Sevdamızı Küstürmeyelim

90

 

Özal dönemindeydi;Hasan Celal Güzel Milli Eğitim Bakanı olduğunda “Türkiyenin artık eğitim sorunu bitmiştir” diye kendi kendime bir hükme varmıştım!. Arkadaşlarımdan bazılarının bu görüşüme katıldığı da oldu. Sevilen, sayılan ve geniş bir kadro çalışmasıyla bilinen Hasan Celal Güzel devletimizi, ülkemizi ve insanımızı öyle bir tanıyordu ki bu avantajdı. Hep üst bürokraside ve önemli yerlerde tecrübe kazanmıştı. Daha önceki TRT, Anadolu Ajansı ve Basın Yayın’dan sorumlu Devlet Bakanlığı ile de birikimini zirveye çıkarmıştı. Öyleki Hasan Ali Yücel’den sonra milli eğitimde inkılap yapan devlet adamı diye görüyorduk. Ancak Sayın Vehbi Dinçerler ile iktifa etmek durumunda kaldık.

Yıllar sonra Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu(boşanınca Baş), Ömer Dinçer Milli Eğitim’in başına geldi.Yine Muhterem Vehbi Dinçerler için “iyi ki milli eğitimde bakanlık yapmış” demekten alıkoyamadık kendimizi. Şimdi çok değerli, üretken, hayata tebessüm eden, ileriyi gören,  esprisi güçlü, enerjik, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan iktidarları dahil danışmanlık ve müşavirlik hizmeti ve projeleriyle fark edilen bir arkadaşımız Prof. Dr. Nabi Avcı aynı göreve geldi. Duamız Vehbi Dinçerler ağabeyi geçsin diye. Netice ne olur bekleyip göreceğiz.

KİTLE ULAŞIM ARAÇLARINA BAKIŞ

Benim Nabi Avcı Bey dostumdan bir talebim olacak; birikmiş yıllara dayanan özel hukukumuz ve birlikteliğimize dayanarak: eğer mevzuata, hukuka, etik yapıya, evrensel kurallara uygun ve gerekli görülürse mekteplerimize “ADAB-I MUAŞERET” dersi konulsun. Devlet adamları da aristokratlar gibi genelde kitle ulaşım araçlarına binmezler. Bir belediye veya halk otobüsü, metrobüs, banliyö treni, tramvay ve metro ile vapura bindiğinizde görülecek ki yaşı, kültürü, kimliği, görüşü ve kıyafeti ne olursa olsun hiç kimse yaşlıya, hastaya, hamileye, çocuklu hanımlara kesinlikle yer vermiyor. Özellikle öğrencilerimiz. Kızlarımız bile hemcinsleri olan kucağında çocuğu, hamile hanımlarımızı hiç ama hiç önemsemiyor. Ya arkadaşı ile sarmaş dolaş, ya telefonda konuşuyor bindiğinden bu yana, yahut çetleşiyor veya mesaj geçiyor. Dünya umrunda değil öğrencilerimizin. Bir yandan bu teknoloji dili bozuyor keyifle. En küçük örnekle teşekkür ederim tşk, merci mrs oldu.

Kitle iletişim araçlarının girişinde asılı “Yaşlılara, hastalara, hamile ve gazilere yer veriniz..ön sıralar onlara ayrılmıştır” yazısının hiç bir hükmü harbiyesi yoktur. Öyle ki Bahçelievler eski Belediye Başkanımız, Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi Başkanı aziz kardeşim Muzaffer Doğan bir gün öyle sinirlenmişti ki “Kitle iletişim araçlarındaki yazıları değiştirmek için müracaat edeceğim.. diyeceğim ki bu yazılar “İhtiyarlar, hamile ve çocuklu kadınlar, hastalar, gaziler lütfen öğrencilere yer veriniz!” biçiminde değiştirilsin. Zaten uygulama da öyle yapılıyor.”

ESKİMEZLERİN YANINA YENİ İSİM VE RESİMLER

Sayın Milli Eğitim Bakanım durum böyle..ikinci bir ricam da mekteplerimizin edebiyat kitaplarında yeni isim ve eserlere lütfen gerektiği kadar yer veriniz. Müfredatta değişiklik mi yapılır bilemem. Ancak böyle bir tasarrufun gerektiği kanaatindeyim. Necip Tosun’un bir hikayesini okudum bayıldım. Hüseyin Su da öyle. İyi ki hikaye yazıyorlar. Şerif Aydemir’i ve eserini de güzel ki  tanımışım. Gurur duydum edebiyatımız, hikayeciliğimiz adına. Neden bu ve benzeri isimler hala edebiyat kitaplarımızda yok bilmiyorum ama eksik.

