Şeriatçılık ve Ahlak

98

 

Yıllardır üzerinde durduğumuz ve tartıştığımız bir konu var.

Şeriat nedir? Şeriatçı kimdir?

Geçenlerde genç bir kardeşimiz bana “abi sen şeriatçı mısın?” diye bir soru sordu.

Böyle bir soruya ara sıra sadece ben değil çevremde başka kişilere de sorulduğuna şahit oluyorum.

Şimdi bu soruyu cevaplandırmadan önce bazı konuları açmak gerekiyor.

Ondan sonra soruyu yanıtlayacağım.

Öncellikle “şeriat nedir?” sorusunu cevaplamamız gerekiyor.

Bundan bir kaç sene önce bir arkadaşımızla sohbet ederken konu şeriata geldi.

Kendisine “peki şeriat nedir?” diye sorduğumda “şeriat hırsızların eline kesmektir.” dedi.

Yani arkadaşımızın gözünde şeriat “devletin suç işleyenlere ceza uygulamasıdır.”

Ona göre şeriat = ceza demektir.

Fakat İslam Tarihine, sosyolojiye, psikolojiye, toplumların kültürlerine baktığımızda karşımıza başka bir şeriat olgusu çıkıyor. Her dinin kendi şeriatı vardır.

İslam’ın da şeriatı vardır.

Fakat İslam şeriatıyla yönetilen devletlere baktığımızda karşımıza değişik İslam şeriatı uygulamaları çıkıyor.

Bugün şeriatla yönettiklerini söyleyen Suudi Arabistan’da ve İran’da çok farklı şeriat uygulamaları var.

Peki, şeriatla yönetilen bu iki ülke  ilimde, fende, bilimde, sanatta, sosyal devlette Dünya’nın en ileri ülkeleri mi?

Değiller!

Peki neden?

İslam şeriatıyla yönetilen bir ülke nasıl olur da Dünya’nın süper devleti olamaz?

Bunun cevabı şeriatın tanımında.

Diyanetin yayınladığı İslam Ansiklopedisinde şeriat “İslâm’a ait dinî, ahlâkî ve hukukî hükümler bütünü”  olarak tanımlanır.

 

İşte sosyoloji, psikoloji, kültürel antropoloji gibi ilimler  bu tanım içinde “ahlakla” ilgilenir.

Sosyolojiye göre şeriatın amacı  İYİ AHLAKLI OLMAKTIR.

Dolayısıyla dini açıdan da şeriatın gayesi toplumun ahlakını güzelleştirmektir.

O nedenle İslam Dinine göre ahlakı iyi olan kişi  EN İYİ ŞERİATÇIDIR!

Konuyu biraz daha açalım.

Müslümanın namaz kılması, oruç tutması kendisi ile Allah (c.c.) arasındadır.

Müslüman namaz kılmıyorsa bana bir zararı yoktur.

Topluma da zararı yoktur.

Ama ahlakı kötü ise bana da, topluma da zararı vardır.

Şeriat topluma ait bir olgu olduğuna göre kötü ahlaklı insanlar topluma ve dolayısıyla şeriata zararlı insanlardır.

Bunu bir örnekle anlatmaya çalışayım.

Takkeli, cübbeli olmak şeriat için çok önemli değildir.

Şeriat kılık kıyafete bakmaz. Ahlaka bakar.

İki adam düşünelim.

 

Biri takkeli, cübbelidir!.

Ama aynı zamanda namussuz, sahtekar, dolandırıcı, yalancının tekidir.

Diğer adam sakalsız, bıyıksız, kravatlı gezen biridir

Ama ahlakı güzel, yardımsever, dürüst, yalan konuşmayan, güvenilir biridir.

İşte şeriatın istediği adam o sakalsız, bıyıksız, kravatla gezen adamdır.

Çünkü topluma faydalı olan kişi bu adamdır.

Aslında ne demek istediğimi Ak Partili arkadaşların çok iyi anladığını sanıyorum.

Çünkü daha düne kadar namazında, niyazında, şeriatçı deyip toz kondurmadıkları cemaat mensuplarıyla daha sonra kanlı bıçaklı oldular.

Bu iki namazında, niyazında, şeriatçı grup sonradan birbirlerini hainlikle ve AHLAKSIZ OLMAKLA suçladılar.

 

Darbe girişiminden sonra hükümet bir çok cemaat mensubu insanı göz altına alıp tutuklamaya başladı.

Bu tutukladıkları insanların hemen hemen hepsi namazında, niyazında insanlardı.

Tutukladıkları bayanları çoğu başörtülü ve tesettürlü hanımlardı.

Ama demek ki neymiş?..

Şeriatçı olmak için namaz kılmak, oruç tutmak, hatta “ben de şeriatçıyım” demek yetmiyormuş!..

AHLAKLI OLMAK gerekiyormuş!..

O nedenle şeriat  ahlaklı insanlarla yücelir.

Ahlaksız insanlar şeriata zarar verir.

Şeriat ahlakı güzel insanları sever.

Ahlakı kötü insanları sevmez.

Sevmediği için de onlara ceza verir.

Verir ki pişman olup tövbe etsinler.

Ve AHLAKLI İNSAN olsunlar.

Bir Allah dostu “namaz beş vakit, ahlak ise 24 saat farzdır.” demiş.

Bir bakıma şeriatın tarifini yapmış.

O nedenle eğer islam ahlakıyla ahlaklanırsanız kol, bacak, kafa kesmenize gerek kalmaz.

Zaten şeriat da kafa, kol kesmek için değil insanların huzurlu ve mutlu olması için gönderilmiştir.

Şimdi bu örneklerden yola çıkarak benim takkeli, cübbeli insanları kötülediğim anlaşılmasın.

