Son dört gündür Türkiye’yi kendine kitleten protest eylemler, mevcut yasal siyasi aktörler dışında, yeni aktörlerle bizleri yüzleştirdi. Sosyal medya üzerinden üretilen karşıt dijital kimlikler, gerçeğe dönüştü. Caddeleri ve meydanları doldurdu, Türkiye’nin imajı ile ilgili algıları sorgulanır duruma getirdi.
Sosyal medyada üretilen imajların bir halk hareketine dönüşmüş olması sürecinin sebeplerini, bir çok uzman, klasik siyasi bağlamlarla ele almakta ve incelemektedir. Bunların büyük kısmı doğru olmakla birlikte, mevcut protest kitleleri besleyen ve kışkırtan çok özel faktörlerin olduğunu da hesaba katmak gerekir. Bundan dolayı yaşadığımız gösterilerin, alışılagelen protestolara benzemediğini öncelikle göz önünde bulundurmak gerekir.
Protestoların her ne kadar eski kültürden kalma entellektüel failleri varsa da, yüzleştiğimiz kitle hiç bir partinin, derneğin ve cemaatin biraraya getirebileceği insanlardan oluşmuyor. Toplumun bütün kesimlerinden gençler ve insanlar eylemlere iştirak ediyor. Bu insanlar arasında Ak Partiye oy veren ve Ak Parti’nin kimi politikalarını destekleyen kesimlerin olduğunu da tahmin ediyorum.
Farklı kesimlerden insanların birden bire protest bir kitleye dönüşmesinin anlamı üzerinde ciddi bir şekilde durmak gerekir. Hükümetin bu olayların altyapısını oluşturma ile ilgili kusurlarını, yanlışlarını ele almayacağım. Bu konular zaten fazlasıyla yazılmaktadır.
Ama ilk protestodan sonra başlayan süreç tamamen teknik bir konudur. İlk protestolar, her zaman yapılan protestolar gibiydi. Mevcut hâli ile kitleselleşme imkanı da bulamazdı. Emek sineması ve alkolle ilgili sınrlamalar da bu kitleyi bir araya getirecek özellikler taşımıyordu. Şüphesizdir ki Türkiye gündemi ile ilgili sızlanmalar her zaman olmuştur. Türkiye de bir çok kimse ve grup daha önce de mağdur edilmiştir. Bu mağduriyetler de protestolara yol açmıştı. Ama hiç bir protest eylem son dört günde ortaya çıkan eylemler gibi olmadı. Bundan dolayı konuyu başka bir açıdan ele alma zarureti vardır.
Bu eylemlerin oluşmasını ve kitleselleşmesini etkileyen özelde, iki önemli faktör olduğunu düşünüyorum: Bunlardan birincisi, İstanbul’un tarihi mekanları ve parklarıyla ilgili olarak yaşanan ve hiç bir şekilde kabul edilmesi mümkün olmayan imar uygulamalarıdır. İkincisi ise, hükümetin güç kullanarak parkı bekleyen grupları, parkın dışına atmaya çalışması sürecinde uygulanan polisiye teknikleridir.
Bu faktörlerden birincisi olayları besleyici rol oynadı, protestoların altyapısı ile ilgili bilinçleri olgunlaşırdı. İstanbulluların hepsi tarihi mekanların gökdelenlerle gölgelenmesini aralarında konuşuyordu. Bu konuda hükümetin yanlış yaptığını dolaşımda tutuyordu. Ak Parti’nin fanatik destekçileri bile olup bitenlerden rahatsızdı.
