Sığınmacılara Bak ve Şükret…

98

  Bozkırın ortasında bir çadır kent…

  Binlerce çadır…

  Her çadırın içinde paramparça olmuş hayatlar…

Suriye’de yaşanan savaştan, yerle bir olmuş yurtlarından kaçarak Türkiye’de hayata tutunmaya çalışan milyonlarca sığınmacı…

   Yaşam mücadelesi verdikleri yeni yerleşim bölgelerinde her birisinin çaresizliği gözlerinden okunuyor…

      Çadırlar, çadırlar, çadırlar…

       Çadırların önünde çaresizce bekleşen, korkulu gözlerle etrafını süzen analar, babalar, nice yaşlılar…

       Ya o çocuklar?

       Soğuktan çatlamış elleriyle, çıplak ayaklarıyla, çevresinde neler olup bittiğini anlamaya çalışan acı dolu gözleriyle etrafı inceliyorlar…

        Bu çaresiz insanlar yaşadıkları onca acı yetmezmiş gibi bir de Korona denen salgınla karşı karşıyalar…

       Suları yetersiz, yiyecekleri kısıtlı, temizlik malzemeleri yok denecek kadar az. Sığındıkları çadırlarda iç içe, yüz yüzeler. Adeta koyun, koyuna yaşıyorlar.

       Sığınmacıların bu yokluklarına, bu olumsuz şartlarına baktığımızda; şimdi de Korona illetine nasıl karşı koyacaklar?

        Tüm dünya Korona salgını ile kırılırken, salgının ülkelerine verdiği zarar ile mücadele ederken, hangi ülke çıkıp da bu insanların yaşadıkları acılara merhem olacak?

       Kaldı ki, şimdiye kadar hiçbir ülke başını çevirip de bu insanların nasıl yaşadıklarına bakmadı bile!

        Kısa bir süre önce televizyonlardan izlediğimiz, Avrupa ülkelerine gitmeye çalışan bu insanların Yunanistan sınırında, Egenin serin sularında yaşadıkları zulüm, Yunan mezalimi hala devam ediyor…

        Ülkemiz milyonlarcasına kucak açmış, elden gelebileceğinin en fazlasını yapmaya çalıştığı bu kritik süreçte, sığınmacıların yaşadığı bölgelerde de ortaya çıkmaya başlayan korona ile nasıl mücadele edilecek?

        Ekranlara yansıyan görüntülerde sığınmacı kamplarının bulunduğu yerlerde çadırlar ilaçlanıyor ama bu insanların yapması gereken o 14 maddelik korunma şartlarının hiçbirisine uyulamıyor; çünkü böyle bir imkânları yok!

      Şimdi bu noktada duralım ve düşünelim!

       Hangi şartları yaşarsak yaşayalım; özgürce havasını soluduğumuz, birlik ve beraberlik içinde yaşadığımız cennet bir vatanımız var.

        Her birimizin başını sokacağı bir yuvası, olmayanlara sahip çıkan bir devlet babamız, ocaklarımızda kaynayan sıcak bir aşımız, olmayanına olduran bir aş kapısı ama hepsinden de önemlisi dünyayı kasıp kavuran ‘’korona’’ belasına karşı her türlü koruyucu önlemi alan bir devletimiz var.

        Özellikle devletimizin aldığı tüm tedbirleriyle, bilim insanlarımızın çok önemli katkılarıyla, hastanelerimizle, doktorlarımız ve sağlık çalışanlarımızla, eczanelerimiz ve eczacılarımızla, ekonomiye yön verenlerle ve tüm katmanlarca, yerel yönetimlerin aldığı tedbirlerle, kısacası insanlarımıza hizmet veren her bireyin, her kesimin cansiperane katkısıyla ‘’Korona’’ salgınını önlemek adına ülkemizde büyük bir seferberlik var.

       Ve bizler…

        Devletin koruyucu uyarılarına riayet eden, evlerine kapanarak korona belasının yayılmasını önleyen milyonlarca insanımız var…

       Hastalığın pençesine yakalandığımızda koşa koşa gidebileceğimiz, bizlere her türlü tedavinin sunulduğu her şey hazır…

       İhtiyacımız olduğunda alabileceğimiz her türlü gıda, salgından korunabilmek için ihtiyacımız olan her türlü temizlik malzemesi,  gerekirse ilaç ülkemizde bolcasına mevcut.

         Musluklardan akan suyumuz, aydınlanma için elektriğimiz, ısınma için doğalgazımız ama hepsinden de önemlisi umudumuz var.

         Biliyorum ki, yukarıda sıraladıklarım için maddi imkân da gerek. Ancak bu imkân olmasa da tüm eksikliklerin tamamlanması için her an uzanacak bir yardım eli de mevcut. Yeter ki ihtiyaçlar öğrenilsin.

       Ve Sığınmacılar…

        Bizim halen sahip olduğumuz imkânların hiçbirisine sahip değiller. Hepsinden önemlisi bir vatanları yok, umutları ise hiç olmayacak! Bütün bu yokluklara ilaveten bir de ‘’Korona’’ belasıyla karşı karşıyalar…

        Bir insanın vatanı yoksa kimliği olsa neye yarar?

         Şükürler olsun ki, bizim hem cennet gibi bir vatanımız, hem de büyük bir gururla taşıdığımız ay yıldızlı kimliğimiz var.

         Ülkemizin gelecek günleri mutlaka daha sağlıklı olacak. Vatan topraklarımız güneşin sıcaklığını coşkuyla hissedecek, Anadolu’muzun bereketli topraklarından ekinler fışkıracak, yarınlarımızın teminatı çocuklarımızın şen kahkahaları sokaklarımızı yeniden dolduracaktır…

         Evet, belki de uzun bir süre ekonomik yönden sıkıntılar çekeceğiz ama bizler hem bu sıkıntıları, hem de Korona denen illeti mutlaka yeneceğiz.

      ‘’Hiç ama hiç umudum kalmadı’’ diyenlere sesleniyorum:

         Doğuşumuzdan bugüne vatanımız diye bellediğimiz; Ay Yıldızlı Al Bayrağımızın sarıp sarmaladığı, atalarımızdan bize emanet bu Gazi topraklar, dağlarıyla, taşlarıyla, ovaları ormanlarıyla, kurtları, kuşları, şırıl şırıl akan sularıyla bu vatan bizim.

        Çevirin, hadi bir kez daha çevir başınızı, bu cennet vatana uzun, uzun bir kez daha bakın.

        Bugünlerde ekonomik sıkıntılarımızla, korona denen belayla karşı karşıya kalmış olabiliriz. Ama iki bin yıllık o muhteşem tarihimize de bir bakın, orada yaşanan benzer sıkıntıları yaşayan ecdadımız nasıl ki bu süreçlerle başa çıkıp atlattıysa; biz de başa çıkıp, atlatacağız. Yeniden sağlıklı ve sıkıntısız günlere kavuşacağız.

        Varsın olmasın ne sarayımız, ne hanımız!

         Varsın olmasın ne yatımız, ne de katımız!

         Her şeyden önemlisi vatanımız, geleceğimizin teminatı pırıl, pırıl gencecik bir nüfusumuz var.

          Yeter ki, eksik olmasın ne gönderdeki al bayrağımız, ne minarelerdeki ezan sesimiz, ne de imanımız.

         Onun içindir ki;  şükret Türkiye’m.

         Sığınmacılara bak ve şükret…

Önceki İçerikYaşamımızın Yeni Adı Korona mı?
Sonraki İçerikSabret
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.