Türk-İslâm Ülküsünün Mütefekkiri, Seyyid Ahmet Arvasî, 1932 yılında Ağrı’nın Doğubeyazıd İlçesinde dünyaya geldi, 1988 yılında 56 yaşında iken İstanbul’da, 24 yıl önce 31 Aralık 1988 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
1952 yılında Erzurum Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Bir süre ilkokul öğretmenliği yaptı. 1958’de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü’nden diploma aldı. Eğitim enstitülerinde hocalık yaptı. 1979 yılında emekli oldu. Aynı yıl Milliyetçi Hareket Partisi Genel İdare Kurulu üyeliğine seçildi. Gazete ve dergilerde makaleler, kitaplar yazdı.
1980 hükümet darbesinden sonra tevkif edildi, Mamak Askerî Mahkemesi’nde muhakeme edilirken cezaevinde işkencelere maruz bırakıldı. Tahliye edildikten sonra yazarlığa devam etti.
Arvasî, çok yönlü bir şahsiyetti. Lâlettayin bir davanın değil, ‘davasının adamı’ydı. O’nun davası Türk İslâm ülküsü idi. Eğitimci, mütefekkir, hatip, edip, şair, müellif ve ideolog idi. Büyük bir idealist ve eylem adamıydı. Çok kültürlü gerçek bir entelektüeldi. Bir ‘Mektep adam’dı. Tavizsiz bir Müslüman ve şuurlu bir Türk milliyetçisiydi.
Babası, Necip Fâzıl Kısakürek’in mürşidi Seyyid Abdülhâkim Arvasî (Van-1865-Ankara 1943); ‘Dünyada iki Türk kalsa, biri ben olurum’ diyen bir Türk milliyetçisi idi. Seyyid Ahmet Arvasî de: ‘Ben Afrika’nın ortasında doğmuş bir zenci olsaydım ve bu aklım da bende olsaydı, yine Türk Milliyetçisi olurdum. Çünkü ben Amentü’ye iman ettiğim gibi iman ediyorum ki, Türk Milletinin de İslâm âleminin de kurtuluşunu, Türk milliyetçileri, Türk-İslâm Ülküsü düşünce sistemi ile sağlayacaktır.’
Veciz sözlerinden birinde: ‘İslâmiyet’i kurtarmaktan vazgeçin. İslâmiyet’le kurtulmaya çalışın.’ Diyordu.
Mayasında, şahsiyetinin kumaşında liderlik vardı. Milliyetçi gençlerin kendilerini lider olarak yetiştirmelerini tavsiye ederdi.
Seyyid Ahmet Arvasî, inandığını yaşayan, fikriyatı ile fiiliyatı aynı olan samimi bir Müslüman, gerçek bir münevver ve entelektüel, alanında âlim, yiğit bir Türk milliyetçisi, örnek, bir dâva ve fikir adamıydı. İstanbul beyefendisiydi. Doğru, dürüst ve düzgün bir adamdı. Dostuna munis ve müşfik, düşmanına korkusuz ve cesurdu. Misafirperver, mükrim, yardımsever, âlicenap bir insandı.
Kendisine, sınıfta veya herhangi bir dost meclisinde öğrenci ve/veya dinleyici olma imkânı bulamamış milyonlarca gence, makaleleri ve kitaplarıyla ışık oldu.
Eserleri: 1-Türk İslâm Ülküsü 1; 2-Türk İslâm Ülküsü 2; 3-Türk İslâm Ülküsü 3; 4-Anadolu Gerçeği; 5-Eğitim Sosyolojisi; 6-Şiirlerim; 7-Hasbihal 1; 8-Hasbihal 2; 9-Hasbihal 3: 10-Hasbihal 4; 11-Hasbihal 5; 12-Hasbihal 6: 13-Hasbihal 7; 14-Kendini Arayan İnsan; 15-İnsan ve İnsan Ötesi; 16-Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz; 17-Mamak Günleri; 18-Sohbetler; 19-Türkiye’de Şark Meselesi ve Alınacak Tedbirler; 20-İlm-i Hâl.