Ben sadece şekilciliğe dikkat çekmek için bu örnekleri verdim.

Yani dindarlık şekilcilikle değil ahlakla olur.

İnsanlarda ahlak güzel olursa yöneticiler de ahlaklı olurlar.

Yöneticiler ahlaklı olursa devlet de sosyal devlet vazifesini en güzel şekilde yerine getirir.

Geçenlerde Dr. İbrahim Kahraman Bey bana bir bilgi gönderdi.

Bu bilgiyi Prof. Dr. Hasan Doğan Bey de bir konuşmasında kullanmış.

Şimdi bu araştırmaya baktığımızda ellerimizi başımızın arasına alıp ciddi cddi düşünmemiz gerekmiyor mu?

 

Bizler nerede hata yapıyoruz?.

 

En son ve mükemmel din olan İslam’ın yaşandığı ülkelerde bu huzursuzluk ve mutsuzluk neden?

İslam şeriatıyla yönetildiğini söyleyen ülkeler neden Dünya’ya hakim değil.

Neden ekonomik, askeri ve siyasi olarak Hrıstiyan devletlerin gerisindeler?..

Aşağıda eski Avustralya Başbakanı Julia Gillard’ın bir konuşması var.

Ateist olduğunu söyleyen bu kadının tespitini ve bu tespiti neden yaptığını düşünerek okuyun lütfen.

Ateistliğine takılmayın.

Kadının son cümlesine dikkat edin lütfen!..

“Biz size kaybettiklerinizi geri verdik” diyor.

Bu kaybettiklerimizin neler olduğunu sizlere bırakıyorum.

Ben sayarsam eksik saymış olabilirim.

O nedenle en baştaki sorunun cevabına dönelim.

“Abi sen şeriatçı mısın?”

 

Evet ben şeriatçıyım.

Ben İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin sadece fıkhi fetvalarındaki gibi değil,

aynı zamanda İslam’ı yaşayışındaki güzel ahlakı, dürüstlüğü,

zamanın sultanlarına hakkı söyleyerek mertçe karşı gelişi,

ve ölümü göze alarak dik duruşu gibi şeriatçıyım.

Ben İmam-ı Azam’ın akaid ile ilgili bilgilerini sistemleştirip halka sunan,

akıl ve bilime önem veren İmam Maturid’i hz.leri gibi şeriatçıyım.

Ben Buhara, Semerkand, Taşkent gibi Türklüğün merkezlerinde hayat bulmuş olan tasavvufun,

ve bu tasavvufi anlayışın büyükleri Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Şahı Nakşibend, Yunus Emre, Ahi Evran’lar gibi şeriatçıyım.Ben Selçukludan önce Anadolu topraklarına akınlar düzenleyip ahlaklarıyla, adaletleriyle İslam’ı yayan Horosan Alperenleri gibi şeriatçıyım.

Örnekleri daha da artırabilirim

Benim saydığım bu şeriatçılıkla Suudi ve Farsların şeriatçılığı aynı değildir.

Çünkü İslam Hukukunda fer’î yâni ikinci derecede delîller örf ve adetlerdir.

İslam nizamı içersinde Türk örf ve adetleriyle yetişmiş bir neslin şeriatçılığıyla Suudi ve Fars şeriatçılığı farklıdır.

Tarihte de görüleceği gibi Suudi ve Fars şeriatçılığı hiç bir zaman Dünya’ya hakim olamamıştır.

Büyük Türk İslam Alimi İmam Maturidi hz.lerinin öğretisi olan,

ve Türk kültürüyle yoğrulmuş, akla, bilime, düşünmeye önem veren şeriatçılık anlayışı Dünya’ya hakim olmuştur.

Bu anlayışı yaşayan ve uygulayan Türkler Dünya’ya İslam nizamını yayıp yönetmişlerdir.

Türklerin bu şeriatçılık anlayışıyla insanlar mutlu, huzurlu ve güven içinde olmuşlardır!

Çünkü Türklerdeki şeriatçılık anlayışı tasavvufi kültürden dolayı sevgi, saygı, hoşgörü ve özgürlükler üzerinedir.

Hiç bir zaman baskı, zulüm ve korkutma üzerine bir şeriatçılık anlayışıyla hükmetmemişlerdir.

Onun için itikattaki mezhep imamımız İmam Maturidi hz.lerini özellikle gençlerimize çok iyi anlatmalıyız.

İslam itikadı sınırları içersinde Türk kültürüne, örf ve adetlerine sahip çıkmalıyız.

O nedenle benim gözümde ahlakı en güzel olan kişi en iyi şeriatçıdır.

Giyinişi, kıldığı namazları, tuttuğu oruçları, hatta “ben şeriatçıyım” demesi beni ilgilendirmez.

Ben yaşantısına ve ahlakına bakarım.

 

Tabi bunları söylerken de şu yanlış anlaşılmaya mahal vermeyelim.

“Efendim benim ahlakım güzel, namaz kılmama, oruç tutmama veya hacca gitmeme gerek yok” denmesin.

 

Şeriat Bir Bütündür.

Bu bütünlük içinde itikadi ve fıkıh hükümler de vardır.

O nedenle bazı yerlerde Şeriat ve Din aynı anlamda kullanılmıştır.

Biz sadece bu hükümleri uygulamak için ahlakın önemine dikkat çekmek istedik..

Konuyu Hz. Ömer (r.anh) efendimizin sözleriyle bitirelim.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-‘ın firâset ve incelik dolu şu ifâdeleri, ne muhteşem bir nasihattir:

“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete riâyet ediyor mu, dünya ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu, ona bakınız.” (Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, VI, 288; Şuab, IV, 230, 326)

Bu sözlerin üzerine başka söz söylenmez artık.

İyi çalışmalar.