İktidarın adalete, hakkaniyete ve hukuk
kurallarına aykırı söz, eylem ve uygulamalarını bazı kişiler destekleyebilir.
Kendi şahsi çıkarlarını bu hukuksuzluklar içinde artıracaklarını düşünerek
“yandaş” olabilir.
Ancak iktidarın hukuka ve ahlaki bir
değer olan adalete aykırı söz ve eylemlerine hukuki ve dini kılıf bulma
konusunda yarışan hukukçu ve din bilginlerinin olması üzücüdür.
Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca’nın “…Sadece kuvvetler
ayrılığı ilkesi üzerinde durulmaktadır. Hâlbuki uygulamaya dönük konularda kuvvetlerin
arasında açık ve güçlü bir işbirliği iyi işleyen bir hukuk sistemi için
özellikle gereklidir” diyerek kuvvetler ayrılığı ilkesini savunanlardan
yakınması Yargıtay tarihimizde bir ilktir.
Yargı sistemimizi yöneten en etkin kurum HSK’dır.
CB sisteminde HSK’nın bütün üyeleri siyaset tarafından belirleniyor. Bu yüzden,
HSK kararlarını incelediğimizde, “yürütme ile güçlü bir işbirliği”
içinde olduğu anlaşılıyor.
Sonuç “adil yargılama” talebiyle ve insan
hakları ihlallerine karşı Anayasa Mahkemesine ve AİHM’e başvuru sayısı ile Avrupa’da
açık ara birinciyiz.
Hukuk devleti sıralamasına göre 2014 yılında 99 ülke arasında 59.
sırada iken, 2020 yılında 128 ülke arasında 107. sıraya düştük.
****
Yeni Şafak yazarı ilahiyatçı Prof. Dr.
Hayrettin Karaman “İktidara (AKP’ye) zarar verecekse haksızlık ve
yanlışlardan şikayetle doğruları söylemek caizdir değildir” fetvasını daha
da geliştirdi.
AKP seçmenlerini “Dimyata pirince
giderken evdeki bulgurdan olmayın” diye uyaran Hayrettin Karaman’a Karar
Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren sordu:
“Evdeki bulgura razı olalım?” Yooo
olmayalım, o bulgur kurtlandı çünkü, böceklendi, mayası değişti… En azından bunu söyleyelim. Sorayım
hocalarımıza: Evdeki bulgurun böcekli halinden sizlere yemek yapılsa onu yer
miydiniz?”
Hayrettin Karaman kendisini de aşan yeni fetvasını verdi:
“Yemeyince açlıktan öleceksem daha
temizini buluncaya kadar yerdim. Hayatta kalınca da temizlemek için elimden geleni
yapardım.”
Anlaşılan Hayrettin Karaman muhalefetin
iktidara gelmesini ölmekle eşdeğer tutuyor. Demokrasiye inancı olmadığını
biliyoruz ama Müslümanlar arasında bu kadar ayrımcılık yapmak bir ilahiyatçı
Hocaya hiç yakışmıyor.
Helal haram demeden, tiksinmeden “kurtlu
bulgura” kaşık sallamaya devamı tavsiye etmek önce dinimize zarar veriyor
ve hocalara saygının kalkmasına yol açıyor.
****
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın da, Başkanlığın
hazırladığı hutbelerde iktidarın yanlışlarına dini kılıflar bulmak, siyasi
maksatlı salalar okutmak, Cumhuriyetimizin kurucularına lanet okumak gibi
eylemlerle iktidara destek olması tesadüf değil. Camileri AKP propaganda
merkezi haline getiren İmamlara göz yumulması da. “Yürütme ile güçlü
işbirliği” örneği veren bu eylemleriyle protokol sırasında en ön sıralar
yükselmeyi başardı.
Bu tavırlar bilimi temsil eden
“ulema” ile iktidarı temsil eden “umera” arasındaki
ilişkinin niteliğini göstermektedir. Bize tarihte olduğu gibi bir kısım ulemanın
“saray alimliği”ne soyunmasını hatırlatmaktadır.
***************************
Gerçek Âlim Örneği: Ebu Hanife
Alim demek bilgili, vicdanlı, ilkeli ve
ahlaklı insan demektir. Tarihte
gerçek alim için İmam-ı Azam Ebu Hanife gibi çok olumlu örneklerimiz de
vardır.
Adem Çaylak- Rabia Nur Kartal’ın yazdığı “İslam
Siyasi Tarihinde Bilgi/ Ulema- İktidar /Umera İlişkisi: Ebu Hanife Örneği”
başlıklı makaleden özetleyelim:
Ebu Hanife, siyasi alanda İslam’ın emir, hüküm ve ilkelerinin terk edilmeye,
saltanatın ve Arap ırkçılığının güçlenmeğe, nepotizm ve yozlaşmanın hızla yaygınlaşamaya başladığına
şahit olmuştur. İslam toplumuna hükmeden idareciler Allah’ın hükümlerinden
ve adaletli yönetimden uzaklaşmaya başlamış bunu örtbas etmek için ise gözle görülür ibadet ve ritüellere
vurguyu arttırmışlardı. Dönemin idarecileri alimleri, kendi zalim yönetimlerini
meşru göstermek ve halk tabanında itibar ve onay elde etmek için, bir araç olarak kullanıyorlardı.
Ebu Hanife bunun farkına varmış, bu
nedenle de idarenin hangi katmanından gelirse gelsin, ister kadılık olsun,
ister hazine bakanlığı, her türlü görev teklifini geri çevirmiştir. (Pekcan, 2010: 69-70).
Ebu Hanife Emevî ve Abbasi saltanatının zulüm
yönetimlerine karşı hak ve adaleti temsil eden bir duruş göstermiş,
muhalif kimliği ve siyasetini gizlememiştir.
Döneminin yönetimlerine karşı çıkan isyan
ve ayaklanmaları desteklemiş, zalim idarecilerin azledilebileceğine yönelik
fetvalar vermiştir.
Klasik Ehl-i Sünnet kanadının aksine, istikrar
ve otorite talebini değil adaleti ön plana çıkaran bir siyasi mücadele ve
direniş sergilemiştir.
Şura ve meşveret eksenli yönetim anlayışı ve nihai olarak akılcı ve özgürlükçü
tutumu ile Ebu Hanife hepimize örnek olması gereken gerçek bir alimdir.
Ebu Hanife’nin bu tavrı ve derinlikli ilmi dönemin
seçkin uleması ve Müslüman toplumu tarafından benimsenmiş ve kendisine İmam-ı
Azam (büyük/yüce imam) denmesine vesile olmuştur.
Bugün saray alimliğine soyunanların
çoğunun kendini “İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin mezhebindenim” diye tanımlaması
kaderin kötü bir cilvesidir.
Ebu Hanife hayatında herhangi bir mezhep kurmuş
değildir. Fakat Hanefi mezhebine mensup olduğunu iddia eden yöneticiler ve saray alimleri İmam’ın muhalif kimliğinden hoşnut olmamış ve Ebu Hanife’nin
politik mücadelesini gizleme, açığa çıkarmama eğilimi göstermişlerdir. İmam’ın
‘muhalif fıkhı’, baskıların da katkısıyla, ‘muvafık fıkıh’ ve iktidar
fıkhı haline getirilmeye çalışılmıştır.
Günümüzde Hayrettin Karaman’ların, Ali
Erbaş’ların yaptığı da Ebu Hanife’nin muhalif fıkhını iktidar fıkhı haline
getirme gayretidir.