Oğuzhan Cengiz; 13, 5 X 21 santim ölçülerindeki ‘Seyyid Ahmet Arvasî ve Temel Fikirleri’ isimli 360 sayfalık eserinde; merhumun dopdolu geçen 56 yıllık bir ömrün köşe taşları mesâbesindeki mühim hâdiseleri; gazete sütunlarına, dergi sayfalarına ve kitaplara, sığmayan fikriyatını ve mücâdelelerini Türk İslâm Ülküsü fikriyatının tahlilini, efrâdını câmi, ağyarını mâni ölçüsüyle sunuyor.
Sayfalar arasında; 12 Eylül darbecilerinin hukuk anlayışının daha doğrusu anlayışsızlığının zemin altında sürünen hâl-i pür melâlini görmek mümkün. Ki o anlayış 27 Mayıs darbecilerinin izlerini taşımaktadır: ‘Sizi buraya tıkan kuvvet, böyle istiyor…’
Bir başka bölümde; tanıyanlarının kalemiyle Seyyid Ahmet Arvasî anlatılıyor.
Ahmet Arvasî, iyi bir pedagog, muhteşem bir eğitimci, parlak bir mütefekkir olmakla birlikte, muhterem pederinden tevârüs ettiği mânevî mirasla tam bir İslâm âlimidir de… ‘Nereden geldik, nereye gidiyoruz’ sorusuna İslâm’ın verdiği cevabı şöyle özetliyor:
‘Mutlak yokluk yoktur, Mutlak Varlık (Vâcibü’l-Vücûd) vardır. Her şey, ancak Mutlak Varlık’tan gelmiştir, yine O’na dönecektir. Bütün varlıklar, Mutlak Varlık’la varlıkta durabilirler. Yokluğa varlık izâfe edilmez, çünkü o yoktur. Öte yandan ‘madde’, asla mutlak ve sonsuz varlık olamaz, çünkü o, ‘sıfır’ ile ‘sonsuz’ arasında duran ve ‘üç boyutlu’ bir varlık tezâhürüdür. Madde, tabiata itibârı ile üç boyutlu olduğundan dâima ‘sınırlı’ bir varlık tezâhürü olarak düşünülmelidir. Onu istediğiniz kadar küçültün ‘sıfır’, istediğiniz kadar büyütün ‘sonsuz’ olamaz. Görülüyor ki madde ‘sıfır’ da ‘sonsuz’ da değildir. Bu hâliyle ne ‘mutlak yokluk’ ne de ‘mutlak varlık’ mevzubahis edilebilir. Mutlak Varlık, bütün varlık tezâhürlerinin sâhibi olan Allah’tır. ‘Her şey O’ndan geldi, yine O’na dönecektir’.
Gerçekten de ‘mutlak yokluk’ yoktur. ‘Sıfır’, insan zihninin, Mutlak Varlık’a zıt olarak, vehmettiği itibari bir değerdir. İslâm’a göre, Mutlak Varlık Allah’tır ve O’nun zıddı yoktur. Yokluğa ‘varlık’ izafe etmek aklın korkunç bir tenakuzu olurdu. Bununla da kalınmaz ‘sıfırın’, ‘hiçin’ tanrılaştırılmaına kadar gidilmiş olurdu. Nitekim, Budizmin Nirvana’sı budur.
Öte yandan Mutlak Varlık’ın inkârı ise muhaldir. Çünkü Onu inkâr etmek, bütün varlığı inkâr etmek demek olacaktır. Unutmamak gerekir, bütün itibari varlıklar, Onunla varlıkta durabilmektedirler.
İslâm’a göre, Mutlak Varlık sâdece Allah’tır ve ‘O’nun bu varlığı, her hayrın, her kemâlin ve her güzelliğin başlangıcı’, her türlü varlık tezahürünün kaynağıdır.
İslâm’a göre, hiçbir şey ‘mutlak yokluk ’tan gelip yine ‘mutlak yokluğa’ dönemez. İdrâkimize ulaşan ve ulaşmayan her türlü varlık tezâhürü, mutlak Varlık olan Allah’a ait sıfatların tecellileri ile ilgilidir.
