Van Gölü’nün kıyısındaki Selçuk şehri Ahlat’ta yedi bin mezar taşı bulunmaktadır. Ancak günümüze kadar dört bin mezar taşı kalabilmiştir. Şu anda, korunmaya, bakıma, sunuma muhtaç, garip şekilde sahiplerini beklemektedir. Bu mezar taşları 11. ile 15. Yüzyıldaki Selçuklu Türklerinin hayatlarının kayıtlarını tutmaktadır. Bu taşlar Selçukluların hikayesini anlatır. Doğudan batıya yolculuğun tarihi birer delilleridir. Aynı zamanda bu taşlar Orta Asya’daki Orhun anıtları ile bağlantılı olup aynı dili, aynı ruhu taşımaktadırlar. Bu şehir, bu bölge Müslümanlarla Hıristiyanların kaynaştığı, buluştuğu bir yerdir. Bu mezarda sarıklı, cübbeli, sakallı, kılıçlı bir Selçuk beyinin yanında Hıristiyan azizinin de olduğu işlenmiş taşlar bulunmaktadır. Bu manzara önemli tarihi bir gerçeği ve olayı ortaya koymaktadır. Hıristiyanların Selçuklu hükümranlığını kabul ettiklerini, sadık ve tabi olduklarını, ona hizmet ettiklerini göstermektedir.
Selçuklu Türklerinin başarısının sırrı savaş değil barıştı. Adaletleri insanları çekmiş, hoşgörülü olmaları, yaklaşımları, farklı etnik grupların bir arada yaşamalarını sağlamıştır. Hıristiyan topluluklarla kurdukları dostluklar, ticari antlaşmalar, evlilikler fetheden ile fethedilen arasındaki sınırı kaldırmış barış içinde yaşamalarını sağlamıştır.
Bizans imparatorluğu Müslüman topraklarına çok rahatsızlık verdiği gibi kendi idaresindeki yerli halka da kötü muamelede bulunuyor, zulme varan baskılar uyguluyordu. Selçuklular Anadolu’ya akınlar düzenlediklerinde fethettikleri bölgelerde ahaliye saldırarak öldürme, yağma ve tahribatta bulunmadı. Adaletle muamelesi, zalimleri ortadan kaldırması, can, mal, ırz emniyetini sağlaması bölge halkının Selçuklu idaresine karşı ilgisini artırdı.
Bizans İmparatoru Romen Diyojen iki yüz bin kişilik ordusu ile Malazgirt Savaşı öncesi Sivas’a geldiğinde bölgedeki Ermeni Prenslerini ve ahalisinin çoğunu öldürmüş, mallarını yağmalamıştı. Hem mezhep baskısı nedeniyle, hem de Ermenilere yaptığı bu kötü muamele ve zulüm karşısında kırgın ve kızgın olan Ermeni kuvvetleri Malazgirt Savaşı esnasında Bizanslılardan ayrılıp muharebe meydanını terk etti. Daha sonra savaşı Türklerin kazanması sonucu Ermeniler bayram sevinci yaşadı.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra Sultan Alparslan da Bizans idaresi tarafından Orta Anadolu’ya sürülen Ermenilerin yurtlarına dönmelerine izin verdi. Ermeni kralının başkenti Lori’ye dönmesine müsaade etti. Ayrıca daha önemlisi Sultan Alparslan Ermeni Kralı Davidoğlu Kirvike’nin kızı ile evlenip akraba oldu. Böylece Ermenilerle uzun zamana dayalı sulh ve dostluk kurdu.
Gürcistan Kraliçesi Thamara da, Selçuklu ülkesine bir ressam göndermiş, şehzadelerin resimlerini yaptırmış, şehzadelerin arasından Süleyman Şahı beğenmiş, Sultan II. Kılıçarslan’a da mektup yazarak oğlu ile evlenmek istediğini belirtmiştir.
Keza Süleyman Şah (1196-1204) Selçuklu Sultanlığını I. Gıyaseddin Keyhüsrev’den alması üzerine I. Gıyaseddin de Konya’yı terk ederek gurbet hayatına başlamış (1196-1205) Ermeni Krallığında, Elbistan Melikinde, Malatya’daki kardeşi Muizeddin Kayserşahta, Ahlat Şahında ve nihayet Bizans İmparatoru III. Alexios’un yanında misafir kalmıştır. I. Gıyaseddin Keyhüsrev Bizans imparatoru tarafından çok iyi karşılanmış, kendisine maaş bağlanmış, ayrıca önemli Bizans komutanının kızı Mavrozomes’le evlenmiştir. Daha sonra Süleyman Şah’ın ölümü üzerine Selçuklu Sultanı olan I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1205-1211), Bizanslılarla akrabalığını ve dostluğunu sürdürmüştür.
Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev Anadolu için önemli bir ithalat ve ihracat merkezi olan Antalya’yı kuşatmıştı. Fetih gecikiyordu. Antalya da ki Rumlar Latin idaresinde yaşamaktansa Türklerin idaresine girmeyi tercih ederiz diyerek Sultana gizlice haber gönderip şehri ele geçirmesini istediler. Selçuklular sonunda şehri Rumların yardımı ile ele geçirdi.
Yine Gürcistan Kraliçesi Rosu’dan Selçuklu Devletiyle akrabalık kurmak için Sultan Alaaddin Keykubat’a (1220-1237) haber yollamış, Sultan da bu haberi aldıktan sonra Kraliçenin dünürlük hususundaki dileğinin kabul etti ve Kraliçeninin kızını oğlu Gıyaseddin Keyhüsreve alarak dostluk ve akrabalık kurdu. Bundan sonra da Gürcü ülkesine saldırıdan vazgeçildi.
