Sencer, Sultan Melikşah’ın oğlu olup, 1086 yılında Sincar’da doğdu. Babası Sencer’e küçük yaştan itibaren iyi bir eğitim, ilim ve terbiye aldırmıştı. Devlet idaresini, babasının ölümü üzerine Sultan olan ağabeyi Berkyaruk’un, daha sonra da Sultan olan diğer ağabeyi Muhammed Tapar’ın yanında devlet hizmetinde bulunarak öğrenmişti. Ortaya çıkan isyanları bastırdı. Yapılan fetihlerde gösterdiği başarılar nedeniyle kendisine Horasan Melikliği verildi.
Ağabeyi Sultan Muhammed Tapar ölünce küçük yaştaki oğlu Mahmud devlet Erkanı tarafından Sultan ilan edildi. Sencer, yeğeni Mahmud’un Sultanlığını kabul etmedi ve kendisini Horasan’da Sultan ilan etti. (18 Haziran 1118) Daha sonra 14 Ağustos 1119’da amca-yeğen arasında yapılan savaşta Sencer galip geldi ve Selçuklu Sultanı oldu.
Sultan Sencer, Gazne ve Gurlular üzerine fetihler yaptı ve zaferler kazandı. Irak, Azerbaycan, İran, Harez, Afganistan ve Kaşkar’da hakimiyet kurdu. Uzun süren Sultanlığı döneminde saltanat mücadeleleri ve fetihlerle uğraşarak devlet düzenini yeniden tanzim etti. Kendisine Sultan-ül-a’zam unvanını aldı.Sultan Sencer kırk yıllık saltanatı boyunca daha çok doğu cepheli siyaset güttü. Bunda da başarılı oldu. Halkı refah içinde yaşadı.
Sultan Sencer alimlere, şairlere, sanatkarlara da çok önem verirdi. Allah adamlarının yanında bulunmaktan hoşlanır, onların nasihatlerini can kulağı ile dinlerdi. Ünü günümüze kadar gelen İmam-ı Gazali Hazretleri Sencer devrinin en büyük alimlerindendir. Sultan’ın imam Hazretleriyle münasebetleri çok iyiydi. Kendisine yapılan şikayetleri sabırla dinler, adaletle yerine getirirdi.
Sultan Sencer, devlet ileri gelenleriyle, gezerken, karşısına aniden perişan kıyafetli bir derviş çıkar. Sultanın önüne geçip, Allah’ın lütuf ve nimetlerine karşı şükretmesini hatırlatır ve nasihat etmeye başlar. Sultan Sencer dervişi dinledikten sonra “Neyin şükrünü nasıl yerine getirmeliyim?” diye sorunca derviş:
“Allah’ın senin üzerinde birçok lütuf ve ihsanları var, ama bunlardan on tanesi çok önemlidir. Önce onların şükrüne eda etmelisin!” deyince sultan:
“O on nimeti anlatır mısın?” dedi. Dervişte anlatmaya başladı:
“O halde beni can kulağıyla dinle:
1. Saltanatın şükrü, adalettir. Bir hükümdar adil olduğu nispette değer kazanır.
2. Geniş bir mülkün şükrü, halkın malına, ırzına ve şerefine göz dikmemektir. Milletinin malına ve ırzına göz diken, onların haysiyet ve şerefiyle oynayan Sultan, felaket çığırını açan bir bedbahttır.
3. Baş olmanın şükrü, halka inanarak hizmet etmek, onların huzurunu sağlamak ve haklarını korumaktır.
4. İkbal ve saadetin şükrü, fakirlere acımak, kimsesizlerin elinden tutmaktır.
5. Beytül malın, zenginleşmenin şükrü, onu sadece hak edenlere ve lüzumlu yerlere harcamaktır.
6. Kudret ve izzetin şükrü, zavallıları ve güçsüzleri yerine göre bağışlamaktır.
7. Güçlü bir orduya sahip olmanın şükrü, onların ezici kuvvetini milletin selameti, devletin bekası, din ve devlet düşmanlarının kahredilmesi yolunda kullanmaktır.