İslâm’a göre, varlıklar yaratılmadan önce ‘Allah’ın ilmin’de’ idiler. ‘Vücut âleminde’ henüz ayrı bir varlıkları ‘yok’ idi. Onun için sevgili Peygamberimiz ‘Allah var iken hiçbir şey yok idi’ diye buyurmuşlardır. Bu muhteşem tebliğ karşısında ‘büyük imam’ Hazreti Ali heyecanlanarak ‘şimdi de öyle şimdi de öyle’ demiş ve bir ‘fenafillah’ esprisi içinde kendinden geçmişlerdi.
Gerçekten de varlıklar ve bütün varlık tezahürleri, Mutlak Varlık ile ‘var’dırlar ve Onunla ‘varlık âleminde’ durabilmektedirler. Bu sebepten, yüce ve mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de ‘Gökleri, yeri yok iken var eden O’dur.’ hükmü ortaya konulurken (Bkz. El-Enam Suresi, 101), ‘Hepimizin dönüşü, ancak O’nadır’ diye buyurulur. (Bkz. Yunus Suresi, 4)
Kitabın diğer bölümlerinde, Türkiye’nin bu gün de gündeminde bulunan meselelerinin hemen tamamı tahlil edilmekte, akılcı ve tatbik edilebilir çözümler sunulmaktadır.
Oğuzhan Cengiz, 20 ciltten meydana gelen Seyyid Ahmet Arvasî külliyatını başarı ile özetlemiş, okuyucuya sunmuştur. Teferruat hakkında bilgi edilmek isteyenlerin külliyata başvurma hakları mahfuzdur.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: bilgi@bilgeoguz.com.tr www.bilgeoguz.com.tr
İMPARATORLUKLAR ÇAĞINA VEDÂ
Prof. Dr. Bülent Bakar, Prof. Dr. Okan Yeşilot, Prof. Dr. Süleyman Beyoğlu, Dr. Öğr. Üyesi Mehdi Genceli editörlüğünde; Doç. Dr. Abdurrahman Bozkurt, Mustafa Yeni, Araştırma Gör. Burcu Özcan Erdal, Dr. Öğr. Üyesi Gürbüz Arslan, Prof. Dr. Süleyman Beyoğlu, Dr. Öğr. Üyesi Zekeriya Türkmen, Recep Karacakaya, Fatih Mehmet Sancaktar, Prof. Dr. Okan Yeşilot-Dr. Abdrasul İsakov, Prof. Dr. Bülent Bakar, Dr. Öğr. Üyesi Bilge Karbi, Ö. Kürşad Karacagil, Dr. Öğr. Üyesi Murat Aydoğdu, Doç. Dr. Ramazan Erhan Güllü ve Prof. Dr. Kemalettin Kuzucu imzalı makalelerden oluşturulan kitap, hem ilim çevrelerinin hem de târihe meraklı insanlarımızın zevkle okuyabileceği bir eserdir.
Birinci Dünya Savaşı dört yıl devam etmiş, Balkanlarda başlayan savaş yine Balkanlarda bitmiş, Bulgaristan’ın mütâreke imzalaması zincirleme münferit mütârekelerin ortaya çıkmasını tetiklemiştir. Selânik Mütârekesi’yle Bulgaristan’ın savaş dışı kalması, esâsında İtilâf Devletleri için yeterli görülmüştür. Nitekim Bulgaristan en çok Sırbistan ve Yunanistan tarafından işgal edileceği ve bu ülkelerin kendisinden intikam alacağından endişe ederken İtilâf Devletleri böyle bir gelişmeye izin vermemiştir.
