“Sevgi gelince tüm eksiklikler biter, bütün kötülükler yok olur.” Yunus Emre
Sevgi nedir? Sevginin tanımı yapılamaz. Sevgi ancak tadılır. Tadan kişi de sevginin ne olduğunu yeterince anlatamaz. Aynı zamanda sevgi evrensel bir duygudur. Seveni sevilene bağlar.
Dr. Peck, sevginin ihata edici bir tanımı yapılamamasının, onu gizemli bir hale getirdiğini söyler ve yetersiz kalacağını da belirterek sevgiyi şöyle tanımlar: “Sevgi, insanın, kendisinin ve bir başkasının ruhsal tekâmülünü desteklemek amacıyla benliğini genişletme arzusudur”.
“Sevgi nedir?” Sorusuna cevap aranacaksa; sevgi, kayıtsız şartsız saygıdeğer bulunmaktır.
Sevgi fark edilmedir. Sevgi hoş görülmedir. Sevgi paylaşmadır. Sevgi tanınma, bir insanın olabileceğinin en iyisi olmasına, gelişmesine imkân sağlamaya çalışmadır. Sevgi, şeffaf olmadır. Sevgi ihtiyaçtır.
Sevgi, sosyal bir varlık olarak, insan olmanın gerektirdiği doğal bir ihtiyaçtır. Moslow’un sıraladığı hiyerarşik insan gereksinimleri üçgeninde sevgi, temel olarak belirlenen, fizyolojik ve güven ihtiyacından sonra gelmektedir. Bununla beraber, sevginin, temel ihtiyaçların da önüne geçerek, ilk sırada yer alacak kadar güçlü bir ihtiyaç olduğunu gösterir sayısız örnek vardır.
“Sevgi, kişinin kendi bütünlüğünü, bireyselliğini koruyarak gerçekleştirdiği bir birliktir. Sevgi, insana özgü dünyadan bir şeyler vermektir. Bunlar; ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgidir”.
Spinoza ise sevgiyi; ” zorlama olmadan, yalnız özgür olduğunda yaşanabilen, insan gücünü somutlayan bir eylem” olarak ele almaktadır.
“Sevgi, kolların her zaman açık oluşudur. Sevgi için kollarınızı kaparsanız, kendinizin dışında tutacak hiçbir şey kalmadığını görürsünüz”.
Bademci’ye göre: “Sevgi tutku gibi zehirlisi olmayan, herkesin yetiştiremediği sıradan bir çiçektir.”
Sevgiyi en geniş anlamda: “İnsanları birbirine yaklaştıran olumlu ve iyi duyguların tümü” olarak tanımlamak yanlış olmaz. “İnsan, sevme yeteneğini sevilerek kazanır. Sevmeden önce sevilmeyi öğrenir.” Sevecenlik, ilgi, anlayış, hoşgörü, acıma, bağlılık ve beğenme de bu duygunun ürünleridir.
Japon düşünür Masumi Toyotome; Three Kinds of Love. “Aşk üç çeşittir.” kitabında sevgiyi üç gruba ayırmaktadır:
1. Eğer türü sevgi: Belli beklentiler karşılandığında verilecek sevgidir. “Eğer beni üzmezsen seni severim.” “Eğer beni seversen ben de seni severim.” Türünden sevgidir.
En çok rastlanan sevgi budur. Bir şarta bağlı, karşılık bekleyen sevgidir. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı, sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. İlişkilerin pek çoğu “eğer” türü sevgi” üzerine kurulduğu için çabuk biter. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile “eğer” türüne rastlanır:
İnsanlar “eğer” türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler. “Eğer” türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelmektedir.
2. Çünkü türü sevgi: Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır.
“Eğer” türünden pek farkı yoktur. Bu tür sevgi insana yük getirir. Kişiler hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama, sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.
“Çünkü” türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz. Bu tür sevgide güven duygusu yoktur. Bunun iki ayrı nedeni vardır:
(1). “Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?” korkusu: Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri, ötekisi yalnızca kendilerinin bildiği. “İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse” korkusu buradan doğar.