8. Ülkenin bayındır hale gelmesinin şükrü, halkın sosyal haklarını gözetmek, iş sahasını genişletmektir.
9. İlim ve maarifin şükrü, ahlaklı, terbiyeli ve bilgili nesil yetiştirmektir.
10. Beden ve ruh afiyetinin şükrü, günlük ibadeti kusursuz yapmak, Allah adına konuşmak, O’nun adına alıp-vermek, O’nun için sevmek ve sevmemektir.” dedi.(1)
Sultan Sencer bu on öğütten çok memnun kaldı. Altın bir levha üzerine yazdırıp sarayın dikkat çeken bölümüne astırdı.
Sencer zamanında Selçuklu devlet teşkilatı çok güçlendi. Horasan ilim merkezi haline geldi. İslam dünyasına ve Anadolu’ya devamlı şekilde din ve ilim adamı gönderen bir yer oldu.
Sultan Sencer döneminde Bizans İmparatoru, Anadolu’daki Müslümanlar üzerine zaman zaman saldırılarda bulunuyordu. Meyyafarik’in bölgesi halkının üzerine askerler gönderip, şehri harap ve talan ediyordu. Şehirdeki elli bin kadar kadın-erkek Müslümanı esir aldı. Esir olan bu Müslümanlar da maruz kaldıkları Bizans zulmünden ve istilasından kurtarılmaları için Sultan Sencer’e bir Feryatname göndererek yardım istediler. Sultan Sencer de bu mektubu alınca hemen ordusunu harekete geçirdi ve Bizans İmparatoruna bir mektub gönderdi.
Daha önemli bir mektubu da yüzyıllar öncesinden Peygamber efendimiz, o zamanki Bizans İmparatoru Herakliyus’a yazıp göndermişti.
Hz. Peygamberimiz 628 yılı mart ayında Mekkeli müşriklerle Hudeybiye Antlaşması yapmış, Medineli Müslümanlarla Mekkeli müşrikler arasında geçici bir barış dönemi başlamıştı. İşte bu dönemde İslamiyet’i barış yoluyla insanlar arasında yaymak, peygamberliğini duyurmak için yarımada dışındaki komşu devletlerin hükümdarlarına ve kabile reislerine İslam’a çağrı mahiyetinde davet mektupları yazdı ve elçilerle gönderdi.
Hz. Muhammed’in davet mektubu gönderdiği hükümdarlar arasında Bizans İmparatoru Heraklius, İran Kisrası Hüsrev Perhiz, Mısır Kralı Mukavkıs, Habeş Necaşicisi, Gassan Emiri, Umman ve Bahreyn taraflarındaki bazı Arap kabile reisleri bulunmaktaydı. Bu devlet başkanlarıyla diplomatik münasebetler kurmaya çalışmış, İslam dinini yaymak için, iyi ilişkiler kurmaya başlamıştı. Çünkü Hz. Peygamberimiz yalnız Arap yarımadasındaki Arap kabilelere değil, bütün insanlığa Müslümanlığı yaymak için gönderilen peygamberdi.
Peygamber efendimiz, Hıristiyanlara yazdığı tebliğ mektuplarında Kur’an da geçen şu ayete göre hareket etmiştir.
De ki: “Ey kitap ehli bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim. O’na de ki: Ey kendilerine kitap verilenler, gelin aramızda ortak bir kelimede birleşelim, Allah’tan başkasına tapmayalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’tan başka kimimiz kimimizi Rab edinmesin!” Eğer bundan yüz çevirirlerse, “bizim gerçekten Müslüman olduğumuza şahit olun!” deyin. (Ali İmran 64)
Peygamber efendimiz o sırada Bizans İmparatorluğunun başında bulunan Heraklius’a Dihyet el Kelbiyu adlı elçi ile bir mektup gönderdi. Elçinin Bizans İmparatoruna teslim ettiği mektupta Peygamber efendimiz şöyle diyordu:
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla!