Macaristan’la imzalanan Belgrad Mütârekesi’nin de diğer mütârekelere kıyasla ağır bir ateşkes olduğunu söylemek zordur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu adına aslında Avusturya heyetiyle imzalanan Villa Giusti Mütârekesinde, Habsburg İmparatorluğu’nun sonunu getirmek için siyasî ve askerî bazı adımların atıldığı açıkça görülmektedir. Bununla birlikte İttifak Devletleri ülkeleri için de en ağır şartları taşıyan mütareke Rethondes -bazı kaynaklarda Compiegne olarak da geçmektedir- Mütârekesi’dir. Almanya, askerî ve malî olarak adeta çökertilmek istenmiştir. Ağır şartlar ve yaptırımlarla dolu bu mütâreke, aslında Almanya’ya nasıl bir barış antlaşması uygulanacağının da habercisidir. Türk basınındaki ve bazı devlet adamlarındaki iyimser olma çabalarına rağmen Mondros Mütârekesi’nin de ağır bir metin olduğunu ifâde etmek yanlış değildir. Kâğıt üzerinde değerlendirildiğinde özellikle Rethondes ve Villa Giusti Mütârekelerinden hafif olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte diğer mütârekelerde hafif veya ağır olmakla beraber hemen tüm maddeler açık ve net olarak tespit edilmiştir. Mondros Mütârekesinde ise özellikle 7. madde ve 24. madde zaman içinde tamamen İtilâf Devletleri’nin yorumuna açık, tehlikeli bir vaziyette kalmıştır. Nitekim Mondros Mütârekesi’nin imzasından hemen sonra başlayan işgaller 7. madde işâret edilerek gerçekleştirilmiştir. (Arka kapak yazısından)
13,5 X 21 santim ölçülerindeki 478 sayfalık eserde; az bilinen, mühim detaylarla alakalı bilgiler esere olan ilgiyi artırıyor. Eserin son bölümünde; Prof. Dr. Kemâlettin Kuzucu tarafından kaleme alınan ‘Ahmet Râsim’in Savaş Sonu, Sunuçları ve Türkiye’nin Geleceğine Dâir Düşünceleri’ derin tahlilleriyle, ironik ifâdleriyle o dönemin gazeteciliği hakkında fikir veriyor, günümüz gazeteciliği ile mukayese yapma imkânı sağlıyor.
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.
İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50
Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr www.otuken.com.tr
FRENKLERE GÖRE OSMANLI. EĞRİSİYLE DOĞRUSUYLA
Orhan Araslı; 16 X 23,5 santim ölçülerindeki 436 sayfa hacimli eserinde batı kaynaklarından alınmış Osmanlı hakkındaki bilgileri sunuyor.
Batılıların Türklerle ilk tanışmaları Haçlı Seferleriyle olmuştur. Daha sonra Osmanlıların bu Haçlı güruhlarını Müslüman ahaliden uzak tutmak için müdafaa hattını Avrupa’nın ortalarına kadar taşımıştır. Bu müşterek düşman imajını pekiştirmiş ve Türk aleyhtarı binlerce kitap ve risale basılıp bütün Avrupa’ya yayılarak Batılıların hafızasına bu anlatımların husumet olarak kazınmasına sebep olmuştur. Bu algının izlerini bugün her türlü olayda görmek mümkündür.
Voltaire’in tabiriyle ‘Türk hükümdarı 20 milleti barış içinde yaşatırken’ Osmanlı’yı yaklaşık elli devlete bölen emperyalistler, bu parçalanmış devletleri kendilerine av alanı, sömürme-yağmalama kaynakları olarak seçmişlerdir.
Orhan Araslı, eserinde; Türk aleyhtarı karalamaları cerhetmek için bütün bu iddia ve söylentilerin karşısına; Osmanlı’nın hüküm sürdüğü topraklardaki ülkeleri çeşitli vesilelerle ziyâret ettikten sonra, hâtırâlarını naklediyor. Osmanlı Devleti’ni ve halkının âdet ve geleneklerini anlatan yabancı diplomatlar, seyyahlar, askerler ve târihçiler gibi gruplardan müteşekkil, sayısı iki yüzden fazla şâhitler ordusunun intibaları ile eserini objektifleştiriyor.
Yazar hedefini; ‘Osmanlı’yı yüceltip Cumhuriyet’i yerme yarışına girenlerle, Cumhuriyet’i güzelleştirmek için Osmanlı’yı yermek ihtiyacı hissedenlerin görüşlerini yakınlaştırmak’ olarak açıklıyor.
Böyle bir maksadın, gayretin hazin bir tecelli olduğu bilinmekle birlikte, dünyayı ak ve kara olmak üzere yalnızca iki renkten ibâret gören, diğer renklerin ve ton farklılıklarının farkında olamayan obez kafalı-gelişmemiş zekâlı sözde târihçilerin çokluğu karşısında bu tür kitaplara ihtiyacımız olduğu muhakkaktır.
