Şehit Öğretmenlerimizin Hatırlattıkları

75

Terör örgütünün 1987’de Şırnak’ta Aydınlı öğretmen Şenol Akar’ı katletmesi ile başlattığı öğretmen katliamı, Diyarbakır’ın Hantepe Köyü’nde dördünü daha kurşuna dizmesiyle (Türkiye, 2 Ekim 1996), o güne kadar şehit öğretmen sayısının 152’ye yükselmesi (Öğretmen Namlunun Ucunda, İsmail Zelvi, Türkiye  5 Ekim 1996, s. 4), hepimizi derin üzüntülere gargetmiş / boğmuştu.

Bütün bunlar öğretmenlerimizin kutsal görevlerinin azametini ve bunda katettikleri mesafenin nekadar büyük olduğunu ortaya koymuş. Bu husus bana, bazı müşahade ve gözlemlerimi de tekrar hatırlatmıştı:

X

Hatıra 1: Bu olaylardan iki yıl kadar evvel, Van’ın şehir parkı denmeye seza, Beşyol mevkiindeki güzel çay bahçesinde oturuyordum. Her hâlinden ilkokul 4. veya 5. sınıf öğrencisi olduğu anlaşılan durgun çehreli, temiz bakışlı, zayıfça bir çocuk; açık, duru ve canlı zarif bir Türkçe ile:

“-Hocam ayakkabılarınızı boyatmaz mısınız?” deyince, davetkâr teklifine hayır diyemedim. Başladı büyük bir özenle fırçalamaya. Sormadan edemedim:

“-Neden boyacılık yapıyorsun?”

“-Evin geçimini sağlamak zorundayım!” Yine merakımı yenemeyerek:

“-Niçin sen?” diye sorunca:

“-Hakkari civarında bir köydeniz. Teröristler köyümüzü bastı. Üç yaşındaki mâsum kız kardeşimi vurdular. Baktık olacak gibi değil. Hayatımız tehlikede. Her şeyimizi satıp savdık, yollara düştük. Van’ın Bostaniçi semtinde satın aldığımız, iki odacık küçük bir eve yerleştik.  Babam üç tekerlekli arabayla taşıyıcılık, ben de ayakkabı boyacılığı yaparak, kalabalık ailemizi geçindirmeye çalışıyoruz.”

Küçük yaşına rağmen, sanki çok yaşamışlığın olgunluğunu sergileyen, bu altın kalpli, hayat dolu vatan evlâdını, bu şekilde imrenilecek, güzel bir Türkçeyle konuşturan; şüphesiz, manevî mücahit hükmünde olan öğretmenlerimizden biriydi. Zaten bu güzel netice değil miydi, öğretmenlerimizi hedef tahtası hâline getiren?

X

Hatıra 2:  Yine öğretmenlerimize musallat olunan yılların bir  yaz mevsiminde; bâzan yaptığım gibi, bir Pazar sabahı bisikletime binmiş, Van şehirlerarası oto yoluna çıkmıştım. Şehir bitti levhasını geride bırakmış, Gürpınar ilçesine doğru ilerlemiştim. Televizyon vericisi eteklerinde yol yokuş olduğu için, bisikleti yedeklemiş, yavaş yavaş yürüyordum. Epey sonra biraz dinlenmek üzereyolun kenarına oturmuştum. Yolun sol tarafının üst yamaçlarında yeşillikler içine kurulmuş, sırtını doğusundaki Erek dağına yaslamış, Van gölüne nâzır bir köy vardı. Çevresinde ise yayılan hayvanlar ve tek tük oynaşan çocuklar görünüyordu.

Oturduğumu gören ve ilkokul talebesi olduğu, her hâlinden belli olan bir çocuk, bana doğru yaklaştı ve:

“-Merhaba hocam!” diyerek selam verdi. (Van’da kılığı kıyafeti düzgün, kravatlı kimselere halk; tanısın tanımasın, umumiyetle ‘Hocam!’ diye hitap eder.)  Şaşırtıcı, güzelim Türkçesiyle beni evlerine çaya davet etti. Teşekkür ederek nâzikçe reddettim.