Ülkemizin bir markası Ötüken Yayınevi Şerif Aydemir’in Mendilim Sende Kalsın ve Çiçekten Harman Olmaz adında iki hikaye kitabını neşretti. Benim gibi fazla öykü ile haşir neşir olmayan biri bile elinden bırakmadı, defalarca okudu her iki hikaye kitabını. Sabahattin Ali öyküleri lezzetinde iki yayın. Temayı köy olarak alırsak Sait Faik Abasıyanık’a rahmet okutur her ikisi de. Öylesine çarpıcı, dikkat çekici yerel hikayeler.

Adeta Ernest Hemingway’ın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Kemal Tahir’in, Nurettin Topçu’nun, Cemil Meriç’in, Tarık Buğra’nın, Oğuz Atay’ın, Behçet Necatigil’in, Cemal Süreyya’nın ve Selim İleri’in gömleğinden çıkmış öyküler tümü de. Her okunuşunda ayrı bir keyif yansıyor yüreğinize, dünyanıza. Sıcak üslup, sağlıklı tespit ve zengin kelime ve kültür birikimiyle Anadolu sanki bir yumakta toplanmış, iplik sarıldıkça büyüyor, kabarıyor.

HER HİKAYE BİR HAYAT

Şerif Aydemir Kırçıl Palto’daki notlarımda şöyle diyor satır aralarında: “Daha hangilerini saysam; kesimhaneden gözetimhaneye kadar hane var da düşüncehane yok!..insanoğlu nerede düşünecek bilmem ki!” derken bir sır küpünü açıyor.

“Çaykuşu, çaytaşıyla vurulur”a devam ederek 40’lı yıllarının kabusunu da hatırlatıyor “Ben devlet işinden korkarım!”, “ben öğüdü yuvamda almışım, babamdan nasihatliyim.” Bu anlattıkları ise Kadıköy veya Yeniköy’ü değil Eğin’deki köylerini ve insanlarını tarif ediyor: “Bu şehirdeki yeni yetmelerin işine aklım ermiyor bir türlü. Köylük yerde yaşayanlar, birbirleriyle hısım akraba, eş dostturlar, en azından kapı komşusudurlar işte. Her gün yüzyüze bakarlar. Her gün aynı yolu teperler, aynı çeşmeden su içerler, ayakkabılarına aynı tarlanın çamuru bulaşır.”

Nokta atışı yaparak ata sözü gibi, kelamı kibar biçiminde alıntıları sürdüreyim: “Değirmenden gelenden poğaca umar insanlar..at nallanırken kurbağa ayağını uzatmaz had hudut meselesi..dünyanın neresine giderseniz gidiniz paranın dili aynıdır..anadan deliye muska neylesin..bok böceğine gül koklatırsan böyle çatlar işte.. çingene ölüsü çalgıyla kalkar..eş olduk, yar olamadık, yanlışta yarıştık..eğer sözümüzle gelseydik, dilimiz bunca haramı yaramazdı..sen dönünce temiz yüz takarım. Çocukları aramıza alırız. Kök boyamızı sürünür, öz suyumuzda yıkanır, has unumuzu pişiririz..olmaz mı?

AĞACA VEYA DİKENE SU VERMEK

İki Saçak Güvercini’nde “Yağmurların altında, yağmurdan fazla göz yaşı döküyordu.. parayı tanımam bilmem, evde bir danam bir doluğum var..tahsildar efendi ikisini de beğenmez, beni silsin defterinden, dünya defterinden..vatan için verdiklerini devletten isteyebilir miydi? Devlet zorlasa da kabul etmezdi! Bakışların üzüm şırası gibi şerbetlenmişti..Hamdi Dayı sana yaklaştıkça babamın kokusunu çektim içime..babamın kokusu hiç küflenmemiş..hepimizin baltasını kütükten çıkardın, zoru kolay ettin..adalet nedir?Ağaca su vermek gibidir. Zulüm nedir?Dikene su vermek gibidir..hangisine su veriyorsak o gelir elimize..orada, firdevs köşkünde oturup dünyadaki Hamdi’ye dünyayı sevdirmesin..iliği kurumuş bir adamı yeniden dünya malına ısındırmasın..O’na böyle dersin tamam mı?”diyor.