Orhan Araslı’ya ve Akçağ Yayınevi’ne teşekkürler…
AKÇAĞ BASIM YAYIM PAZARLAMA ANONİM ŞİRKETİ:
Tuna Caddesi Nu: 8/1 Kızılay-Ankara. Telefon: 0.312-432 17 98 Belgegeçer: 0.312-432 28 52 www.akcag.com.tr e-posta: akcag@akcag.com
MEDRESELER NEYDİ, NE DEĞİLDİ?
İslâm târihinde öğretim ve eğitim kurumları, ‘medrese’ olarak anılır. Türklerde, İslâmiyet’i kabul ettikten hemen sonra ilk medrese eğitimi Gazneliler döneminde başladı. Karahanlılar döneminde Semerkand’ta medrese açıldığı biliniyor. Tuğrul Beğ zamanında ilk medrese Nişabur’da açıldı. Nizamülmülk tarafından Bağdat’ta kurulan Nizâmiye Medresesi, Türk eğitim târihinde dönüm noktası oldu.
Medreselere siyâset karıştırılmıyor, hocaların ders ücreti ve öğrencilerin bursları, vakıflar tarafından karşılanıyordu. Medreselerde eğitim dili Türkçe ve Arapça, yüksek dereceli medreselerde ise yalnızca Arapça idi. Farsça, medrese dışında öğrenilirdi. Osmanlı döneminde eğitim sisteminin temelini medreseler teşkil ederdi. Medreseler, günümüzdeki üniversite denginde eğitim kurumlarıydı.
Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu 2003 yılında başlattığı medreselerle alakalı çalışmalarının ürününü, 2019 yılında 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 446 sayfalık eseri ile kültür hayatımıza kazandırmıştır.
Eserin 1. Bölümünde İslâm’da ve Osmanlı’da Eğitim Ve İlim Kurumları hakkında bilgiler var. 2. Bölüm ‘Osmanlı Medrese Târihine Eleştiri’ bahsine ayrılmış. 3. Bölümde Medrese ile Üniversite Arasındaki Farklılıklar Ve Benzerlikler ele alınıyor. 4. ve son bölümün başlığı: ‘Medrese, Ulema ve Modern İlim’ başlığını taşıyor.
Bu bölüm, pozitivist ve komünist ilim ve siyâset adamı Sadrettin Celal Antel’in (İstanbul 1890-İstanbul 1954); ‘Medreseler, her türlü terakkiye engel olan cehâlet, taassub ve fesat ocakları hâline gelmişler ve Avrupa ilim ve tekniğinin memlekete girmesine sistemli ve ısrarlı bir surette mâni olmuşlardır.’ Şeklindeki iddialarına verilen; ‘eski tarz İslâm kültürü ile yetişen Osmanlı Âlimlerinin yeni ilimlere karşı menfi tavır aldıklarının doğru olmadığı gibi, tersine medrese mensubu ilim adamlarının dinle ilim arasında çatışma görmediklerini ve onların arasından birçok ilim adamının açık fikirlilikle yeni teknikleri benimsediklerini müşâhade etmekteyiz’ cevabı ile sona eriyor.
KRONİK KİTAP:
Şakayıklı Sokağı Nu: 8, Levent, Beşiktaş – İstanbul. Telefon: 0.212-243 13 23
Belgegeçer: 0.212-243 13 28 e-posta: kronik@kronikkitap.com // www.kronikkitap.com
KISA KISA… / KISA KISA…
1-SANATIN IŞIĞINDA 78 YIL: Cevat Memduh Altar / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
2-OSMAN GAZİ – OSMANLI’NIN KÖKLERİ: Alperen Bayrak / Yediveren Yayınlar1.
3-HADİS ZANNEDİLEN 100 SÖZ: Yunus Kokan / Kutlu Yayınevi.
4-SOVYET DEVRİNDEKİ KAZAKİSTAN’DA TARİH YAZICILIĞI / MİTLER VE GERÇEKLERİ: Güljanat Kurmangaliyeva Ercilasun / Gazi Kitabevi.
5-KANATLI AĞAÇ: Angeliki Darlasi – Fulya Kocak / Yapı Kredi Bankası Kültür Yayınları.
&