Bulunduğumuz coğrafya geçmişten günümüze çok çeşitli meselelere sahne olmuştur.
Ve olmaktadır, olacaktır.
Bu nedenle bu coğrafyada varlığımızın devam edebilmesi için, bu meselelere yönelik hükümetler üstü politikalarımız da mevcuttu.
Yani hangi hükümet gelirse gelsin bazı meselelerle ilgili devlet politikası değişmezdi.
Ancak son on iki yılda bu meselelere karşı farklı bir “üslup” oluştuğunu görüyoruz.
“İçeride ve dışarıda sıfır sorun” sloganı ile ülkemizin geçmişten günümüze devam eden meselelerini bir anda tek taraflı olarak çözüme ulaştırma çabalarının son zamanlarda “meyvelerini (!)” vermeye başladığını da görüyoruz.
Mesela:
Sözde Ermeni soykırımı meselesi bu sene 100. yılı münasebetiyle en hassas dönemine girdi. Türk tarafının ise, meselenin başlangıcından bu yana savunduğu tezle ilgili, son on iki yıl içerisinde “sıfır sorun” sloganı uyarınca tavır değiştirdiği görülmektedir.
Sorunun kendisinden kaynaklandığından şüphe ettiği izlenimini uyandıran Türk tarafının değişik söylemleri neticesinde gelinen noktaya bakıldığında bugüne kadar bu konuda herhangi bir olumsuz tavır sergilemeyen Papa bile “soykırım” ifadesini kullanmıştır.
Komşularımızla ilişkilerimize gelelim:
Söz konusu ilişkilerimizde hâkim olan “bahar havası” Büyük Orta Doğu Projesinin uygulanmaya başlanması ile “kışa” dönmüştür.
Zira bu projenin baş destekçisinin dönemin hükümet yetkilileri olması ilişkileri de bozmuştur.
Buna bağlı olarak, Ortadoğu politikaları kurulurken tarihten gelen misyonu sebebiyle oyun kurucu olan Türkiye bu rolden düşerek yalnızlaşmış, oyun kurucu görevini İran ve Mısır’a devretmek durumunda kalmıştır.
Kendimize dönelim:
Genel olarak 40 yıllık terör sorunu denilse de aslında 19. yüzyılın başından itibaren başlayan ve “Doğu sorunu” olarak adlandırdığımız mesele ise son on iki yılda iki yüz senede ulaşamadığı seviyeye ulaşmıştır.
Bu aşamaya gelinmesinde ordunun, tabir-i caizse, geçmişte yeniçeri ocağının lağvedilmesini andıran bir şekilde dağıtılmasının rolü büyüktür.
Son olarak Ağrı’da yaşanan olaylarda bu durumu en açık şekilde görmekteyiz.
Öyle ki, yaralı askerlere yöre halkının yardım etmesinin adeta “düşman askerine insani yardım yapılmış olması” gibi yansıtılması, aynı topraklarda bin yılı aşkın bir süredir birlikte yaşayan iki halkın ayrışmasının “sağlandığını” da göstermektedir.
Bizim gördüğümüz “sıfır sorun” tabağındaki “meyve” tablosu içeride ve dışarıda bu şekildedir.
Peki, ne yapmak gerekir?
Değerli okuyucular, yazımın başında bahsettiğim gibi bu topraklarda meseleler tükenmez. Mühim olan meselelerinin çözümü için geçmişten beri süre gelen devlet geleneğinin yok sayılmamasıdır.
Çünkü bu geleneğin altında bu meselelere dair ciddi tecrübeler yatmaktadır.
Bu tecrübeleri görmeden ve anlamadan, tecrübelere dayanan politikaları “sıfır sorun” sloganı ile bertaraf ederek meseleleri çözme gayreti neticede ülkemizin itibarını ne hale getirmiştir, bir düşünelim.
Dolayısıyla bin yılı aşan ancak özellikle son iki yüz yıllık hadiselerin damgasını vurduğu devlet geleneğinin devam etmesi mi etmemesi mi daha sağlıklıdır?
Geldiğimiz noktayı da düşünerek karar verelim…
Zira bu karar seçim sonrası geleceğimizi de ciddi biçimde etkileyecek…
Cenab-ı Allah’ın başta devletimiz olmak üzere kimseyi itibardan düşürmemesini temenni eder saygılar sunarım.