Allah’ın kulu-kölesi ve elçisi Muhammed’den Rumların Başbuğu Heraklius’a:
Allah’ın selamı, hidayet yoluna girmiş bulunan kimse üzerine olsun. Buna göre ben seni tam bir İslam davetiyle (İslam’a) çağırıyorum. İslam’a gir, sonunda emniyet ve selamet içinde olursun. Ve Allah sana iki defa sevap verecektir, şayet bundan kaçınacak olursan, köylülerin (yani tebaanın) günahları da senin üzerinde toplanacaktır. Ve “(siz) ey (mukaddes) Kitap sahipleri! Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek olan bir tek kelimede, (yani) Allah’tan başka bir tanrıya tapmamak, O’na hiçbir şeyi şerik ve ortak koşmamak, Allah’tan başka aramızdan hiçbir kimseyi amir ve efendi yapmamak (hususunda) birleşelim. Şayet onlar sırtlarını dönüp (bundan) kaçınacak olurlarsa şöyle deyiniz: “siz şahit olunki kesinlikle bizler, (Allah’a) itaat edip teslim olan Müslümanlarız.” ( 2 )
Gönderdiği bu mektubunda Yüce Allah’ın tek ilah olduğu, asla ortağı olmadığı bildirilmiş, Kur’an ayetini aktararak Allah’ın emrettiğinin yerine getirilmesini istemiş, etkileyici ve ılımlı bir üslup kullanmıştır.
Peygamberimiz gümüşten bir mühür yaptırmış, üzerine “Muhammedün-Rasulüllah” cümlesini yazarak mühürlemiştir. Hz. Ebubekir döneminden başlayarak Bizans İmparatorluğunun yönetimindeki Ürdün, Kudüs, Filistin, Suriye, Mısır gibi önemli yerlerin tümü fethedilmiş, buradaki halklar zamanla Müslümanlığı kabul etmişlerdir.
Çeşitli hükümdarlara gönderilen bu tebliğ mektuplarından bir kısmının orjinalleri günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Peygamber efendimizin bu mektubu 13. Asırda Heraklius soyundan geldiğini söyleyen Kastilya Kralı VII. Alphonse’un Sarayında ortaya çıkmış, Napolyon’un İspanya’yı işgalinde Fransa’ya götürülmüştür. Daha sonra son sahibinden Ürdün Kralı Hüseyin bu kıymetli vesikanın Ürdün’e dönmesini sağlamıştır.
Peygamber Efendimizin Bizans İmparatoruna mektubundan sonra tekrar Sultan Sencer’in Bizans İmparatoruna yazdığı mektuba dönelim.Sultan Sencer Bizans zulmünden kaçan ve mağdur olan Müslümanların yardım istemesi üzerine Bizans İmparatoruna şu mektubu gönderdi:
“Duyuldu ki, Müslüman memleketlerine taarruzda bulunup, zulüm ile onların bazılarını esir edip, bazılarını da kılıçtan geçirmişsin. Mallarını yağmalamış ve şeytanın verdiği gururla neticeyi düşünmemişsin. Sevgili Peygamberimiz, Allah-ü Teala’nın emriyle Hakkı aşikare kıldı. Bütün Alem karanlıkta iken, Allah-ü Teala’nın inayetiyle, kısa bir zamanda bu Dinin eserleri her tarafa yayıldı, doğu ve batıya ulaştı. Dört büyük halife zamanında Anadolu’da (Rum diyarında) ve Ebhaz’da bulunan eserleri görüldü, İslam ehlinin eli oralara ulaştı. Karşı gelenler kahr ve perişan oldular. Kaç kere ordu kurup mukavemet ettilerse de muvaffak olamadılar. Ayet-i Kerimede meale; “(Kafirler) ağızlarıyla (sihirdir, şiirdir, kehanettir gibi sözlerle) Allah-u Teala’nın nurunu (dinini) söndürmeye yelteniyorlar. Halbuki Allah-ü Teala, kafirler hoş görmese de, kendi nurunu tamamlayıcıdır.” (Saf Suresi:8) buyrulduğu gibi tarihin her devresinde böyle hadiseler olmuştur.
