Şark Mes’elesi / Doğu Sorunu’ndan bahseden bir kısım kalemler; ısrarla-sorunun sırf Türkiye ve Türk Hükümetleri’nden kaynaklandığını yazmaktadırlar. Sorunun, tarih temelinde Batılı emperyalist devletlerin kışkırtıcı, tahrik edici hususların bulunduğunu; kısaca, yangına körükle gittiklerini, hiç hesaba katmıyor ve bu gerçeği -maalesef- görmezden geliyorlar!
Oysa, sorun; Çarlık Rusyası, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya gibi, zamanın kudretli devletlerinin başları altından çıkmıştır. Osmanlı Devletini zaafa uğratmak için, devlete sadık Ermeni vatandaşlarımızı ve Kürt kardeşlerimizi, aleyhimize geçirmeyi akıl etmişlerdir.
Cepheden netice alamayacaklarını düşünen Batı Devletleri; savaş ateşini maşayla tutmayı yeğlemişler ve bizi ancak içten yıkabilecekleri fikriyle, Ermenilere ve Kürtlere yaklaşmışlar. Her türlü ayartıcı adımlar atmakta ve attırmakta, asla tereddüt etmemişlerdir. Çünkü,
anlamışlardır ki, iki pehlivan kavga ederken; bir çocuk bile ikisini birden dövebilir.
Demek ki, 19. yüzyılın başlarından itibaren Batılı Devletler -her zaman geçerli olan- “Parçala, böl ve yönet.” düstur ve prensibini ser-taç edinmişlerdir. Nitekim, ektiklerini biçmişler; XIX. yy. başlarından itibaren, birçok isyan çıkartmayı başarmışlardır. Tabii, bütün bu isyanların; büyülü kelimelerin cazip, çekici ve tahrik edici atmosferinde gerçekleşmesini sağlamışlar; zehiri altun kupa içinde sunmasını bilmişlerdir.
Onları “Kurtuluş Savaşı”, “İstiklal Mücadelesi” yaptıklarına inandırarak; kardeşin kardeşe kurşun sıkmasını mümkün kılmışlardır. Oysa, zahiren böyle görüntü veren başkaldırıların temelinde; aşiret çekişmelerini, aile fertleri arasındaki çekememezlikleri; mahirane bir şekilde kullanmasını bilen Batılıların olduğu, tarih hakikatleri cümlesindendir.
Öyle bir gaflet ve dalalet içine düşürülmüşlerdir ki, içinde yaşadıkları devletin; hayat memat mücadelesi verdikleri zamanlarda bile, harekete geçmekten; daha doğrusu harekete geçirilmekten geri kalmamışlardır. Nitekim, bu çeşit başkaldırıların somut örneklerini, Türk İstiklal Savaşı’nda acı bir şekilde yaşadık ve gördük. Milli Mücadele sırasında, aynı zamanda iç isyanlarla uğraşmak zorunda kalmadık mı?
Kaldı ki, çeyrek asırdır mücadele ettiğimiz, binlerce şehit verdiğimiz; teröristlerle yapılan çatışma ve çarpışmalardan anlaşıldı ki, Türkiye’deki terörün arkasında uluslar arası güçler var. Dost kılıklı düşmanlar var. Bunlar “Tavşana kaç, Tazıya tut!” tarzı, iki yüzlü politikalarla, aynı millet bireylerini çarpıştırmaya muvaffak olmuşlardır. Çünkü, bütün bunların oluşmasını; çok eski tarihlerden günümüze gelen ve halen devam eden, şu gerçekte görüyoruz:
“Tarihi gelişim doğrultusunda Türk Devletleri’nin Batılı Devletlerle münasebetleri, zaman içinde Batı dünyasında, Batılı insanın kafasında oldukça menfi bir ‘Türk imajı’nın doğmasına, şekillenmesine ve bilahere bir Türk düşmanlığına dönüşmesine sebep olmuştur. Albert Sorel’in eserinin önsözünde ‘Türkler Avrupa’da görünür görünmez ortaya bir Şark Mes’elesi çıktı…’ şeklinde bir açıklama ile konuya girmesi, XIX. yüzyıl başlarından itibaren dünya siyasi literatürüne girecek olan ‘Şark Mes’elesi’ kavramının altında yatan zihniyeti açıkça ortaya koymaktadır. Bu politikayı ortaya koyan Avrupalı düşüncesinin temelinde ise ne yazık ki, kıskançlık, haçlı ruhu, ezilmişlik vb. gibi hususlar yatmaktadır.
“Bu gerçeği Yusuf Ziya: ‘Papazların ve küçük küçük zorbaların idaresine kendisini rahatça teslim etmiş, şarabını içip uyuklayan Avrupa’nın kapısından içeri giren bu dipdiri, erkek güzeli insanlar; yepyeni bir nizamı içinde akıp gelen başarılı muazzam kuvvetler, o zamanki Avrupalı’nın örümcekli ve bulanık kafasında bir şok tesiri yaparak onda şifa bulmaz bir dehşet hastalığı (!) doğurmuştur. Türklerin, uyuklayan Avrupa’nın afyonunu patlatması hadisesi öylesine derin bir tesir yapmıştır ki, aradan yedi asır gelip geçmiş olmasına ve birgün eski dipdiri delikanlının, hasta adam (!) şekline sokulmasına rağmen, Avrupalı’nın
yirminci batın torunları dahi bu Türk hastalığından, Türk şokundan tamamen şifa bulamamıştır.’ şeklinde vurgulamaktadır.” ( Kürt Dosyası, Prof. Dr. Abdulhaluk M. Çay, 8. Baskı, İstanbul, Temmuz 2010 s. 18 )
Teröristlerin; Batılı Devletler’in nasıl oyuncağı olduklarını, bir de fıkrayla müşahhas ve somut bir şekilde ortaya koyalım:
“Allah kimseyi gözden etmesin, günün birinde, birkaç ama (kör), cami kapısına dizilmiş de, gelip geçenlerin eline, ağzına bakıyormuş. Molla Nasrettin de oradan geçmiş ama, geçerken boş mu bulunmuş, ne olmuşsa, avucundaki bozukluğu şıkırdatarak: ‘Alın, hayrıma, paylaşın!’ demiş ama, vermemiş. Gel gelelim bu kör olasıcanın şıkırtısı, körleri birbirine düşürmüş:
‘Yok sana verdiydi…’ ‘Yok bana verdiydi…’diye, alt alta, üst üste gelmişler, nerdeyse, birbirinin gözünü de oyacaklarmış. Kimin umurunda, el oğluna seyir lazım! Bizim Molla da karşılarına geçip, gülmeye başlamış:
‘Doğrusu, kör döğüşü diye buna derler, hepsi de karanlığa kurşun atıyor, ortada fol yok, yumurta yok!’ demiş.” ( Nasrettin Hoca Fıkraları, Eflatun Cem Güney, 1995, s. 67 )
Hakikaten, Batılıların, kabul olunmayacak dualarına ‘Amin!’ diyerek çanak tutanlar; Batı’nın oradan üflemesiyle, burada hemen oynuyorlar! Dil, Din ve Tarih konusunda sathi ve yüzeysel olanlar; Batının ve içerdeki tasvipkarlarının yalan yanlış vaatlerine kanıyorlar. Körler gibi kör bir dövüşe dalıp; hem bindikleri dalı kesmiş oluyor, hem de içinde bulundukları milleti kaosa sürüklemeye çalışıyorlar.