Taksim meydanı ve o meydandaki ağaçlar, bütün toplumsal kesimlerin ilgilendiği konulardı. İstanbullular uzun zamandır, park alanlarının AVM’lere dönüştürüldüğünü, kafe olarak kapalı mekanlarla işgal edildiğini izliyorlardı. E5 ve Marmara sahil şeridinde bir çok yeşil alanın ve parkın ortadan kaldırıldığını ve buralarda binalar yapıldığını görüyorlardı. Bundan dolayı İstanbul halkı, ağaçları korumak istedi, yeşil alanları muhafaza etmek için bir şeylerin yapılması gerektiğini gördü ve tarihi alanları gölgeleyen gökdelenlerden rahatsızlık duydu. Türkiye nüfusunun beşte birisinin yaşadığı İstanbul’un tarihi silüetinin hoyratça bozulmasını bu insanlar içlerine sindiremediler. Olayın kitleselleşmesini besleyen kültürün kent aidiyeti ile ilgili yanını göz önünde bulundurmak gerekir. Eylemlerin kitleselleşmesi İstanbul ile ilgili kaygılarla beslendi.
İkincisi, protestoları durdurma ve engelleme konusunda emniyet yetkililerinin uygulamaları ve başbakan sayın Erdoğan’ın açıklamaları, kitleleri kışkırttı. Onları daha çok ve daha etkili eylem yapmaya yöneltti. Halkı sosyal medyada direnişe çağıran klişe sloganlara bakıldığında, hükümetin tepkilere rağmen AVM yapımında ısrarcı olduğu, başbakanın göstericilere hakaret ettiği, onları hafife aldığı, kanun ve demokratik talebe göre değil, kendi iktidarına ve gücüne göre davrandığı, kendine oy verenlerle göstericileri tehdit ettiği söylendi, sürekli dolaşımda tutuldu. Bu basmakalıp ifadeler, başbakan Erdoğan’ın sözlerinden seçilerek, “karşıt kışkırtıcı slogan” olarak sosyal medyada sürekli dolaşımda tutuldu. Başbakan Erdoğan’ın tutumuna yüklenen imajlar, kitleleri özgürlük adına sokağa dökmeye, büyük oranda katkı yaptı.
Dolaşımda tutulan ikinci grup basmakalıp sloganlar ise polisin tutumu ve polisiye tedbirlerin taciz edici yönleriyle alakalıdır. Eylemcilerin gaz maskeleriyle gösteri alanlarına gelmeleri ve kendilerini “gürültülü ıslak gaz bulutları” içinde fotoğraflamaları ve görüntülemeye çalışmaları, aslında her şeyi anlatmaktadır. Polisin göstericileri durdurma, dağıtma, caydırma ve tutuklama tekniklerinin hepsi, göstericilerin amaçlarına hizmet etti.
Göstericiler, ceberrut ve başına buyruk olarak tanımladıkları bir iktidarın polisinin kendilerine daha çok engel koymasını istiyorlardı. Çünkü polis engellemesi ve şiddeti onların bu inancını meşrulaştırma işlevi görüyordu. Bundan dolayı, başbakan Erdoğan’ın açıklamalarıyla birlikte, polisin uyguladığı “şiddet teknolojileri”sosyal medyada sürekli dolaşımda tutuldu. Kitleler dolaşımda tutulan bu basmakalıp, başına buyruk imajlara ve polisin şiddet teknolojilerine karşı hırçınlaştılar, sokağa döküldüler.
Özetle başbakının güç gösterisine dönüşen açıklamaları ve polisin şiddet teknolojileri, gösterilere kitlelerin katılmasına ve gösterilerin bütün yurt sathına yayılmasına neden oldu. Gösterileri yönlendirmek istiyen profesyonel örgütlerin varlığı her kesin malumudur. Ama gösterilerin bu örgütlerce kasıtlı ve planlı bir şekilde düzenlendiğini ve başlatıldığını kabul etmek, konuyu bağlamından kopartacaktır. Zaten bu örgütlerin böyle bir gücü olsaydı, şimdiye kadar Ak Parti iktidarını benzer gösterilerle çoktan sarsarlardı. Bundan dolayı süreci şiddet teknolojileriyle yöneten polisin ve Başbakan’ın süreci hafife alan söylemi gösterilerin kitleselleşmesinde başat rol oynamıştır.