İslam’a düşmanlık eden Ermeni, Rum ve Islavların, kılıçlarımızdaki kanları henüz kurumamıştır. Elhamdülillah ki, bugün kuvvetimiz ve askerimiz eskiye nazaran daha çoktur. Her memleketi bizim bir oğlumuz veya naibimiz idare etmektedir. Irak, Arabistan, Şam, Magrip vilayeti, Mısır ve Havalisi de bizim idaremiz altındadır. Bu memleketleri Rum diyarına kadar zapteddik. Bu vakitte, Maveraün Nehr ve Türkistan’daki naibimizin vefat ettiğini, oraların Maçin’e kadar başsız kaldığını haber aldık. Oraları düzenlemeyi ve yeni naib tayin etmeyi düşünüyorduk. Esirlerin yardım isteyen mektubunu okuyunca, derhal Rum tarafına döndük ve şu kararı verdik:
O tarafa gelelim, hiçbir tarafta durmayalım ve Meyyafarikin’e ulaşalım, İslam’ı ve Allah-u Teala’nın hakkı için, Rum Kayseri bütün esirleri en iyi şekilde salıverip, İslam memleketlerinden aldıklarını tamamiyle geri vererek özür dilemezse, emredelim ki; bütün Rum kapısına kadar olan memleketlerde bulunan Hıristiyanların hepsini kılıçtan geçireler, bütün kilise ve mabetleri yerle bir edeler. Yine emredelim ki; doğudan batıya kadar, denizde ve karada Sind, Hint, Türk ve Acemlerden büyük orduları Rum tarafına göndereler. Onların çokluğundan sahralardaki hayvanlara, havadaki kuşlara yer kalmaya ve bundan sonra da Büklümüzü (baş şehrimizi) Konstantiniyye yapalım ve Rum askerlerinden büyük küçük kimseyi hayatta koymayalım. Bütün Rumları, idarecilerinden ve askerlerinden mahrum kılalım. Allah-ü Teala’nın yardımıyla, İslam milletinin şiarı olan mescid ve minber, Rum’un kalbinde yer ede…
Allah-u Teala’nın izzet ve celaliyle, peygamberlerin serveri Muhammed Aleyhisselam hürmetine ve Şehit Sultan Melikşah hakkı için söz veriyorum ki; eğer bu emrettiğim şekilde esirlerin hepsi vatanlarına ve memleketlerine ulaşmazsa; bir tek çocuk bile geri kalırsa bu yazdığım şeylerin hepsini yerine getireceğim ve Alemlere ibret olarak bırakacağım. Meyyafarikin’den itibaren Konstantiniyye’ye kadar hiçbir yerde durmayacağım.”(3)
Bizans imparatoru mektubu alınca derhal Müslüman esirleri serbest bıraktı. Ayrıca da Sultan Sencer’e çok kıymetli hediyeler göndererek gönlünü kazanmaya çalıştı.
Sultan Sencer 91 yaşında 29 Nisan 1157 yılında vefat etti. Merv’de kendi yaptırdığı türbesine defnedildi.
HAYAT YAYINEVİ.
1-3-Türk Sultanları-Türkiye Gazetesi Yay.-İst.2005-S.369-372 Arası
2-M. Asım KÖKSAL – İslam Tarihi -Şamil Yayınevi. 1981. İst. Cilt.7- S.47
2-Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ (Müşavir)-Heyet-Doğuştan Günümüze İslam Tarihi – Çağ Yayınevi. İst. 1986- Cilt 1-S.503