Bu arada epey konuştuk. Ne yalan söyleyeyim, sanki İstanbul’da okuyan ve yaşayan bir

öğrenci karşısındaydım. Herkesin şehre gitmeye can attığı bir zamanda, köyünü ve yaşantısını

230

seven, yaşama sevinci gözlerinden okunan ve gerçekten Türkçe’yi tertemiz konuşan bir vatan evlâdıyla daha karşı karşıyaydım. Bunun gibi nice talebelerin bir örneği olan bu yavrumuz da, terörün hedefleri olan sayısız öğretmenlerimizden birinin yüzlerce eserinden sadece biriydi.

X

Hatıra 3: Yine yıllarca önce 100. Yıl Üniversitesi Kampüsü’nün, Misafirhanesi  önündeki çayhanenin bahçesinde, bir öğle vaktiydi. Baktım, çay servisini ilkokul talebesi seviyesinde bir çocuk  yapıyordu. O da diğer örneklerde belirttiğim gibi, şirin mi şirin, güzel mi güzel, efendi bir çocuktu. Âdeta gözlerinin içi gülüyordu. Sorularıma bir bir cevap vermişti.

Meğer çocuk; terör belâsı yüzünden, köylerini terkeden bir kısım göçmenlerimizden bir aileye mensupmuş. 100. Yıl Kampüsü’nde eski öğrenci yurdu barakalarında barındırılmakta, aynı zamanda çocuklara eğitim ve öğretim de verilmekteymiş. Çocuk boş vakitlerinde çayhaneye geliyor, çay ocağına yardım ediyor, bu suretle harçlık olarak bir miktar para da kazanıyormuş.

Bunun da konuşması, diğer arkadaşları gibi nezih, su gibi akıcı, billûr gibi parlak, kıvrak, hoş bir Türkçe idi. Evet Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eğitimde üzerine düşen görevi büyük çapta yapmış ve hâlen de yapmakta. Çok kıymetli öğretmenleri, yurdun en ücra köşelerine kadar göndererek, vatan evlâtlarına Türkçe’yi  en iyi şekilde öğretmekte. Türkçe’yi en güzel şekilde konuşmak ve yazmak imkânına onları kavuşturmaktadır.

X

Kurt dumanlı havayı sever. İşte çocuklarımızın üstünden cehalet dumanını gideren öğretmenlerimizin boy hedefi olmasında yatan asıl sebep; Cumhuriyet Öğretmenlerinin bu parlak başarıları olmuştur.

Bediüzzaman’ın: “Sizin cehliniz, başınızdakini size müstebit (diktatör) kılar!” dediği gibi, çocuklarımız, câhil kalmalılar ki, aldatılmaları ve yabancı emeller uğrunda güdülmeleri mümkün olabilsin. Fakat bu gayelerini gerçekleştiremeyecekler.

Millî şâirimiz Yahya Kemâl Beyatlı; Türkçe’yi en güzel şekilde kullanmasının, Türkçe’yi en hoş bir sadâ ile okumasının gerekçesini: “Bu dil ağzımda annemin sütüdür.” Veciz ifadesiyle dile getirdiği gibi, Cumhuriyet Öğretmenleri de, vatan çocuklarına Türkçe’yi, ağızlarında annelerinin sütü gibi sunmasını, tattırmasını ve sevdirmesini bilmişlerdir.

Ne mutlu Cumhuriyetimizin mânevî  mimarları olan öğretmenlerimize.

 

231

 

 

Önceki İçerikKaliteli Yaşamda Yaşlılarımızla İletişim Sanatı
Sonraki İçerikSuriye Muammasının İzlenimleri
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.