Sevmek, Batırmaz; Yüceltir

103

Sevmek birini, karşılıksız… Her türlü sayısal ve dünyacı değerlerden uzak bir tutkuyla sevmek. Sarmaşık gibi esir etmek değil sevmek. Hububat gibi beslemek. Habip olmak. Muhabbetle kendinden geçmek. Almak değil, vermek. Vermenin adını sevgi koymak.

Derviş bir gün, bir kucak elmayla bayırlar aşan bir genç kıza rast gelir. Nereye gidersin, kucağındaki nedir, diye sorar. Uzak bir tarlayı işaret ederek, “Sevdiğim orada çalışıyor, elmaları ona götürüyorum.” der genç sevdalı. Derviş, “Kaç tane bunlar?” diye sorar birden. Genç kız, bilge ve sakin duruşuyla, “İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” diye cevap verir dervişe. Derviş, yıkılır aldığı cevapla, zikir çektiği tespihini usulca koparır.

Sevgi bahçesinin eylemidir sevmek. Sevmek, bu bahçeyi işlemek, beslemek, ürüne mekan oluşturmaktır. Dervişçesine bir eylem değildir sevmek. Yavuklusuna elma götüren genç kızın gönül deryasında yetiştirdiği sevgi çiçeğini ebediyen yaşatma eylemidir. Derviş olmak gerekmez sevgiyi tatmak için. Kirlenmemiş kalp yeter. Derviş, sayısal değer koymuştur maşuku ile arasına. Koşul tanımaz sevgi. Dervişe bile “pes” dedirtir sevginin en halisi.

İçten içe kaynayan yanardağın dinginliğidir sevmek. Hem bir iş hem bir oluş hem bir duruş. Bu eylemin öznesi de nesnesi de biziz. Bizi edilgen yapar bu eylem, bazen etken… Yaşamaktır, yaşatmaktır o. Ya da yaşatmak için yaşamaktır. Koalisyona değil, teslimiyete dayalı birlikteliktir. Matematiğin bittiği, hesapların altüst olduğu yerde başlar sevmek. Hocası da yoktur, öğrenilmez o. Öğretilemez de…

Katıksızlık vardır sevgide, tam bir inanç.  Ateşe atılan İbrahim’e yardım teklifinde bulunan Cebrail’i, maşukuna tam teslim olduğu için reddetmeyi gerektirir o katıksız aşk ve sevgi. Ateşe atılırken bile “Sevdiğim ve kendisine inandığım, beni görür.” demek ne büyük aşkın ifadesidir. Kaçımız yanarız sevdiğimiz için, kaçımız kendisi için ateşe düştüğümüzün görmesinden hiçbir zaman ümit kesmeyiz? Pek de aceleciyizdir. Sevgimizin hemen karşılığını görmek isteriz. İsteriz ki sevgimiz bineğimiz olsun, bizi hiçbir koşulda indirmesin sırtından. Taşımak zor gelir bize, taşınmak varken.

Sevmeyi istismar edenlerden utanıyorum bazen. Yalan, beyaz kardaki siyah kömür gibidir sevgide. Tam bir beyazlık olmalıdır, hem de kar beyazlığı. Güvensizlik bitirir sevgiyi; virüstür ki panzehiri olmayan. Ömer’i düşünüyorum bazen. Hz. Muhammet öldüğünde, “Kim Muhammet öldü derse, kafasını uçururum.” diye haykırmıştı. Ölümü yakıştıramamıştı sevdiğine. Ebubekir de çıkmış, “Evet, Muhammet ölmüştür; ama Allah, ölümsüzdür.” demişti. Ömer, buna cevap verememişti. Ömer’i de anlıyorum, Ebubekir’i de… İkisinde de sevgi var, hem aşkın hem içkin sevgi. Ömer, sevgisini öldürmek istemezken Ebubekir, sevdiğinin sevdiği ile hayat buluyordu.

Sevmek, bitmeyen bir eylemdir, doğum ve ölüm gibi hayatın sürekliliğini sağlayan. Faruk Nafiz “Çoban Çeşmesi” şiirinde “Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar, / Tarihe karıştı eski sevdalar. / Beyhude seslenir, beyhude çağlar, / Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi…” dizeleriyle sevginin bittiğini duyursa da insan var olduğu müddetçe yaşayacaktır o.

Sevmeyi güzel yapan, kimin neyi sevdiğidir. Kays, Leyla’yı sevdiği için mecnun (deli) olmuştu. Sıfatı, isimleşti. Leyla, Mecnun’u Mevla’ya taşıdı. “Leyla, Leyla!” diye çöllere düşen Mecnun, “Mevla Mevla!” demeye başladı. Sevgi, kemale ermiş; sevmek, anlam kazanmıştı.

Sevmek, batırmaz; yüceltir. Size de yücelik yakışır.