Sevgi Eğitimi-19

83

 

Ceza ve ödül, canlının belirli bir davranışı yapmasını sağlamak için bir insan tarafından kasıtlı olarak verilen uyarıcılardır. Geribildirim ve yaptırım(müeyyide) ise bir davranışın doğal sonucudur; davranışın neye yol açtığı, hedefe ne kadar yaklaştığı konusunda ortaya çıkan bilgidir.

Yaptırım ise geribildirimin özel bir halidir. Toplum kurallarını gözetmeye yönelik kasıtlı geribildirimler kastedilir. Geribildirimde adeta yapılan bir işin sonucu hakkında bilgi verilir. Yaptırımda ise “yapmazsan yaptırırım” mantığı vardır (Dökmen,2004,s.137-138).

Ceza doğal değildir, tuhaftır, komiktir. Çocuk yemek yemiyor, bağırıyoruz(cezadır bu).Kalemle duvarı çiziyor, bağırıyoruz. Suyla üstünü ıslatıyor, bağırıyoruz. Yemek yemiyor, bağırıyoruz. Tuhaflığı görüyor musunuz?

Çocuğun davranış repertuarı zengin, bizim ki ise bir tane: hep aynı davranışı sergiliyoruz; bağırıyoruz ya da vuruyoruz. Çocuk eğer kalemle duvarı çizerse, bunun yaptırımı duvarı silmesi veya çizmemeyi öğrenene kadar kalemsiz kalmasıdır. Eğer çocuk suyla oynarsa bunun yaptırımı ıslanmaktır. (Dökmen,2004,s.138-140).

Günümüzdeki yaygın görüş, ödüle ve cezaya başvurmadan, yalnızca geribildirimle çocukların eğitilebilecekleri yolunda. Çocuklara “sıfır ceza, az ödül, bol geribildirim” verilmelidir(Dökmen,2004,s.143-144).

Küçük Ağacın Eğitimi adlı romanda, bir Kızılderili dede Küçük Ağaç isimli torununu eğitmektedir.

Küçük Ağaç’ın dedesi, torununa hiç ceza vermemektedir; ödül de vermemektedir. Zaman zaman geribildirimler vererek, davranışlarının ne işe yaradığı konusunda rehberlik etmektedir. Küçük Ağaç ise pozitif geribildirimler aldıkça kendisiyle gurur duymaktadır. (Dökmen,2004,s.147).

Dedesi bir gün yaban hindi avına gideceğini söyler. Küçük Ağaç ta heveslenir, katılmak ister. Dede “geleneklerimize göre, bir erkek hindi avına gideceği zaman, güneş doğmadan kendi kendine uyanmalıdır.

Onu kimse uyandıramaz. Eğer kendi kendine uyanabilirsen gelebilirsin” der. Küçük Ağaç o güne kadar hiç, güneş doğmadan kendi kendine uyanmamıştır. Ava gidemeyeceğini düşünerek umutsuz bir şekilde yatar. Ancak o gecenin sabahında dede, barakada gürültü yapmaya başlar.

Sağa sola vurur, çarpar, gürültüyle öksürür. Küçük ağaç gürültüden uyanır. Henüz güneş doğmamıştır. Hemen giyinip avluya çıkar. Dedesi şöyle bir bakıp “A kalktın mı?” der. Küçük Ağaç kendisiyle gurur duyarak “Evet” der. Birlikte ava giderler(Dökmen,2004,s.150).

Burada ne olmuştur? Şu galiba: dede pas vermiştir, Küçük Ağaç ise gol atmıştır. Burada iyi bir ekip/takım vardır. Şimdi sevgili ana babalara sormak isterim: gerektiğinde çocuklarımıza pas veriyor musunuz? Yoksa, sabırsızlık ederek topu ayağınıza geçirip onlar adına gol mü atmaya çalışıyorsunuz?

Eğer ödevlerini/projelerini siz yapıyorsanız, onlar adına gol atmaya çalışıyorsunuz demektir. Yok eğer ödevlerine kaynak bulmada yardımcı oluyor, neyin nasıl yapılacağı konusunda onlarla birlikte sesli düşünerek olayı sorgulamalarına rehberlik/katalizörlük ediyorsanız, onlara pas veriyorsunuz demektir.

Çocuklarımız kendileri gol attıklarında, kendilerine güvenleri artar, benlik saygıları yükselir, beceri geliştirirler, bağımsız olmayı öğrenirler. Onlara destek olmak, rehberlik etmek yerine, bir şeyleri onlar adına planladığımızda, onlar adına karar aldığımızda, kendilerine güvenmeyen, kendi ayakları üzerinde duramayan, hayat boyu sürekli birilerinin desteğine ihtiyaç duyacak bir insan yetiştirmeye başladık demektir (Dökmen,2004,s.150-151).