Türkiye’mizin etrafında bir ateş çemberi var ve gittikçe büyüyor. Yıllardır söylediğimiz ‘güven ve istikrar adası Türkiye’ söylemi dahi neredeyse tehlikeye girdi. Irak’la başlayan ve Suriye ile devam eden süreçte, ülkemizin bütün güney sınır komşuları ciddi bir kaos ile istihbarat ve terör örgütleri için ise geniş imkân sunar hale geldiler.
22 İslâm ülkesinin sınırlarının yeniden yapılandırılması ve bunların içinden etnik, mezhepsel ve lehçelere göre yeni devletçikler çıkarma projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi gün be gün hayata geçerken neredeyse Türkiye dışında, proje için başkaca da bir pürüz kalmadı…
Son pürüz olan İran da; ABD ile yaptığı antlaşma çerçevesinde Batı’ya kapıları sonuna kadar açmış oldu. Bunun Türkiye’ye yararları olduğu gibi, çeşitli zararları da mutlak surette olacaktır.
Örneğin neredeyse tamamını yurt dışından aldığımız petrol fiyatları, dünya pazarlarına arz artacağı için ucuzlayacak; buna karşın Türkiye’nin ise İran’a neredeyse tekel olarak sattığı ürünlere ve hizmetlere artık Batılı rakipler gelecektir.
Bunun yanında İran’ın ordusuna yaptığı ve sınır komşusu olmamız nedeniyle dolaylı olarak bizi de ilgilendiren askeri harcamaları ve nükleer silah ihtimali azalacak; buna karşın doğu sınırımızın hemen dışında yeni etnik hareketlenmeler ve Erbil yönetimi benzeri yeni oluşumlar meydana gelecektir.
Patlamaya hazır bir bomba haline gelen Güney Azerbaycan konusu gündeme gelirken, Türkiye’nin önüne çeşitli mezhepsel savaş senaryoları da konulacaktır.
Geçen yazımızda dediğimiz gibi İran, ABD ile müttefik haline gelirken bir yandan da ülkesinde yeni bir turuncu devrimin kapısını aralamıştır. Ancak iç dinamikleri Ukrayna veya Kırgızistan’dan oldukça farklı olan İran’da, neyin plânlandığı ve ne kadara kadar esnetilerek içinden savaşsız olarak özerk yönetimler çıkarılacağı şu an için muammadır.
Bütün bunların yanı sıra en son Suruç’ta IŞİD’in düzenlediği ve 32 vatandaşımızın öldüğü saldırı gibi eylemlerle ülkemizin taciz edilmesi ve Suriye’deki cehenneme çekilmeye çalışılması çabaları da göz ardı edilmemelidir.
Öldürülen vatandaşlarımızın hesabı mutlaka sorulmalıdır. Ancak o vatandaşların da terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olan PYD’ye destek için orada toplandıkları gerçeği de asla unutulmamalıdır. Bu konuda “izin verilmedi – verilseydi ölmeyecektiler, onlar şehittir” gibi ajitasyonlarla Hükümetimizi ve Devletimizi suçlamak en hafifinden vicdansızlık ve ihanettir.
Üstelik diğer yandan da “sözüm ona ateşkesi” artık tanımadığını ilan eden PKK’nın Adıyaman’da aynı gün düzenlediği saldırıyla şehit ettiği uzman çavuş ve yaraladığı askerlerimizin haberleri varken, bunu yapmak en basit ifadeyle yüzsüzlüktür…
* * *
Görüldüğü kadarıyla senaryo şöyle olabilir:
Türkiye içinde “mikro milliyetçilik” akımları tahrik edilecek, mezhepsel ayrım körüklenecektir. Bu konuda cem evlerine ve camilere saldırı ihtimalleri kuvvetlidir. Ayrıca ses getirecek ve infial uyandıracak farklı eylemleri de plânlıyor olabilirler.
Bu durumdaki Türkiye’nin uzayıp giden koalisyon görüşmelerine çok da tahammülü yoktur. Bütün partilerin üzerine düşen görev, artık 3’e beş’e bakmadan bir an önce hükümetin kurulması ve ülkenin yeni ve güçlü bir hükümetle yoluna devam etmesine imkân sağlamaktır.
Gün birlik ve beraberlik günüdür.
Yoksa Sayın Başbakan’ın canlı yayında söylediği gibi, “Bugün Suruç’ta, yarın başka bir yerde, öbür gün başka bir yerde” cenazelerimizin ardından ağlar dururuz…