’nın
bağımsızlığının ilan edilmesi kararı…

    
Ancak ne yazık ki, ne T.C Dış İşleri Bakanlığından, ne de KKTC
Cumhurbaşkanlığından bu konuda inisiyatif alınarak, BM ve AB ülkeleri nezdinde
herhangi bir girişimde bulunulmamıştı!

    
Çünkü TC Hükümeti; AB ile yürütmüş olduğu müzakereler sürecinde, komşu
ülkeler ile sıfır sorun politikası gütmenin yollarından birisi olarak Kıbrıs
konusunda problem çıkarmadan Rumlardan bir adım önde olmayı seçmişti!

    Bu
tercihe paralel olarak da KKTC’nin o dönemde ki Cumhurbaşkanı Bay Talat’ın
çözüm hedefinde ise ‘’Birleşik Kıbrıs’ın‘’ alt yapısı hazırlıkları vardı!  Ve henüz o dönemde, tek devlet, tek egemenlik
teslimiyetini açıklamamıştı!

    
Şimdi bu noktada durup düşünerek, geride kalan bu kayıp dönemi
irdelediğimizde, Kıbrıs müzakerelerinin bu gün geldiği noktaya bakarak, nerede
olduğumuzu, çözüm adına müzakere masasına getirilen tüm kazanımlarımızın ne
hale geldiğini iyi tespit etmek gerekir diye düşünüyorum…

    
Kıbrıs Rum Tarafı son elli yıldan beri ortaya koymuş olduğu ve çözümün
vazgeçilmezleri olarak gördüğü Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması, Türk
Askerinin ve Türkiye asıllı göçmenlerin adayı terk etmesi konusunu çözümün en
temel maddeleri olarak görmeye devam etmektedir!

    
Ama 2008 yılından buyana adada ve dünya politiğinde çok şey değişmiştir.
Artık KKTC’de ‘’Birleşik Kıbrıs’’ hayalperestlerinin yerini; devletinin
varlığından gurur duyan, hür ve bağımsız bir devlette yaşamayı tercih eden
zihniyetin temsilcileri almış, halkın ezici çoğunluğu kendi devletinde yaşamak
arzusundadır.

    
Türkiye ise; AB’nin gerçek yüzünü görmüş,  Kıbrıs müzakereleri sürecinin geride kalan
yarım asırlık sürecine bakarak, çözüme ulaşmak adına bir elli yıl daha
beklemeyeceğini, çözüme esas olarak görüşülen federasyon yapısının artık gündem
dışında kaldığını, bundan böyle eşit egemenlik temelinde yan yana yaşayan iki
devlet yapısının görüşülebileceğini açıklamıştır.

   
Böylesine bir açıklama KKTC devletinin tanınmasına giden yolda atılan
ilk işaret fişeğidir. Bunun yanı sıra kısa bir süre önce halkın dolaşımına
açılan kapalı Maraş bölgesiyle çok önemli bir adım daha atılmış, gerek bu
açılışta yapılan açıklamalar çerçevesinde, gerekse 15 Kasım 2020 tarihinde
KKTC’nin 37’nci kuruluş yıl dönümünün kutlama törenlerinde yapılan konuşmalarda
bundan sonra atılacak adımın çok daha önemli olacağının mesajları verilmiştir!

  
Nedir bu mesajlar?

   
Yakın bir süreçte KKTC’de Cumhurbaşkanı seçilen Sn. Ersin Tatar’ın
Azerbaycan’ı resmi olarak ziyaret edecektir. Bakü’ye resmen davet edilen Sn.
Tatar’ın bu ziyaret sonrasında yapılacak açıklamalar öyle inanıyorum ki, dünya
kamuoyuna damgasını vuracaktır.

    Bu
ziyaretinde Sn. Tatar’ın Azerbaycan Cumhurbaşkanı ile yapacağı görüşmelerin
içeriğinde KKTC’nin tanınmasının da olacağını, bunun dışında iki ülke
ilişkileri açısından ticari ve ekonomik yönden pek çok anlaşmalar
yapabileceğini tahmin ediyorum.

  
Kaldı ki, Karabağ’ın 30 yıl sonra yeniden Azerbaycan topraklarına
kavuşması; bir zamanlar KKTC’yi tanımak isteyen Azerbaycan’ı böyle bir açıklama
yaptığı takdirde, Karabağ bölgesini de ayrı bir devlet statüsünde tanırız
diyerek tehdit eden dünya ülkelerinin elindeki bu önemli kozu sıfırlamıştır.
Dolayısıyla KKTC’nin Azerbaycan tarafından tanınmasının önünde bir engel
kalmamıştır.

   Böylesi bir tanımanın ardından; Türk
Cumhuriyetleri, Pakistan, Bangladeş, Libya ve Somali gibi dost ülkelerden de
KKTC’yi tanıdıkları yönünde açıklamalar gelecektir. Zaten bu ülkelerden
binlerce öğrenci KKTC üniversitelerinde eğitim görmektedir.

   Maraş
bölgesinin turizme açılması; KKTC’yi tanıyan ülkelerden gelecek kardeşlerimizin
adanın kuzeyini ziyaret etmeleri de turizm açısından Kıbrıs Türk Halkına büyük
bir destek sağlayacaktır.

  
Unutulmasın ki, bir dönem İsrail’den gelen binlerce turist bu açıdan
adanın kuzeyine büyük bir destek sağlamıştı.

   Önümüzdeki yaz dönemi ve sonrasında Covid-19
salgınının da önlenmesiyle canlanacak turizm sektöründe; Kıbrıs’ın kuzeyindeki
el değmemiş sahilleri, doğal güzellikleri oldukça ilgi görecektir.

   
Hele ki, Maraş bölgesinin tertemiz deniziyle, o güzel kumsallarının
tadına varan turistler bu bölgeyi dünya turizminin yeni gözdesi yapacaktır.

   
Yukarıda sıraladıklarım, kimilerine bir hayaller dizisi olarak
gelebilir!

    Ama
bunların tamamı da tam tersine önümüzdeki yıllarda yaşayacağımız gerçeklerin ne
olduğunu anlatmaktadır.

    Nedenine
gelince;  Kıbrıs konusuyla ilgili olarak
son dönemde yaşananlar, gelecekte yaşanacak bu gerçeklerin habercisi olmuştur.

     En
önemli diğer iki neden ise:

     KKTC’nin
yeni Cumhurbaşkanı Sn. Ersin Tatar’ın bilgi birikimi, siyasi tecrübesi ama en
çok da vatanına, milletine sevdalı bir devlet adamı kimliği ile bunu başaracak
olmasıdır.

     Sn.
Tatar, Kıbrıs Türk Halkınca çok sevilen, can liderim rahmetli Denktaş’ın
ekolünden gelen, onun ilkelerini benimsemiş tam bir yurtseverdir. 

Önceki İçerikEngizisyonumuz hayırlı olsun
Sonraki İçerikAğlar
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.