(2). “Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa…” endişesidir: Japonya da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı, aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan, bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş.
Toplumlardaki sevgilerin çoğu “çünkü” türündendir. Bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür. Peki, o zaman gerçek sevgi, güvenilecek sevgi nedir? İşte sevgilerin en gerçeği.
3. Rağmen türü sevgi: Koşula bağlı olmadığı ve karşılığında bir şey beklenmediği için “eğer” türü sevgiden farklıdır. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “çünkü” türü sevgi de değildir.
Bu tür sevgide, insan “bir şey olduğu için” değil, “bir şey olmasına rağmen” sevilir. Burada insanın iyi, çekici ya da zengin olarak sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine “rağmen” olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor, ama en değerli gibi sevilebiliyor.
Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur. Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir.
Yaşamımızı sürdürebilmemizin nedeni “rağmen” türü sevgiyi şu anda yaşamamız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağımıza inancımızdır. Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin bu sevgiye ihtiyacı var.
“Dünyadaki en büyük kıtlık, rağmen türü sevginin yeterince olmayışıdır!” .
Sevgi koşulsuz olmalıdır: Doğan Cüceloğlu, “olumlu benlik” kavramı için koşulsuz sevgiyi önerir: “Olumlu benlik bilinci için koşulsuz sevgi gereklidir. Koşulsuz sevgi birey ne yaparsa yapsın onun sevgi ve saygıya layık olduğunun kabulüdür. Bu tür sevgi içinde büyüyenlerin benlik anlayışları, güçlü ve olumludur”.
Bu gün sevgiyi davet edin: Bir kadın, kapıdan dışarı çıktığında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde oturduklarını görür.
“Ben sizi hiç tanımıyorum” der. “Ama aç ve susuz olmalısınız. Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim.” Der.
“Evin erkeği içerde mi?” Diye sorar adamlar.
“Hayır” der kadın. “Şu an evin dışında.”
“O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil” diye cevap verirler.
Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.
“Peki, onlara söyleyebilir misin?” Der adam. “Ben evdeyim artık, eve gelebilirler.”
Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder.
Ama bu defa da; “Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz.” Der yaşlı adamlar.
Kadın öğrenmek ister: “Niye giremezsiniz?”
İhtiyarlardan biri açıklar: “Onun adı ZENGİN” der bir arkadaşını göstererek.” Diğeri BAŞARI. Ben ise SEVGİ.”
Sonra ekler; “Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz?”
Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyduklarıyla neşelenerek;
“Ne güzel” der “madem öyle, ZENGİN’ i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun.”
Karısı itiraz eder: “Canım, niçin BAŞARI’ yı çağırmıyoruz?”
Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuklarını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler; “SEVGİ’ yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!”
“Gelinimizin teklifini dikkate alalım” der adam karısına. “Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için SEVGİ’yi davet et.”
Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar: “Hanginiz SEVGİ idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol.”
SEVGİ ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler. Kadın şaşırmış bir halde ZENGİN ve BAŞARI’ya sorar: “Ben sadece SEVGİ’yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?”
ZENGİN ve BAŞARI bir ağızdan cevap verirler: “Eğer ZENGİN’i ya da BAŞARI’ yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen SEVGİ’yi davet ettin. O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz. Çünkü nerede SEVGİ varsa, orada BAŞARI ve ZENGİNLİK vardır” (Tunay, 2013).
Sevgi denizinin yontmayacağı sert taş yoktur. Sevginin bütün eksiklikleri gidereceği asla unutulmamalıdır.
Derin sevgi ruhuyla yoğrulmuş olan Yunus: “Gelin tanış olalım, sevelim, sevilelim” diyor. Sevgi birleştirir, kin ve düşmanlık ise ayırır. Mevlâna’nın dediği gibi sevgi; acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve inkârı rahmete dönüştürür.
Sevgiyle kalın…