Mendilim Sende Kalsın öyküsünden de birkaç satır alıntıyalım: “Kilerinin kapısını kilitlemeyen varına, gelininin örtüsünü sıkı düğümlemeyen arına güvenmesin.. hiç paylaşmamışlar mıydı bir gülücüğü ikiye bölerek? Kadir Mevlam seni bana verirse, nemize yetmiyor el kadar hasır..insan insanı sevse neler olmaz.. karanlıkta kalmış etrafını seçemiyor..eh el yordamıyla bu kadar yürünür..kimisi aşk adamı, kimisi aş adamı..sevgisi kıymık gibi yüreğine saplanmıştı.. Nazlıcan’ın karnındaki yılanlar uyandı..gürül gürül taşan merhametiyle..roman o tarafı değil insanı anlatmalı..içimde bazı duygular mı salkımlanıyordu?.Harput türküleri hasretin, Eğin türküleri gurbeti anlatır..yalnızlık donmuş düşüncelerin altını ısıtıyor onları lif lif ayırıyordu.. sesinin buğusu taze sağılmış süt gibi içine doldu.. kar dağdan inen eşkıya gibi içeri hücum etti..kısa metrajlı rüyalar tükenmişti bile..dil ile düğümleneni diş ile çözmeye kalktılar..taze sürgünler vermişti yüreği, iklimden iklime akıyordu..kızgın dumanların içine düştü.. yiğit adam, yüreğinin yangınını yüreğinde boğan adamdır..kimsenin yüreğindeki ateşten ödünç almayan, alnındaki yara izlerinin sırrıya mahşere yürüyen adamdır.”

İDRAKE GİYDİRİLMİŞ DELİ GÖMLEĞİ

Bizim Pencere Yele Karşıdır’da “Ya hafızan da gözlerin gibi tembel olmuşsa?!. Bu dünya, bu acılar, hasretler, burkulmuş sevdalar, bu ihanetler neyin nesidir?. Göğsüne külçe gibi oturmuş Mansur’un karlı dağları vardı..sen yat babaanne biz yıldız toplayacağız..herkesin ahirette sakladığı bir ışıltısı vardır belki de..”diyor bir kaç nokta ve virgülü takiben.

Şerif Aydemir bir şehir öyküsüne karşılık her iki hikaye kitabı da Elazığ köylerini anlatıyor. Belki Elazizlilerin bile unuttuğu kelimeleri, deyişleri bulmuş çıkarmış bölgeden, getirmiş sözlük sofrasına, lugatimize yeniden kazandırmış:merek, ağıl, kom, çark, kutlu kelam, gül serinliği, işlik, kiziri, toynak, bezekli eyer, kiramen katibi, tarla pıtrağı, dabaz, perverde, börtmüş, gerneşmek, tevek, ibop kuşu, fizar, dink, humar, esrik, yolak, haşil, ekirek düzü, küflü alaf, gerneş vs.

Şerif Aydemir’in öykü kurgusu ve olaya bakışı, akıcı, diri Türkçesi; kullandığı eskimez kelime ve kelamı kibarlarla daha da çekici olmuş, al benilik bulaşmış hikayelere, zengin dilimizi hatırlatmış. Tercihini romandan yana kullanan benim gibi mürekkep yalamışlara öyküyü öyle bir sevdirmiş ki, her kitabı en az üç defa okudum, yine de o serinliği içimde duymak, idrakimize giydirilmiş deli gömleğini çıkarmak için, sil baştan yeniden okuyacağım.

İşte böyle Sayın Nabi Avcı, Aziz Bakanım.

 

Bir adabı muaşeret dersi talebim var sizden, bir de edebiyat kitaplarımızda eskimezlerin yanında yenilere de, hatta her yeniye yer verilmesi hususu. Yani insana yatırım tek kelime ile. Saçı ve bıyığı ağarmış çehrelerimizle bu sevdamız daha da artıyor. Minnet ve şükran borçlu olduğumuz Vehbi Dinçerler iyi ki varlar, iyi ki önden gitmişler. O’nu takip edenlerin can suyu da aynı kaynaktan, aynı pınardan.