Daha sonra Osmanlılar zamanında ise Ermeni cemaati İstanbul’da mevcut değilken Fatih Sultan Mehmet tarafından Anadolu’dan getirilip İstanbul’a yerleştirilmiş, Katolik Ermenilerin patriklik kurmalarına izin verilmişti.
Selçuklu idaresinin adaleti, güven ve barış sağlaması ve akrabalıkları, onlarla yakın dostluk kurmaları Hıristiyanlara huzur ve refah getirmişti. Milli ve dini hayatlarını emniyet ve güven içinde yaşıyorlardı.
Tarihimizdeki Muhteşem Mektuplar adlı kitabımdan Anadolu’da milli birliği ve huzuru sağlayan II. Kılıçarslan’ın çok yakın dostluk kurduğu Mar Barsuma Süryani Patriği Mihael’e yazdığı mektubu size sunacağım. Sultan II. Kılıçarslan, Süryani Patrikiyle yakın, sıcak bir dostluk kurmuş, muhabbete dayalı bu ilişkiye dayanarak devletinin daimi yaşaması için ondan dua istemiştir. Mektubumu ve hikayesini sizlere anlatmak istiyorum.
II. Kılıç Arslan, I. Kılıç Arslan’ın torunu ve I. Mesud’un oğlu olup, Türkiye Selçuklu Devletinin beşinci Sultanıdır. Babasının zamanında Elbistan Meliki oldu ve Haçlı seferlerine katılarak başarılar elde etti. Maraş, Göksun ve Antep’i ele geçirdi. Babası Sultan Mesud’un ölümü üzerine 1155 yılında Konya’da tahta geçti. Ülke içinde sukuneti sağladı ve komşu Türk beyleri ile iyi ilişkiler kurdu. 1156 yılında Ermenistan’a sefer düzenleyip burayı hakimiyeti altına aldı. 1176 yılında İmparator Manuel’in Bizans ordusunu yenerek Eskişehir’e kadar ilerledi. Darende, Kayseri, Malatya’yı Danişmentlilerden alarak 1178 yılında bu beyliği ortadan kaldırdı. 1180 yılında Bizans İmparatoru Manuel’in ölümü üzerine Eskişehir Uluborlu ve Kütahya çevrelerine kadar ilerledi. 1182 yılında Denizli civarına kadar ulaşıldı. 1183 yılında Antalya üzerine sefer düzenleyip Silifke fethedildi. 1183 yılında İmparator Alexios ‘un ölümü üzerine Bizans’ta taht kavgaları başladı. 1118-1143 yıllarında Bizans İmparatoru olan Dioannes Komnenos’un oğulları sultan Kılıç Arslan’dan yardım istedi. Kırk bin kişilik ordu gönderen Kılıç Arslan taht kavgaları sırasında devletin sınırını Ege Denizine kadar ulaştırdı. Yapılan birçok akın ve seferlerde Bizans şehirleri kendi istekleri ile de Türk hakimiyetine girdi.
Sultan Kılıç Arslan yapmış olduğu fetihlerle, elde ettiği başarılarına Malatya Mar Barsuma Süryani Patriği Mihael’e gönderdiği bir mektupla bildirdi. Sultan, Süryani Patriğe gönderdiği mektubunda şöyle diyordu:
“Ermenistan’ın, Suriye’nin ve Kapadokya’nın büyük Sultanı Kılıç Arslan’dan; devletimizin zaferinden sevinç duyan, Mar Bar Savuma Manastırında zaferimiz için dua eden, dostumuz Patrik’e: dualarınız sayesinde Tanrının devletimize coşkunluk verdiğini kabul ve sizi takdir ediyoruz. Aslında Bizans İmparatorunun yeğeni, ünlü Alaşehir’den ayrılarak çocukları ile birlikte gelip bizi buldu. Yüce tahtımız önünde bize itaat etti. Biz kendisiyle kırk bin kişilik asker gönderdik. Bunu öğrenen hasımlarımız kalabalık halinde toplanarak savaşmak üzere geldiler. Tanrı, zaferi bizim askerimize nasip etti. Kuvvetlerimiz onların peşine takıldı, devletimizin korku ve telaşa düşmüş olan düşmanlarını ortadan kaldırdılar. Öyle ki düşmanlarımız bir daha uzun zaman bellerini doğrultamayacaklardır. Bu sebeple askerimiz büyük Diadion Kalesini ele geçirdiler. Ve buradan deniz sahillerine kadar yerleri devletimizin iradesine tabi kıldılar. Biz, Türklere hiç ait olmamış topraklarda devletimizin kanun ve töresi uyarınca hükmetmekteyiz. Biliyoruz ki, Tanrı bütün bunları bize, senin duaların ile bağışladı. Senden devletimiz için duayı kesmemeni istiyoruz. Sağlıkla kal.”(1)
Mücadeleli, uzun ve başarılı bir saltanat hayatından sonra yaşlanıp yorulan II. Kılıç Arslan 1192 yılında vefat etti. Anadolu Selçuklu Devletinin büyük hükümdarlarından birisi idi. Anadolu’da milli birliği sağladı. Türkiye’nin Türk yurdu olarak kalmasında mühim bir yeri oldu.
1-II. Kılıç Arslan-Doç. Dr. Abdul Haluk Çay-Kültür Turizm Bak.Yay.-1987-S.95-96
HAYAT YAYINEVİ.